Kopuşu engellemek gerek

Kopuşu engellemek gerek

Herhalde iki, üç yıl önce böyle olmazdı: Uludere faciasının ardından, muhafazakâr kesim, TSK'yi yoğun biçimde eleştirirdi.
Örneğin köşe yazılarında bıkmadan usanmadan sorulurdu: "Nedir bu? Fahiş bir hata mı, korkunç bir sabotaj mı?" Sonra ortak talep yüksek sesle dile getirildi: "Gerçeği ortaya çıkarın, sorumluyu bulun!"
Ancak 12 Haziran seçimleri havayı değiştirdi. Üst düzey komutanlar rest çektiler; emekliliklerini istediler.
Restleri görüldü, "Etmeyin, eylemeyin" yerine, "Kapı açık, gülen güle gidin" dendi.
O arada barış masasına tekmeyi vurmuş olan PKK tekrar savaşa girişti. Bunun üzerine sivillerle askerler ortak hareket etmeye başladı. Dişe diş, göze göz politikasına dönüldü.
Eskiden asker, Güneydoğu'da bildiğini okurken, siyasetçilere de "Bana karışmayın, elimi soğutmayın" derdi. Ancak devletteki iki başlılık ortadan kalkmaya yüz tutunca, roller farklılaştı.
Asker görüntüde de olsa, seçilmişlerin emrine girince, sorumluluk Hükümetin omuzlarına bildi. Askeriye bünyesinde yapılan korkunç hataya (ya da vahim sabotaja) yönelik eleştirileri Başbakan Erdoğan göğüslemek zorunda kaldı. Başbakan kendini siper edince... BDP de Uludere faciasını siyasi ranta dönüştürmeye çalışınca, muhafazakâr kesim neredeyse sessizleşti.
Yarın neler olur, bilemem. Ancak şu anda durum hiç iyi değil. Çünkü Türkiye'yi bir arada tutan güç AK Parti... Kürt ulusalcılığı karşısında, CHP ve MHP nal topluyor. Güneydoğu'da sadece AK Parti var.
Kürtler, AK Parti'nin dini değerleri ve kalkınmayı vurgulayan politikaları üzerinden sisteme dahil oluyor. AK Parti olmadı mı, Kürt seçmenin gideceği adres belli...
Dolayısıyla Uludere faciası karşısında Hükümetin takındığı tutum bana "yarım" geliyor: Orduya kol kanat germekle, art niyetlileri, ellerini ovuşturanları, timsah gözyaşı dökenleri teşhir etmek yetmez ki...
Benzetme yapmak gerekirse:
Bu vahim olay, halkla ilişkilerdeki "imaj" ve "itibar" yönetimi gibi ele alınmalıydı. Yapılmadı. Israrla ve sadece, "Biz suçlu değiliz, TSK suçlu değil" dendi...
Tamam ama ortada 34 ölü gibi sarsılmaz bir gerçek var: Onun hesabını kim verecek? O "yaralar" nasıl, ne zaman sarılacak?
Ben Uludere faciasının hata değil, sabotaj olduğunu düşünüyorum. Korkunç bir plandı ve maalesef başarılı oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi