Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Babil Kulesi’nden Fransız Devrimi’ne bakmak!

Babil Kulesi’nden Fransız Devrimi’ne bakmak!

Rivayet verilir ki, Babil Kulesinde insanların dilleri ve gönülleri çatallaşmış.

Eski usülcüler ‘ıstılahlarda çekişme olmaz’ deseler de Bediüzzaman kavramların değişmesiyle Babilleşme yaşandığına temas etmektedir. Zira kavramların referansları değişmiştir. Aynı kavram bir yönüyle seküler değerlere bakarken bir yönüyle de dini değerlere bakabilmekte bu da anlaşma zeminini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla referansların da muhakemesi yapılmalıdır. Ne oldu da kavramlar anlamlarını kaybettiler veya kavramlar çekişme nedeni haline geldiler? İngilizler Mısır’ı 1881-82 ile 1956 yılları arasında doğrudan yönettiler. Tevfik Tavil sonrasını ise şöyle getirir: “İngilizler çekildiklerinde geride kavramlarını bıraktılar ve korkulukları gibi bizi bir yüzyıl da kavramları yönetiyor. İngilizler çekilseler de nihayet kavramlarıyla bizi yönetmeye devam ediyorlar...” Onların bıraktıkları kavramlar arasında hilafet ve ittihad-ı İslam yok yerinde Ali Abdurrazık’ın seslendirdiği İslam’da siyasi düzenin olmadığı kavramı ve zihniyeti vardır. Enver Sedat bunu şöyle özetlemiştir: “Dinde siyaset ve siyasette de din yoktur.” Muhammed Abduh ve arkasından Bediüzzaman ise, siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınırım demiştir. Bu siyasetle İslam arasındaki irtibatı reddetmek değil aksine mülevves ve ilkelere değil çıkara dayalı konjonktürel siyaseti reddetmektedir. İkisi arasında dağlar kadar fark vardır. Bediüzzaman bu sözünü şöyle ikmal etmiştir: Siyaset dine hadim olmalıdır. Din siyasete değil siyaset dine alet edilmelidir. Doğrusu budur. Peki, nasıl oldu da kavramlar bizi birbirimize düşürdü ve birbirimizden ayırdı? Buna Babilleşme süreci diyebiliriz. İkinci Babilleşme süreci ise Fransız Devrimi’nin bir ürünüdür. Fransız Devrimi bütün birlikleri paramparça etmiştir. Ulusçulukla imparatorlukları hak ile yeksan etmiş ve dini değerlerin yerine dünyevi değerleri ikame ederek de cemiyetleri paramparça etmiştir. Yatay ve dikey ya da siyasi ve sosyal olarak toplumları çözmüştür.

¥

Türkiye Tarih Kurumu Başkanı Kemal Çiçek, TRT Türkiye Kanalı’nda (Basın Kulübü) Ermeni meselesini anlattı. Burada Bulgar meselesine temas ederken Bulgar milletinin gerçekte bir Rus icadı olduğunu söyledi. Bu ifade dikkatimi çekti. Bunun üzerinde biraz durmak gerekiyor. Ruslar kaybolmuş ve inkıraza uğramış Bulgar dilini yeniden kurgulamış ve canlandırmıştır. Arnavutça gibi bir gelişme kaydetmiştir. 1879’da İstanbul’da Abdül ve Şemseddin Sami Fraşeri kardeşler, Latin ve Yunan harflerinin karışımından oluşan İstanbul Alfabesi’ni oluşturdular. Ruslar ise Bulgarları protege yani himayegerde ve vasal bir millet kabul etmişlerdir. Ve kiliselerini ayırarak onların mukadderatını da bütünüyle Yunanlılardan ayırmak istemişlerdir. Böylece Fatih’le birlikte Yunan tasallutu altındaki Ermeni Kilisesi’nin Yunan Ortodoks Kilisesi’nden ayrılması gibi Bulgar Kilisesi de Yunan Kilisesi’nden ilanihaye ayrılmıştır. İkinci Abdulhamid Han’ın politikası da bu olmuştur. Lakin Yunanlılarla-Bulgarların ayrışması temelde gerileyen imparatorluğa bir can simidi olmamıştır. Bulgar komitacılarının isyanları Batı’da ve Rusya’da olumlu akisler ve yansımalar bulmuş ve neredeyse Emile Zola gibi edipler Osmanlı’ya karşı Bulgarlar nedeniyle yeni bir Haçlı seferi açılmasını istemişlerdir. Zaten Osmanlı aydınları da cumhuriyetçi eğilimlerin yani Fransız Devrimi’nin etkisinden sıyrılamamış ve kurtulamamışlardır.

¥

Ca’li veya uydurma mastar ve fiiller olduğu gibi suni ve zorlama ile kurulan uluslar ve devletler de var. Bu yeni Babilleşme sürecinin tezahürleridir. Yine Yunanistan’la bağlantılı olarak günümüzde Makedon sorunu da Bulgar meselesinin bir benzeridir. Bu hususta en bariz başka bir örnek İsrail’dir. Binlerce yıldır ait olmadığı topraklarda hak iddia etmiş ve sönen İbraniceyi yeniden suni döllenme ile canlandırmış ve yeniden Filistin’e (Arz-ı Mev’ud) yerleşmiştir.

Adını İsrail koymuştur. Bu isme layık mıdır veya ona verilmesi tarihe göre doğru mudur yanlış mıdır, tartışılır. Lakin bir yönüyle bu ismi vermek mümkündür. Yine de İsrail’e yerleşen topluluklar dinen Musevi olsalar da ırken Yahudi olup olmadıkları tartışmalıdır. 12 Kabileye mensubiyetleri veya Yakup oğullarıyla kan bağı şüphelidir. Nitekim, Musevi kökenli Macar yazar Arthur Koestler 13’üncü Kabile adlı eserinde bugünkü Yahudilerin kan bağı açısından çakma olduğunu ileri sürmüş ve Musevilerin büyük bir kısmının kökenlerinin bir Türk kavmi olan Hazarlara dayandığını iddia etmiştir.

Kısaca, Fransız Devrimi’yle birlikte sadece imparatorluklar değil kiliseler de millileşmiştir. Toplama nüfus ve toplama dillerle yeni uluslar ihdas edilmiştir. ‘On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan’ ifadesi psikolojik olarak bu konjonktürün eseridir. Arap Baharı ve devrimi Babilleşmenin ve Fransız Devrimi’nin etkilerinin kırılması ve sonu olacaktır. Zira bu devrim dini değerlere dayalı yeni bir birleşme zemini vadediyor. Bu trend ve süreç aynı zamanda Batı üstünlüğü döneminin de sonuna işaret ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi