Türkçü Hocamın Sitemnâmesine Beyan-ı Efkârım
Türklüğü ve millet mefhumunu asliyetiyle idrâk etme çabalarımın mahsulü olan nâçiz yazılarımdaki üslûbu “iddialı ve mütekebbir” bulan “Türkçü / milliyetçi” hocam, “oysa çok saygılı, efendi ve kibar bir insan” olduğumu (şüphesiz olarak bu kanaatinde samimidir) belirterek, “meğer kalem insanı nerelere götürüyormuş böyle” diye serzenişte bulunuyor.
Ayrıca “efendiliğimle meşhur olduğu”mu ifade etmesinden dolayı duygulandığımı ve bundan böyle dinimin emri ve insan-ı kâmillerin sıfatı olan “efendi” liği karınca kararınca aslâ elden bırakmayacağımı beyan ederim.
Fakat, fikir hareketlerine ve kavramların esamisine dair her gün yeni bir bilginin eklendiği ve arşivlerin az da olsa açılmasıyla işin ustalarınca hakikatleri tam yazan kitapların yayınlandığı bir süreçte, yakın tarihteki fikrî mevzuları bir başka cephesiyle öğrenmek ve yazmak ameliyesi acaba “efendiliğimizin” neresine zül getirebilir, anlamak kâbil değil.
İçinde bulunduğu fikir hareketi için diyemem ama, kalbi ve karakteri som altın olan Türkçü Hocam, sitemnâmesine şöyle başlıyor:
“Türklük sıfatını hâlâ kendine yakıştırıp yakıştıramadığını, bu sıfatın Anayasa’dan dahi çıkarılmasının tartışıldığı günümüzde böyle bir işe taraftar olup olmadığını; ‘Türklük kavramını işitince cin çarpmışa dönen bir takım yeni-liberal, Marksist-liberal, etnikçi-bölücü, Türk milletine ve tarihine düşman bir sürü ne idüğü belirsiz çevrelerle, keza siyaset ve pragmatizm, bil istifade oportünizm uğruna sabah-akşam Türklüğe söven bu güruh ile iyi geçinen, onlarla malum ve meş’um hedefe doğru kol kola yürümekte beis görmeyen sözde bir kısım ‘İslâmcı’larla mesafesinin ne olduğunu düşünür ve ayağını bastığı zemini ona göre kat’iyetle belirlerse; ve bütün bunlarda milliyetçilerin kırmızı çizgilerini ezip geçerse ben asıl o zaman -hani o sözdeki gibi- ‘.....i’tizâl etti’ derim. Sonra ne derim? Ne diyeceğim, bütün bu mülevves (kirli, pis) çukurda paçasına bir şey bulaşmadan yürüyebilirse ‘güle güle.....’ derim! Ve ‘...... ne ilktir, ne de son bulacaktır’ derim. Eğer bütün bunları kasteddiğimiz anlamda ‘İslâmcılık’ adına yapıyorsa da Nevzat Kösoğlu’nun bu çevreler için uyarısını hatırlatır, ama ha, ‘Tarihe dikkat!’... derim.”
TÜRKÇÜ HOCAM, “TÜRKLÜĞÜ KENDİME YAKIŞTIRIP YAKIŞTIRAMADIĞIMI” SORUYOR
Anlaşılan şu ki, Türkçü Hocam, “Türklüğü kendime yakıştırıp yakıştırmadığımdan” şüpheye düşmüş. Türklüğü İslâm cihetiyle telif çabamın nafile bir arayış olduğunu ima ettikten sonra “İslâmcılığın mülevves çukurunda paçama bir şeylerin bulaşmasından” endişe ediyor ve bununla kalmayıp, “milliyetçiliğin kırmızı çizgilerini ezip geçersem, işte o zaman ‘.....i’tizâl etti’ derim” diyerek geçmişteki fikrî çizgimi hatırlatıyor. Ne gam!
Yunus Emre Hazretleri ve Akşemseddin, Hacı Bayram Veli Hazretleri ve Mehmet Âkif ne kadar Türk’se o kadar Türk’üm elhamdülillah. Türklüğün Anayasa’dan çıkarılmasına taraf olacak gaflet ve dalâlete de düşmedim şükür.
TASAVVUR ETTİĞİM TÜRKİYE İSLÂM CUMHURİYETİ ANAYASASINDA TÜRKLÜK
Tasavvur ettiğim Türkiye İslâm Cumhuriyeti Anayasası’nda Türklük, Atatürk milliyetçiliğinin öngördüğü nation karşılığı laikçilik ihtiva eden ulus mânasında zikredilmeyecek, ayniyle ve sarahatiyle şöyle târif edilecektir:
İlk madde; Türkiye’de İslâm dinine inananlar kardeştir ve dinde zorlama yoktur. Türkiye’deki Müslümanlara, “din, yani şeriat’la eş anlamlı olan, İslâm üzere tutulup gidilen yol ve Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla kullarına meşrû kıldığı esaslar mânasına gelen millet muhtevasını iktisab etmiş (kazanmış) ve bu inanç, duygu, düşünce ve davranışları taşıyanlara Türk milleti denir.
İkinci madde; Türkiye’de, bin yıllık hâmî ve bâniliğiyle meşruiyetin kaynağı, siyasî ve idarî hâkimiyet Türk milletine aittir.
Üçüncü madde; Türklük ifadesi, Türkiye’deki fonksiyonu ve mesuliyeti ile “millet” kavramına eşdeğer bir adlandırma olup, ilk maddedeki târif üzere bir ırkın, bir siyasî ve sosyal sınıfın adına muhtevası ve amaçları değiştirilerek sahiplenilemez. Türk milleti, İslâmî seciye ve yükümlülüğü muhtevasında barındıran ve devletin adını taşıyan isimdir. Türkiye’deki Türklük, İslâm’dan iktisab ettiği millet vasfıyla etnik bir kimlik değil, bin yıllık İslâmî medeniyet ve devlet muhtevasını taşıyan millî ve umumî kimliktir. Millet vasfını haiz bu kimlik altında bünyesindeki Müslüman etnik ve sosyal grupların dil ve kültür varlıklarını yaşatır ve Türk milletinin zemininde birer unsur olarak addeder.
Dördüncü madde; Türkiye’de yaşayan Kürt ve diğer Müslüman unsurlar tekil olarak “Türk’üm demek mecburiyetinde değildir. Fakat Türkiye’yi “Türk millet ve devleti” varlığıyla kabul eder. Türk milleti ifadesi, Sünnîliğin bütün mezheplerini ihtiva ettiği gibi, Şiîliğe meyletmeyen Alevî, Bektaşî ve Caferîleri siyasî bir topluluk değil, cemaat olarak bünyesinde addeder. Türkiye’deki Hıristiyan ve Musevî azınlıklar Türk milletinden addedilmezler. Türkiye vatandaşı olarak adlandırılır ve zımmî (haklarıyla korunması gerekenler) sayılırlar.
Beşinci madde; Bünyesindeki bütün Müslüman ve gayr-ı Müslimleri, İslâmî muhtevayı tam kuşanmış “Türk millet ve devleti” nâmıyla sosyal adaletçi bir istikâmette kucaklamayı anayasa görevi bilir.
Âcizane beyan ettiğim bu ifadeler istikbâle ait fikirlerimdir.
TÜRKÇÜLER, ATATÜRKÇÜ ANAYASA TARAFTARIDIRLAR
Türkçü derneklerin, Atatürkçü 1980 Anayasasındaki birçok maddeyi hâlâ savundukları malûmdur. Birkaç misâl; “Atatürk ilke ve inkılâplarının bilimsel yolla araştırmak maksadıyla kurulan Atatürk Kültür, Dil, Tarih ve Yüksek Kurumu”yla ilgili 9 maddenin; yine Atatürk ilke ve inkılâplarının korunmasıyla ilgili 58. maddenin, keza ilk üç maddenin yanında 66. madde gibi Atatürkçü Cumhuriyetin ideolojik vasıflarını ihtiva eden maddelerin değişmesine taraf değildir.
Tasavvuflu yüklü medeniyet anlayışımızın gereği olan edep ölçüleri içinde ifade ederim ki, çeyrek asırdır fikirlerin ve kavramların altından her gün binlerce metreküp suların aktığı, yalan söyletilen yakın tarihin üstündeki örtülerin kaldırılmaya başladığı bir Türkiye’de, içine resmî ideolojinin kirli suları karışmış olan “milliyetçiliğin kırmızı çizgileri” bir tabu olabilir mi artık? Aksini söyleyen varsa, veyl ona!
Uzun yıllara rağmen, Müslüman Türk toplum damarlarına girebilmek bakımından mesafe alınmadığı ve içinde “donup” kaldıkları Türkçülük teknesinin arızalı olduğu söylenince alınganlık göstermek ve bu tenkitlerin niçin yapıldığını anlamaya çalışmamak, “milliyetçi ağabeyler” için bir nakısa değil midir?
TÜRKÇÜLERE “SALDIRMAMIN” ALTINDA “PSİKOLOJİK SEBEPLER VARMIŞ”
Türkçü Hocam, “Türkiye’nin o kadar büyük kangren olmuş ve vücuda zarar verir hâle gelmiş köklü dertleri varken, hiçbirisiyle dişe dokunur şekilde uğraşmayıp kendine hedef olarak ‘Türkçüleri / milliyetçileri’ seçmesinin ‘epistemolojik ya da ‘ideolojik’ olmaktan çok ‘psikolojik’ sebepleri olmalı” demiş.
Bu kanaat, tek merkezden ideoloji üretilen ve bir asırdır zihniyet travması geçiren Türkiye’de değişmenin bir uyanış, bir bahtiyarlık olabileceğini görmezden gelen “titri”ne kapanmış “Türkçü / milliyetçi ağabeylere” has indî bir kanaattir. “Acaba niye değişiyorlar?” diye anlamaya çalışmaktan mahrum ve baştan savma bir ifade.
“Psikoloji” denen Avrupaî meret, bu fakirin bünyesinde ne gezer! Allah’ın yardımıyla “psikoloji”, fikir ve fiillerimizde barınamaz, ezer geçeriz “psikolojiyi!”
Doğru olduğuna inandığım fikirler söyleme cehdimin ve tenkitlerimin zemini “epistemolojik” ve “ideolojik”tir. Her ne kadar bu kelimelere yabancı felsefe mahsulü olduğu için aidiyetim olmasa da, Türkçü Hocamın ifadesiyle “Türkçülere saldırmamın” izahını bu kelimelerle yapmak mecburiyetinde kalmam göz önüne alınmalıdır.
TÜRKÇÜLERİ TENKİDİM “EPİSTEMOLOJİK”TİR
Merhum Ahmet Yüksel Özemre, “epistemoloji, bilginin kaynağını inceleyen felsefe dalı ve bilgi teorisi ise de, bir yönüyle epistemoloji, aslında ilim hakkında derin bir tefekkürdür. Bir ilmin ya da ilmî görüşlü bir sistemin (...) geçerlilik sınırlarını, teşhis ve tesbit eden, bunların isabetliliklerini analiz ve temyiz eden bir ilim dalıdır. Bildiğinizi sandığınızı gerçekten bilmekte misiniz? Bildiğinizi hangi yoldan bilmektesiniz?...” diyor.
Sadedi şu: Türkçüleri tenkit edişimin altında yukarıdaki târif üzere bir epistemolojik sebepler vardır. “İdeolojik” sebebe gelince, ideoloji toplumla ilgili bir nazariyeyi meydana getiren, siyasî ve sosyal hareketleri yönlendiren fikir, inanç ve görüşler sistemi olduğuna göre, demek ki Türkçülerin fikirlerini temyiz etmeye ve Türklük anlayışının doğrusunu bulmaya çalışmam bu mânasıyla “ideolojik”tir.
TÜRKÇÜLÜK KAVRAMINI TASHİH VE TEMYİZ ETMEK EN ÂCİL VAZİFEMDİR
Bir asırdır millete içtimâî saadet ve birlik fikrini verememiş, içinde Batı’nın envaî çeşit sosyal prensip ve zihniyetiyle arkaik Asya Türklüğünün kültürel motifleri bulunan Türkçülüğün tenkit edilmesinden önemli başka ne iş olabilir?
Solcuların, sosyalistlerin, liberallerin, Atatürkçülerin ve bünyemizden kopmak isteyen Kürt etnikçilerin alâmet-i fârikaları belli. Fikir ve fiilleriyle “Hakk’a tapan” Türk millet anlayışına zaten açık muarızlardır. Bunlarla uğraşmak elbette vazifelerimiz arasındadır.
Ancak, “Türkçü / milliyetçiler”, İslâmlığa dair mevzu, kavram ve şahsiyetleri, eklektik fikirlerden meydana gelen vitrinlerine yerleştirerek, İslâm’la kemalâtını bulmuş Türk milletiyle “fikrî akrabalık” veya “akraba fikirdaşlık” husûle getirmek sûretiyle Türklüğün asıl kimliğinin, özellikle yeni nesiller açısından doğru kavranmasına belli ölçüde mâni olmaktadırlar. Bu “imaj”la, İslâm’ın içinde erimiş Türk milletini kendi Türklük söylemleriyle iki arada bir derede koydukları ve kafasını karıştırdıkları içindir ki, “Türkçü / milliyetçilerle “uğraşmayı”, en başta kavramların ve istikâmetlerinin tashih edilmesini âcil bir vazife bilmekteyim.
TÜRKÇÜLER, TÜRKLÜK ÜSTÜNDEN “HAKK’A TAPAN” TÜRKLERİN KAFASINI KARIŞTIRIYOR
Dahası var; “Türkçü / milliyetçiler”, “Türklük” ismi üstünden ve İslâmî bir kelime olan “millî”likten türeyen nice kavramların muhtevasındaki dinî çağrışımı azaltıp “kültürel bir unsur” hâline getirerek ve ham siyasetlerine âlet ederek, iftiharla yaymaya çalıştığım “Hakk’a tapan” Türklüğe zarar vermektedirler ki, vazifelerimin şimdilik en âcili budur.
“Türkoloji Enstitüleri”yle, “Bilimsel Türkçülük”le, kurgusal Türkçülük ve milliyetçilikle bir asırdır Türkiye’de Türk milletini yeniden meydana getirmenin mümkün olmadığı görülmüştür. Bugün de Türkler, gök yere inse, yer göğe çıksa “Atatürkçü ilke ve inkılâplarıyla târif ettiğimiz mânasıyla Türk milleti vasfını kazanamaz.
Ulus-devlet mantalitesi ile “Türk milleti” olunmaz. Esasında Türkiye’de Türk milletinin örtülü ve kamuflajlı muhalifleri, Türkleri “millet” olma vasfından uzaklaştıranlar Türkçülerle Atatürkçü milliyetçilerdir.
Hâsıl-ı kelâm; üç asır Âl-i Selçuk, altı asır Âl-i Osman adıyla Türkiye’de yaşayanların yirminci birinci asır itibariyle Âl-i Türk adıyla millet ve devlet vasfını sürdürmesi, tarihten gelen mirasın, meşruiyetin, medeniyetin ve istikrarın gereğidir.
Türkler, Cengizleşen, Moğollaşan ve Endülüsleşen bir topluluk olmamak istiyorlarsa, Müslümanlıkla eş anlamlı olmayı daha da derinleştirmeli ve dokuz asırlık ehl-i millet kimliğini bütün muhtevasıyla sahiplenmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.