Olayları siyer okuyarak değerlendirelim
Bu uzun kış gecelerinde Peygamberler Tarihi okuyor, çeşitli siyer kaynaklarından Peygamber Efendimizin hayatında yaşanan hâdiseleri günümüzle irtibat kurarak değerlendirme ihtiyacı hissediyorum. Böylece aktüel olaylar beni sürüklemiyor, aksine aktüaliteyi tefekkürle, tezekkürle tahlil etme imkanına sahip oluyorum. İsimler üzerinde durmaktan, siyasi polemiklerle uğraşmaktan, sunî gündem oluşturanlara tâbi olmaktan da kurtulmuş oluyorum. Gündemden düşmeyen Irkçılık meselesi, Ermeni meselesi, Adalet meselesine bir de siyer ve hadisler zaviyesinden bakmamızı tavsiye ediyorum âcizâne. İslam Tarihinde geçen birkaç olayı siz değerli okurlarım için üzerinde düşünüp fikir yürütebileceğimiz mülahazasıyla nakletmek istiyorum.
Peygamberimizin hayatında Hatıb Olayı ve Düşündürdükleri
Hatıb b. Ebi Beltea. Bu güzide sahabi Bedre katılanlardan. Cennetle müjdelenmiş bir amel olarak tescil edilen Rıdvan Beyatı sahiplerinden. Uhuda katılmışlardan. Alah Resulü, özel kaynağının verdiği bir haber üzerine, Hz. Ali başkanlığında dört kişilik bir müfrezeyi yola çıkarıyor: Gidin, şu şu evsafta bir kadın bulacaksınız yolda, onda bir mektup var, onu alıp getirin. Geliyorlar, tarif edilen eşkaldeki kadını Mekke yolunda Ravza-i Hah denilen yerde buluyorlar. Bu, Ebu Lehebin cariyesi Sare. Mektubu istiyorlar, vermek istemiyor, Hz.Ali zorluyor, sonunda çıkarıp veriyor. Mektubun metni, müfessir Alusinin nakline göre şöyle:
Haberiniz olsun ki, Rasullah gece apansız gelen büyük bir ordu ile size yöneldi. Allaha yemin olsun ki o sizin üzerinize tek başına gelse, yine de ona zafer verecektir; zira o Allahın kendisine vaat ettiği şeye ulaşacaktır. Görüyorsunuz, içerik olarak temiz, fakat yapılan iş çok tehlikeli. Mektubun sahibi Hatib bin Ebi Beltea.
Hatıb huzur-u Nebiye celp ediliyor. Allah Rasulü mektubu gösterince hiç inkar etmiyor, hatasını savunmuyor, aynen şöyle diyor: Aleyhimde hüküm vermekte acele etme ya Rasulallah! Ben Kureyşten değilim, onların yanaşmasıyım. Diğer muhacirlerin hemen hepsinin yakını var, onların geride kalan ailelerini onlar koruyor. Ailemi himaye için benim hiç kimsem yok. Bu yolla onlara ulaşmak istedim; ne inkarımdan, ne dinimden yüz çevirdiğim için ve ne de İslamdan sonra küfürden razı olduğum için yaptım bunu.
Peygamberimiz, doğru söyledider ve bağışlar. Hz. Ömer Bırak ya Rasulallah şu münafığın hakkından geleyim diye kılıcına davranıyor. Rasulallah sen dur diyor.
(Bu olaydan birçok ders çıkarıyoruz. İlk elde akla gelenler şunlar:
1. Delil ve şahit ortada olsa da, sanık belli olsa da, yargısız infaz yapılamaz.
2. Mahkeme herkese açık olmalı, cemaati top yekün riske eden olayın üstü örtülmemeli. 3.Kişinin yakınlarına olan sevgisi gözünü karartmamalı.
4. Bedre katılmış, Rıdvan beyatında bulunmuş bir sahabi de olsa, kuldur, hata yapabilir.
5. Bir yanlış mazeret var diye doğru olmaz.
6. Bir yanlıştan dolayı iyi bir geçmiş silinmez.
7. Birinin münafık olup olmadığı sadece yanlışına bakılarak değil, o yanlışın arkasındaki niyet ve sebeplere bakılarak tesbit edilebilir.
8. Müslümanlar aleyhine düşmana bilginin en masumu bile yasaktır.
9. Sahabe en zor durumda bile kendini ifade edebilecek bir özgüvenle yetiştirilmiştir.
10. Hata ile hatayı yapan insan arasındaki fark göz önünde tutulduğu için Hatıbtan daha sonra çok yararlanılmıştır. Mesala, Mısıra elçi olarak gönderilmiş ve başarılı olmuştur. Hz.Ömer döneminde bir kez daha elçilik yapmıştır. Huneyn sırasında susuz İslam ordusuna kuyu yapma görevi ona tevdi edilmiştir. Hepsinden öte, onun bu hatası üzerinden Allah bize hitap etmiş, tüm zamanlarda geçerli olan dersler vermiştir. Yine Rasulullah bu gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini pratiğini bu sayede ortaya koymuştur.
(İmtihanımız devam ediyor: Ders alanlara ve imtihanı başarıyla verenlere ne mutlu.)
Suçluya kızı da olsa cezasını verirdim diyen bir Peygamber
Hz. Aişeden şöyle bir olay rivayet edilmiştir: Mahzum kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının hali, Kureyşli Müslümanları kederlendirmişti. Bunun üzerine Onun affı için şefaate Rasulullahın çok sevdiği Üsame b. Zeydden başka kim cesaret edebilir? dediler. Üsameye söylediler, O da Hz. Peygamberden kadının affedilmesini istedi. Rasulullah (sav) ise Üsameye: Allahın hududundan bir haddin kaldırılması hakkında aracılık mı yapıyorsun? diye çıkıştı. Ardından kalkıp halka bir hitabede bulundu ve şöyle dedi: Sizden öncekiler, içlerinden itibarlı, nüfuzlu bir kimse hırsızlık yaparsa onu cezalandırmayı terk ederlerdi. Âciz, zayıf, fakir-fukaradan bir kimse çalacak olursa hemen cezalarını verirler, haddi tatbik ederlerdi. O kavimler bu sebepten dolayı helak oldular. Allaha Andolsun ki, Suçlu Muhammedin kızı Fatıma da olsaydı, onun da cezasını verirdim.
Çok tartışılan meselelere ışık tutacak iki hadisi şerifi de nakledeyim:
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz. Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter." (Müsned)
Kim, kendisiyle anlaşma yapılmış (gayri müslim) bir kimseye zulmederse veya hakkını eksiltirse yahut yerine getiremeyeceği bir yük (sorumluluk) yüklerse veya rızası dışında bir eşyasını elinden alırsa; kıyamet gününde, ben o kimsenin aleyhine delil (Allaha şikayetçi) olacağım. (Ebu Davud)
Bir zımmîyi (can güvenliği verilmiş bir gayri müslimi) öldüren kimse, cennetin kokusunu duyamaz. (Buhari)
Yaşadığımız olayları bir de siyer ve hadis okuyarak değerlendirmeye ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.