Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Hasret ve Hüzün

Hasret ve Hüzün

Yara bere içindeyiz. Eller, ayaklar, gözler, kulaklar yaradılış hikmetinden kopmuş. Yürekler ezilmiş, zihinler paramparça olmuş. İnsanî yönler kaybolup insanlık çöle dönmüş adeta… Silkinmemizin, iç muhasebe yapmamızın “ zor zaman”ı aşmamızın, fıtratımıza uygun yolun adımlarını atmamızın günleri bu günler. Günah ve isyan kirlerinden yıkanmaya temizlenmeye/arınmaya, üşüyen/titreyen ruhumuzu secde sıcaklığı ile ısıtmaya o kadar ihtiyacımız var ki.

“İnsanların Müslüman olmaları için neredeyse kendini helâk edeceksin” diye hitap edilen bir Peygamber’in izinde olmalıydık. İnsanların önüne, onları İslâm’a götürecek cennet bahçeleri açmalıydık. Bir “nefs muhasebesi” yaparak kimseyi değil, kimsenin imanını değil, kendimizi yargılamalıydık önce. Peygamberimiz ne verdiyse onu alan, neyi yasakladıysa ondan kaçınmanın adımlarını atıp, Din’in “samimiyet” olduğunu idrak etmeliydik. Sonra dönüp sormalıydık kendi kendimize: Peygamberimize ulaşmayı kolaylaştırdık mı, zorlaştırdık mı, müjdeledik mi, nefret mi ettirdik?

İnsanların bize bakıp İslâm’la ilgili kararlar verdiğini hatırımızda tuttuk mu? Acaba bizler, Rasûlullah etrafında halkalanan insanlar gibi kenetlenebildik mi birbirimizle? Mahşerde, Allah huzurunda dizilecek ve bütünüyle şefkat, merhamet ve rahmet dolu bir yüreği yansıtacak insanlar gibi mi, yoksa kervan mallarına yetişebilmek için Rasûlullah’ı minberde tek başına bırakanlar gibi miyiz? Bir zorlukla karşılaşıldığında, Huneyn’de Rasûlullah etrafında siper olanlar gibi mi hissettik kendimizi, yoksa darmadağın olanlar gibi mi? Belâlar dalga dalga üzerimize geldiğinde, inancımız mı arttı ümitsizliğimiz mi? Birbirimizi sevmenin iman kadar değerli olduğunu söyleyen oldu mu bize?

Allah’ın “kardeş” olarak nitelemesini ne kadar önemsedik? Kardeş olmanın bedelinin ne olduğuna ne kadar kafa yorduk? Kim için yola çıkmıştık, hedeflerimizde Allah rızası mı vardı, dünyevi tutkular mı?

Peygamberimize gelen koca sahabe “Ya Rasulullah kalbim katılaştı, üzülemiyorum, ağlayamıyorum.” deyince Rasulullah, “Yetimin sofrasına otur, muhtaçlarla hemhâl ol. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gider. Kalbinde yumuşama göreceksin” diyordu.

Peki, bize ne oldu? Kalbimizde merhamet, şefkat, acıma,üzülme/sevinme var mı? Yoksa gaflet örtüleri mi örttü üzerimizi.

Peygamberimiz, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyor, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: “Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!” Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunun ifadesiydi. “Mümin, seven ve sevilen, dost olan ve dostluk kurulandır. Sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!” diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu. Rasulüllah hemen yanıbaşımızda, sanki bir yüce misafirimiz. Bir an O’na hitab ediyorum sanki.

Peygamberlerin sonuncususun. Şu dünyada, bir ağacın altında bir süre gölgelenip sonra orayı terk eden bir yolcusun. Adaletlisin, şefkatlisin, merhametlisin. Tevazu sahibisin. Edebi/hâyâyı öğretensin. Gönülleri sonsuzluğa, güzele, iyiye, sevgiye açansın. Şikâyet etmeyen ve karşılık beklemeyensin. Kelebekler gibi ateşe atılan bizleri, kuşaklarımızdan tutup çekensin. Allah’ı en iyi bilen ve O’ndan en çok korkansın. Bu yüzden çok ağlayan, az gülensin. Hem yerde hem gökte emin olansın. Bütün insanlığa gönderilen kolaylık Peygamberisin. Lânetçi değil dâvetçisin. Kur’anı getiren ve ahlaki güzellikleri tamamlayansın. Kâinatın efendisi, Allah’ın Elçisi ve Son Sevgilisin.

Bir “huzur sohbeti”ndeyiz sanki ve Hz. Enes anlatıyor: “Medine’nin çocuklarından herhangi küçük bir kızcağız bile Rasulullah’ın elinden tutsa, onu istediği yere çeker götürür ve Peygamberimiz ondan elini geri alamazdı.” Bugün bu “el”e o kadar muhtacız ki!... Tutup da bırakmasak o eli. O “el”in götürdüğü hayat, öyle bir hayat ki, nefes alışından adım atışına, gülümseyişine kadar hikmet dolu. Tek bir sözü ümitsizliğe çözüm. Her bir davranışı anlaşmazlıklara hâkem. Öyle bir hayat ki, üzerinde tek leke bulunmayan, erdemin nakışlarıyla süslü bir güzellik örgüsü.

Öyle bir hayat ki, sesi ve neşesi hâlâ asırlar öncesinden günümüze geliyor. Samimi, saf, temiz. Bir insan kalbinin incitilmesine, bir ağaç dalının kırılmasına razı olmayan bir yüce kalp. Bütün parlaklığı, güzelliği, aydınlığıyla Allah Rasulü’nün kalbi.

Hâlâ ışık tutuyor bugün de insanlığın yoluna. Bütün zamanları kucaklayan, sınırları, iklimleri aşarak insanlığı kurtuluşa, kardeşliğe çağıran, yeni, yepyeni, taptaze, hayat ve gerçek dolu ses hâlâ O’nun sesi. Hâlâ tek ışık, tek ümit, tek özlem O! Kuraklıktan çatlayan topraklar yağmura nasıl hasretse, inleyen hastalar sabahı nasıl beklerse, bugün de bir kaynağı içecek kadar susamış sevgisiz ve yalnız kalmış kalpler O’nu öyle arıyor!

Kimseyi mahcup etmeyen, incinmeyen, incitmeyen, kırmayan, O’ydu. İnsanların sevinciyle sevinen, O’ydu! O’ydu herkesin ıstırabıyla yanan. Gerçek olan ne varsa, saygı uyandıracak ne varsa, saf olan ne varsa, iyi, sevimli ne varsa, O’nun hayatını doldurmuştu. En karanlık geceler O’nunla aydınlandı.

Kur’an ahlakı ve onun konuşanı, yürüyeni, hareket edeni, olan Peygamber Efendimizi önce tanımak, anlayarak yaşayıp sonra da asrın idrakine söyletmek aslî vazifemiz olmalı. Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği böyle bir dünyada güvensizliğin yayıldığı bu “cinnet toplumu”nun karanlıklarını ancak bir peygamberi solukla, vahyin inşa ettiği insanla aydınlığa çıkarıp, “cennet toplumu”na dönüştürebiliriz.

Peygamber Efendimizin Hayatı’nın örnekliği, bizim hayat tarzımızı etkilemeli, bu vesile ile çeki/düzen vermeliyiz yaşantımıza. Çünkü Münakaşayı sevmeyen bir Peygamberimiz var bizim. İmtiyazlı (Ayrıcalıklı) olmayı kabul etmeyen, suizana sebebiyet vermeyen, savaş ahlakını öğreten, vefalı bir Peygamberimiz var bizim. Esirlere dokunmayan içki içene bile “lânet etmeyin!” diyen bir Peygamber. Tahammül gösteren, aşırı övgüden rahatsız olan, hayatı hayır istikametli, bir Peygamber. İşte gün, böyle bir Peygamberin izini sürme günü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi