Bu Gidişle Batarız
BEN Türkiye'nin batmasını, çökmesini mi istiyorum?.. Hâşâ!.. Böyle bir şeyi isteyecek kadar vicdansız ve vatansız değilim. Lakin haber veriyorum, uyarıyorum: Bu gidişle, bu kafayla Türkiye batar.
Batmasını istemek başka, batar demek başkadır.
Niçin batar?
Yoğun ve genel bir kirlilik var. Uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde ülkemizin notu 10 üzerinden 5'in altında yani imtihanı kaybetmişiz.
Herkes realiteyi kendi inancına, felsefesine, hayat nizamına göre değerlendirir. Ben Kur'ana, Sünnete ve Şeriata inanan bir Müslüman olarak bu gidiş hep böyle devam etmez, çöker diyorum.
Çöküş sebeplerinden birincisi adaletsizliktir.
İslam hükeması (bilgeleri) ne diyor:
Adaletli bir küfür düzeni ayakta durur ama adaletsiz bir İslam toplumu ayakta durmaz, çöker...
İsveç'te, Norveç'te, Finlandiya'da adalet var ama...
İngiltere'de öyle bir adalet var ki, isteyen Müslümanın müracaat edip hüküm istemesi için özel Şeriat Mahkemeleri bile açıldı.
Bizde öyle bir adalet yok.
Bir kere kanunlarımız âdil değil. Türkiye'nin millî kimliğine, millî kültürüne, sosyal yapısına, tarihine uymayan, hattâ yer yer onlara zıt olan kanunlara âdildir denilemez.
Zinayı suç saymayan bir ceza kanununa âdil diyebilecek bir Müslüman düşünmüyorum.
İnsanlar hürriyetsiz yaşayabilirler ama adaletsiz yaşayamazlar.
Bildiğimiz hukuk adaletinin yanında bir de sosyal adalet vardır. Bu memlekette sosyal adalet olduğunu iddia edebilecek biri varsa çıksın ortaya...
Bugünkü cahillikle bu ülke, bu halk, bu devlet ayakta kalmaz.
Hani adamın gözü hastalanmış, yüzde on görüyor, bizim okuma yazmamız da öyle... Halk 1928'den önce yazılmış, basılmış kitapları, belgeleri, metinleri okuyamıyor. Bu ne korkunç cahilliktir!..
On milyonlarca vatandaş liselerde, üniversitelerde okumuş ama mantık bilmiyor. Mantık nedir? En basit ve kaba târifiyle doğruyla yanlışı birbirinden ayırmak, doğru düşünmek ilmidir.
Türkiye Müslüman bir ülke ve şu Müslümanların haline bakınız:
İtikat bozuklukları... Namazın terki... Cemaatin terki... Tesettürün terki... Emr-i mâruf ve nehy-i münkerin terki... İslam ölçülerine göre ahlaksızlığın her türlüsü yaygın hale gelmiş... Haram yeme genelleşmiş... Müslümanların büyük kısmı ilmihallerini bilmiyor... Ümmet teşkilatı ve riyaseti yok... Fitne fesat, nifak şikak, isyan tuğyan... Lüks, israf, sefahat, gurur, kibir... Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmıyor...
Böyle bir İslam toplumu yıkılmaz da ne olur?
Müslüman bir memlekette riba üzerine kurulu bir mâlî-iktisadî sistem yıkılmaz mı?
Yalanın ve aldatmanın saltanatı ebediyen devam etmez.
Üst üste bir yığın küp dizmişler, en alttaki yalan, onun üstünde dolan, üçüncüsü nifak, dördüncüsü fısk u fücur, beşincisi fuhşiyat, altıncısı ekl-i riba, yedincisi terk-i salat ve terki cemaat, onun üstünde gurur ve kibir, ondan sonra ucb, daha böyle çok küp var... En alttakini çekerseniz ne olur? Hepsi gümbür gümbür yıkılır parçalanır. Tehâfütü'l-akvab!..
Yıkımda enkazın altında kalmamak için ne yapmak lazımdır.
Tek kelime: Islah, yani iyileştirme.
Önce kendini iyileştireceksin, sonra çoluk çocuğunu, sonra bütün halkı.
Bunu tek başına yapamazsın, böyle bir ıslah hareketi için birleşeceksin.
Ümmet içindeki yerini alacaksın ve bir İmam-ı Kebir seçeceksin.
Ehil olmayan fâsığın birini imam seçersen belanı bulursun.
Ehliyetli, âdil, lâyık, mürüvvetli, fütüvvetli, alim, ârif, âbid, zâhid, mücahid fi sebilillah, muttaqi, muhlis, müstağni bir zat olmalıdır imam.
Günde beş vakit namaz kılıyor, beş öğün mükellef yemek yiyor, rahat döşeğinde yan gelip yatıyor, arada bir lüks arabasıyla tenezzühe çıkıyor... Böyle imam olmaz.
Bize Şeyh Şâmil, Selahaddin Eyyubî, Nureddin Zengî, Ömer ibn Adülaziz gibi bir imam lazımdır.
Kesin konuşuyorum:
Müslümanlar bugünkü nifak ve şikakta, fısk ve fücurda, bugünkü tefrika ve tezebzübte, bugünkü haram yemede, bugünkü kokuşmada, bugünkü gaflette devam ederlerse gelecekleri parlak değil, karanlıktır.
Ümit kırıyormuşum, çok karamsarmışım... Bırakın bu bahaneleri yahu!.. Bendeniz ümit kırmıyorum, uyarıyorum.
Kırıcı olmamak için az bile yazıyorum.
* (İkinci yazı)
Yüksek Kişiler
Yüksek makamlarda iki tür "yüksek" bulunur: Birinciler, kendileri talip (istekli) olmamıştır, matlup (istenen) olmuşlardır, ehliyetleri olduğu için hizmeti kabul etmişlerdir.
İkinci kısım ise yükselmek için yanıp tutuşmuşlar ve yüksek makamlara çıkmışlar, yüksek olmuşlardır.
Birincilere bir sözüm yok, burada ikincilere sesleniyorum:
Yanıp tutuştunuz, ille de yükseleceğim dediniz ve sonunda ne oldu?
Zerre kadar huzurunuz, rahatınız, istirahatiniz yok... Dur durak yok... Ne gündüzünüz gündüz, ne geceniz gece... Sakin sakin bir lokma yemek yiyemiyorsunuz... Uykunuz gecede birkaç kez bölünüyor. Ya kâbuslu rüyalarla, yahut önemli haberleri vermek için uyandırılıyorsunuz.
Fitne ve fesat yağmur gibi yağıyor.
Hayatınız tehlikede.
Etrafınızda dostunuzdan çok düşmanınız var.
Alkışlayan çok ama vefalı yok.
Yalakalar, yağcılar koro halinde serenadlar okuyor.
Yüzünüze gülen nice cemaat kuyunuzu kazıyor.
Ah benim sayın canımın asıl manası canın çıksın.
Rantçılar ranta doymaz.
Elinizin altında milyonlarca kemik olsa bu kadar istekliye yetmez.
Talih rüzgârı aleyhinize dönse etrafınızda kimse kalmaz.
Sayın sayın sayın... Sakın sakın sakın inanmayın.
Hapşırsanız, yağcılar ve yalakalar hep bir ağızdan aman efendim bu ne şahane, bu ne harika hapşırma oldu, tarihte benzeri yoktur derler.
Taraftarlarınız sizi yere göğe sığdıramaz; muhalifleriniz, fırsatını bulsalar sizi bir kaşık suda boğarlar.
Doğru da olsa uyarı ve tenkitlerden nefret edersiniz; gayr-i samimî övgülere bayılır mest olursunuz.
Yüksek makam ve mevkilere geçmeyi çok istediğiniz için işleriniz zorlaştıkça zorlaşır.
Ayağınızın altındaki yer sinsice kazılır, farkında olmazsınız.
Hangisi yürekten canım diyor, hangisi canın çıksın, belli değil.
Ey yüksek kişiler, işiniz gerçekten çok zor.