Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İstanbul’daki Başbuğ’a, İzmir’de nasıl suikast düzenlenir?

İstanbul’daki Başbuğ’a, İzmir’de nasıl suikast düzenlenir?

Demek ki, bu işler böyle “kotarılıyor”muş!.. Demek ki; “pire”ler deve, “deve”ler pire, böyle gösteriliyormuş... Demek ki, “katil”lerin “maktül” gösterilmesi böyle oluyormuş!.. Eskiden, mahkeme katiplerinin, “Vanlı” birini, nasıl “zanlı” diye yazdıklarına şaşardım... Şimdi de; “İrtica ile Mücadele Eylem Plânı” adlı “kapı gibi belge”ye “kâğıt parçası” diyen, eline aldığı “LAW” silahının “boru” olduğunu iddia eden, “Hükümeti karalamak” için “internet siteleri” kurduran İlker Başbuğ’la ilgili “güzelleme kampanyası”na şaşıyorum.

İlker Başbuğ’la ilgili öyle bir “aklama kampanyası” yürütülüyor, tutuklama olayı öyle bir “dramatize” ediliyor ki, insanın hüngür hüngür ağlayası geliyor!..

Sonunda anladım ki;

İlker Başbuğ’un arkasında “güçlü bir lobi” vardır ve onlar “medya mensupları” ile kurdukları “dostane bağlantı”larını kullanıp, “psikolojik harp tekniği” uygulamaktadır.

Ankara Temsilcimiz Yener Dönmez’in dün yazdığı gibi; bu işleri “Başbuğ’un PR ekibi” kotarıyorsa, bu kadar “methiye”yi ekibin başındaki Nuran Yıldız yazdırıyorsa, kendilerini gerçekten tebrik etmek gerekir!..

Doğrusu, “çok başarılı bir PR çalışması” yapıyorlar... O kadar başarılılar ki; Başbuğ’u, neredeyse “sütten çıkmış ak kaşık” gösterecekler!..

Merak ediyorum;

Ya bu medya mensupları “zırcahil”dir ki, “yalan”ları “gerçek” zannedip, okuyucusuna da bunları yutturmaya çalışıyorlar, ya da ben çok “uyanık” biriyim ki; bir “dedektif” titizliği içinde araştırma yapıp, “gerçek”leri yüzlerine çarpıyorum!..

GAZETELERİN AKLAMA YARIŞI!

Biliyorsunuz, Başbuğ tutuklandıktan sonra; “çok yönlü bir kampanya” başlatıldı... 28 Şubat sürecinde “postalsever” olup, AK Parti iktidarıyla birlikte “postalsavar” pozlarına bürünen bazı “gazeteci”ler, başladılar; “İlker Paşa, niye Yüce Divan’da değil de, sivil mahkemede yargılandı?.. Adam kaçacak değil ya, niye tutuklandı?” demeye...

Sonra, “oğlunu” soktular devreye... O da diyordu ki; “Babam terörist değil, teröriste karşı aslanlar gibi çarpışan bir adamdı!”

Bu kadar “aklama-paklama” yetmemiş olacak ki; bu defa “bir başka gazete” sokuldu devreye... Konuşan, yine İlker Başbuğ’un oğlu Murat’tı...

Murat Başbuğ’un; Akit’te yayınlanan, “PKK’lı terörist Hasan Lala” ile yan yana çekilmiş “samimi fotoğrafı”nı görmezden gelenler, şimdi, o fotoğraftaki “teröristi ayıklayıp” Murat’ı tek başına kullanıyorlar ve onun babasıyla aralarında geçen şu konuşmayı aktarıyorlar;

“İlker Başbuğ’un en zor anları... Komutan, mahkemenin tutuklama kararının ardından oğlunu aradı... Dudaklarından şu sözler döküldü: Ev, artık sana emanet oğlum... Onlara sahip çık!.. Ailemizi sakın yalnız bırakma!..”

Hüngür, hüngür!..

Böylesi bir sahne, ancak “Yeşilçam filmleri”nde olur ki, buna ne “mendil” dayanır, ne de “peçete!”

Bu arkadaşlar; ya çok “Yeşilçam filmi” seyretmiş, ya da “psikolojik savaş teknikleri”ni çok çok iyi biliyorlar!.. Yoksa, olayı bu kadar “dramatize” edemezlerdi!..

Bana öyle geliyor ki;

AK Parti iktidarıyla birlikte “postalsavar” pozlarına bürünen gazetelerimiz, yeniden “postalsever”liğe döndü!.. Değilse, bu “aklama yarışı” niye?..

“YANDAŞ”LARI BİLE KULLANDILAR!

Başbuğ tutuklandıktan sonraki ilk yazımda; “Keşke tutuklanmaya gerekçe olacak işler yapmasaydı” dediğim ve “üzüldüğümü” belirttiğim için, hiç kimse “sevindiğimi” iddia edemez.

Ama, mes’ele bu değil...

Bugün bile; İlker Başbuğ’un “tutuklu” veya “tutuksuz” yargılanması, ya da “sivil mahkeme”de veya “Yüce Divan’da” yargılanması konusuyla ilgilenmiyorum... Buna karar verecek olanlar, “mahkemeler”dir!..

Ben, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Yüce Divan’ı işaret etmesi”nin veya Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Bizim arzumuz, tutuksuz yargılanması yönünde” demesinin üzerinde de durmuyorum... Bu sözleri; “yargılamayı etkilemeye teşebbüs” olarak yorumlayanlar da var, “temenni ifadesi” olarak görenler de!..

Dediğim gibi;

Ben, işin orasında değilim.

Ben, Gül ve Erdoğan’ı da etkilemeyi başaran “aklama kampanyası”nın nasıl bu kadar “başarılı” yürütülebildiğini düşünüyorum.

Öyle bir “kampanya” yürütülüyor ki;

“At izi” ile “it izi” birbirine karışıyor, “yalan”lar “gerçek” gibi kakalanıyor ama kimsenin umurunda değil!..

“Başbuğ’un PR ekibi”ni gerçekten ve dahi yürekten kutluyorum.

Çünkü, girmedikleri gazete kalmadı!..

“Yandaş” denilen gazetelerde bile “Başbuğ’u aklayan” haberler çıkarttılar ki, önlerinde şapka çıkarmamak mümkün değil!..

ORADA ALBAY ÖLMEDİ Kİ!

Bu “PR lobisi”nin, “gazeteleri kullanarak” yürüttüğü “psikolojik savaş taktikleri”ni anlayışla karşılarım... İnsanların “merhamet duyguları”nı harekete geçirecek “dramatize haberleri” de anlarım, ama birader, işin içine “Başbuğ’a İzmir Suikasti” palavrasını sokarsanız, işte orada isyan ederim...

Öyle ya;

Ben, “gerizekâlı” değilim... Hiç kimse, benim zekâmla oynayıp da, “enayi” yerine koyamaz!..

Adamlar kalkmış; 3 gündür; “Başbuğ’un sırdaş kurmayı” diye, meçhul birinin açıklamalarını yayınlıyorlar... Neymiş; “İlker Başbuğ, İzmir’de Hilmi Özkök’ü ziyaret etmiş”miş de, “tarih 21 Ağustos 2008’miş”miş de, havaalanına giderlerken bir “patlama” olmuşmuş da, bu patlamada “bir albay ölmüş”müş de, ortalık karışmasın diye bunu “saklamış”larmış!.. Mışmış da mışmış!..

Bunun “büyük bir palavra” olduğunu 11 Ocak Çarşamba günkü yazımda yazdım... O patlamada “ölen” kişinin Albay Ahmet Kılınç değil, Er Hüseyin Arısoy olduğunu, hedefin de İlker Başbuğ değil, “Çevik Kuvvet Polisleri” olduğunu tek tek anlattım...

Hatta, şunu da ekledim:

“Öldüğü iddia edilen Albay, şu anda İzmir’de görevinin başındadır!”

Ne var ki;

“Sansasyon şehveti”ne kapılan “yandaş gazete”miz, palavrasını sürdürmeye devam etti ve bu defa da; “Kıbrıs’taki bir tatbikatta Hüseyin Kıvrıkoğlu’na da benzeri bir suikast teşebbüsünde bulunulduğunu”, orada da “bir albayın şehit düştüğünü” iddia etti!..

El insaf!..

Be adamlar, madem ki “yaşayan” albayın “öldüğünde” ısrarlısınız, insan hiç olmazsa bir araştırmaz mı?.. Siz “gazete” misiniz, yoksa, kulağınıza her üfleneni seslendiren bir “asker borazanı” mı?..

BAŞBUĞ, MGK TOPLANTISI’NDAYDI

Tamam, bütün yazdıklarınızı kabul ettim... Tamam; “İlker Başbuğ, Hilmi Özkök’ü ziyaret etti!.. Tarih 21 Haziran 2008’di... Dönüşte bir patlama oldu ve orada bir albay öldü!”... Hepsini kabul ediyorum ama sormadan edemiyorum:

¥ “21 Ağustos 2008 tarihinde İstanbul’da olan İlker Başbuğ’a, İzmir’de nasıl suikast düzenlenir?..”

¥ Evet, Hilmi Özkök “Başbuğ ile görüştüm” demiştir ama “tarihini hatırlayamadığını” söylemiştir... Hiç olmazsa, bu açıklama üzerine bir araştırma yapıp, “görüşme tarihi”ni öğrenemez miydiniz?..

¥ Adına “Google” denilen arama motoru, bir “tuş” kadar yakınınızdayken; İlker Başbuğ’un “21 Ağustos 2008’de nerede olduğunu” öğrenemez miydiniz?..

Söyleyin Allah aşkına;

Bu ne biçim “gazetecilik”tir, bu ne biçim “sansasyon şehveti”dir ki, kulağınıza üflenen bir söze “sazan” gibi atlıyorsunuz?..

Tutmuş, bir de; “Bizim manşetimizi bazı gazeteler yalanlamaya kalktı” diyerek, hâl⠓haklı” çıkmaya çalışıyorsunuz!..

Bu kadarına da pes!..

Be adamlar, “her tarafı yalan” olan bu haberi, hâlâ nasıl savunur, hâlâ nasıl üste çıkmaya çalışırsınız?..

Her tarafı yalan işte!..

“21 Ağustos 2008’de İzmir’de meydana gelen patlama Ergenekon’un değil, PKK’nın işiydi! Hedef askerler değil, polis midibüsüydü!.. Ölen de albay değil bir erdi.”

Daha neyi savunuyorsunuz?..

Buyrun; 21 Ağustos’la ilgili “en önemli belge”yi açıklıyorum.

“İlker Başbuğ, 21 Ağustos 2008’de İzmir’de değil, İstanbul’daydı... Çünkü o gün, İstanbul’da MGK Toplantısı vardı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında, saat 13.30’da Levent’teki Harp Akademileri Komutanlığı’nda başlayan toplantıya; Org. Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı sıfatıyla son defa katıldı. O gün Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. İlker Başbuğ da; son defa bu sıfatla toplantıya katıldı...”

Daha yazayım mı?..

İsterseniz, “toplantıda hangi konuların görüşüldüğünü” de yazayım. Ama, sanırım bu kadar “ders” yeter!..

Demek ki, neymiş;

“Özkök-Başbuğ görüşmesinin 21 Ağustos 2008’de olması mümkün değil”miş!.. Peki; 21 Ağustos 2008’de “İstanbul’da MGK Toplantısı”na katılan İlker Başbuğ’a İzmir’de nasıl “suikast” düzenlenir?!?

OKUYUCU APTAL MI?

Bu arkadaşların; eğer “5N-1K” kuralından haberleri varsa, “inat”tan vazgeçip, “enayi” yerine koydukları okurlarından “özür” dilemesi gerekmez mi?..

Haa, şunu da söyleyeyim;

İlker Başbuğ, 22 Ağustos 2008 tarihinde de İstanbul’daydı ve “devir-teslim töreni”ne katılmıştı!..

Son bir soru:

21 Ağustos’ta, henüz “Kara Kuvvetleri Komutanı” olan Başbuğ, aynı gün Hilmi Özkök’ü, nasıl “Genelkurmay Başkanı” olarak ziyaret eder?!? Madem sıçtınız, üzerine “tüy” bari dikmeyin!..

Görüyorsunuz ya;

Neresinden tutarsanız tutun, lime lime dökülüyor!.. Bu tür “palavra”larla İlker Başbuğ’u “aklama”ya ve ona “itibar” kazandırmaya çalışan arkadaşlar şunu bilmeli ki; bu yaptıklarınız “itibarsızlaştırma”dır!..

Ve yine unutmayın ki;

Karşınızda, salya-sümük ağlayacak “aptal” yok!..

Siz, kendi aptallığınıza yanın!..

Bu kadar “ders” yeter mi?!?


“Ahmet Yesevi’yi de tutuklayın!”

“12 Eylül 1980 Askeri Darbesi”ne ilişkin “iddianame”de, dönemin tanıkları; sadece “işkence”leri değil, “komedi”leri de anlatıyorlar.

Meselâ, Demokrat Parti Genel Başkanı ve aynı zamanda Ahmet Yesevi Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı olan Namık Kemal Zeybek’in iddianamedeki ifadesi şöyle: “MHP Dâvâsı Başsavcısı Nurettin Soyer, ülkücü gençlere soruyor: Sizi kim eğitti?..”

Ülkücü gençler de diyor ki; “Namık Kemal Zeybek eğitti!”

Savcı, tekrar soruyor: “Peki size ne anlatıyordu?”

Ülkücüler cevap veriyor: “Ahmet Yesevi’yi anlatırdı!”

Savcı, hemen talimat veriyor polise; “İkisini de tutuklayın!.. Zeybek’i de, Ahmet Yesevi’yi de tutuklayıp, getirin karşıma!”

Buna “komedi” mi demek lazım, “trajedi” mi, bilmiyorum ama benzeri bir olay “28 Şubat Süreci”nde de yaşanmıştı... “MGK’nın İrtica ile Mücadele Raporu”nda özetle şu ifade kullanılmıştı: “Mezheplerin önde gelenleriyle kurulan diyalog sonucunda, bu grupların devletin yanında yer almaları sağlandı!”

Demek ki; “Mezhep imamları” ile, yani İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Enes ve İmam Ahmed bin Hanbel ile diyalog kurup, onları devletin yanına çekmişler!..

Eee, insan “dinden bihaber” olunca, işte böyle “trajedi”ler yaşanır!.. Bazısı Ahmet Yesevi’yi tutuklatır, bazısı da İmam Ebu Hanife Hazretleri ile diyalog kurar!!!

Cenab-ı Allah, hiç kimseyi “din cahili” yapmasın!..




Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi