Auster buraya; yumruk havaya!
Artık bu demden sonra hepimiz için yapılacak ilk iş, müşarünileyhin bir kitabını bulup okumaktır.
Müşarünileyh dediğim Paul Auster. Bir kısım medyamızda sadece Auster olarak geçiyor, o kadar mâlum bir şahsiyet yani. Biz bir adamı sadece soyadıyla zikretmeye başlamışsak, âmiyâne tabirle o kişi "Aşığı gümüşletmiş" demektir ve netekim kitaplarının Türkiye'deki yayıncısı, üstâdın, "Orada gazetecileri cezaevine koyuyorlar; ben öyle bir ülkeye gitmem" şeklindeki sözlerinden sonra neredeyse külliyat halinde neşrettikleri kitaplarının yeni baskılarını yapmak için rotatiflere "Tam gaz!" komutu göndermiş olsalar gerektir; zira böyle curnata az ele geçer.
Ukalâlığın mânâsı yok; üstâdın nâmını ilk defa "Ben de Türkiye'ye gitmem" tavrından sonra duydum. Söylerken hicaptan yerin dibine giresim geliyor; hiçbir kitabını da okumadım. Bu satırları mahallemizin biricik Karadenizli fırıncısının okumamasını temenni ediyorum zira bu itiraftan sonra ekmek almaya gittiğimde "ezikleyen" ve küçümseyen nazarlarla bir müddet yüzüme baktıktan sonra, "Sana ekmek yok hoca; daha Auster'den bir kitap bile okumamışsın" diyeceğinden endişe ediyorum.
İyi yazarmış, hayli takdir edeni varmış; ahbablardan âriyet bir kitabını bulursam okurum belki; ne var ki okumadan yazmak alışkanlığından mıdır nedir, ne zaman iki satır okumaya azmetsem narkoz yemiş gibi uyku bastırıyor. Benim için çok kötü, insanlık için önemsiz bir ayrıntı; ne yapsak?
Dün bakkala uğrayıp iki kilo gazete aldım. Radikal'in Pazar ekinde üstâd'ın tam sayfa fotoğrafını görünce âniden irkildim; "Yahu kime benziyor, kime benziyor" diye düşünürken aaa... "Ve mavi gözleri çakmak çakmak... bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak..." Koy başına bir astragan kalpak! Tüü, yahu resmen Atatürk'e benziyor üstâd. O geniş alın, saçlar geriye doğru taralı, şakaklarda hafif kabartı, o gür kaşlar, nâfiz bakışlar, ince dudak kıvrımları. Hele bir yuvarlak gözlükleriyle alınmış bir başka fotografisi var ki, Atatürk'ün gözlüklü tek fotoğrafındaki, ufkun ötesini tarayan bakışlarla tıpatıp aynı. Buyrunuz Auster'e peşinen hayran olmak için sıkı bir gerekçe daha.
Yıllardan beri eli yüzü düzgün bir Atatürk filmi çekmeyi bir türlü beceremeyen sinemacı takımı için bir başka alternatif. Bir ara bizimkiler role Antonio Banderas'ı yakıştırmışlardı da, Banderas, "Yoo abi, bana böyle bir teklif gelmedi" demişti ya... Auster de kabul etmez ama; onun Türkiye'ye gelmesi için cezaevlerinin boşalması, hükümetin ise koloni halinde Orion takımyıldızına ışınlanması gerekecektir. E, takdir edersiniz ki uzun hikâye!
Epeydir içinde CHP geçen şeyler yazmamaya karar vermiştim ama, bu güzide fırkamızın üst üste iki kurultay toplayacağı haberini ısrar ve azimle ıskalamama rağmen, Kemâl Bey, "Türkiye'yi ziyaretiniz hapisteki çok sayıdaki gazetecinin serbest kalmaları yolundaki mücadelemiz açısından özellikle önemlidir" cümlesine yer veren bir mektupla Türkiye'ye davet ederek gündemime sızmayı başardı, kutluyorum. Buna mukabil Auster üstâd cevaben, "Valla ne yapacağımı bilmiyorum. Daha önce verdiğim sözler nedeniyle bu yıl Türkiye'ye gidecek vaktim yok. Ama belki ileride bir zaman olur, bakacağız" diyerek bir mânâda CHP'yi yüzüstü bırakmış oldu. Gelseydi ne iyi olacaktı hâlbuki, hele bir de basın toplantısı yaparken protesto edilse iki sonuç cepte keklikti: Bir, CHP önümüzdeki seçimleri kazanacak; iki, Auster üstâdımız kesinlikle Nobel'e aday gösterilip büyük ihtimâl ödülü kapacaktı. Olmadı. Şimdilik tek sonuçtan bahsedebiliriz: Üstâd'ın Türkiye'deki kitap satışlarında hatırı sayılır bir artış olacaktır ve bu hiç de yabana atılacak bir ara sonuç değildir.
Sözün burasında "Başbakan keşke üstâdı hiç muhatap almasaydı" demek var ama bir dakika; polemiğe bayılıyor Başbakan; kendi hesabına iyi de yönetiyor; nitekim bu patırtının iki galibi var; yayıncı firmayla Başbakan'ımız.
Kaybedeni mi merak ediyorsunuz: Gülmekten fırsat kalırsa söylerim bir ara...