MİT’e operasyon hikâye... Asıl hedef Hakan Fidan!
Sorduğumuz “soru”ların ve yaşadığımız bütün “sorun”ların temelinde, galiba “öküzler ile aslanlar”ın hikâyesi yatıyor...
Hikâyeyi biliyorsunuz...
Ama; gelin, bir defa daha tekrarlayalım:
Eski zamanların birinde bir otlakta “öküz sürüsü” yaşarmış...
Yaşarlarmış yaşamalarına ama; civardaki “aslan”lar, bir türlü rahat bırakmazlarmış onları.. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye...
Öküz dediğin de öyle yabana atılır bir hayvan değil tabiî...
Bir araya toplandılar mı, kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları...
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı:
“Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor” demiş aslanlardan birisi...
“Evet” diye tasdik etmiş diğerleri...
“Nereye gideriz” diye düşünürlerken, “Bir dakika” diye bir ses duymuşlar gerilerden... Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa...
Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan “topal aslan”mış söze atılan...
“Hayır” demiş,
“Hiçbir yere gitmiyoruz... Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi!..”
Kimse inanmamış ona, ama yine de “Haydi bir şans verelim, ne çıkar” diye düşünmüşler...
Topal aslan, elinde beyaz bayrak, gitmiş öküzlerin yanına...
Öküzlerin lideri olan boz öküz, sormuş ne istediğini...
Topal aslan; “Saygıdeğer öküz efendiler” diye başlamış lâfa:
“Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik... Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz?
Hep o, sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden!..
Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor... Onu gördüğümüzde ne kadar barışsever olduğumuzu unutup, size saldırıyoruz...
Bunların hepsi sarı öküzün suçu... Verin onu bize; siz de kurtulun, biz de!.. Verin ki; bundan böyle barış içinde yaşayalım!..”
Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş...
Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife...
Bir tek yaşlı benekli öküz karşı çıkıp “Olmaz” demiş...
“Vermeyelim sarı öküzü” demiş ama, kimseye dinletememiş sözünü...
Sonunda, zavallı sarı öküz, teslim edilmiş aslanlara...
SÜRÜNÜN SELÂMETİ İÇİN!
Diğerleri üzülmüşler üzülmesine, ama elden ne gelir ki!..
“Bütün sürünün selâmeti için” alt tarafı bir öküz deyip, “sarı öküz”ü gözden çıkarmışlar!..
Aslanlar, sarı öküzü alıp, bir güzel parçalamışlar ve doyurmuşlar karınlarını!..
Gerçekten de sözlerinde durmuşlar!.. Birkaç gün boyunca, sürüye hiç saldırmamışlar!..
Huzur içinde geçmiş günleri...
Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele “öküz etinin tadı”nı aldıktan sonra!..
“Acıktık” demişler bir gün...
Topal aslan, boz öküzün yanına giderek “Günaydın” diye girmiş söze:
“Gördünüz ya; biz aslanlar ne kadar uysal milletiz... Yalnız, buraya bunu söylemek için gelmedim... Büyük bir problemimiz var!..”
“Nedir?” demiş, boz öküz, merakla...
“Şu sizin uzun kuyruklu öküz var ya” demiş topal aslan ve devam etmiş:
“Öyle uzun bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor... O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor... Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz... Gelin, verin onu bize ve bu mevzuyu burada kapatalım...
Eskisi gibi, barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün!..”
Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ileri gelenleriyle!.. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan...
Hepsi de, “Verelim gitsin” demişler!..
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa...
Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden!..
Saatler sürmüş zavallının çırpınışları, ama sonunda o da yenik düşmüş aslanların pençelerine...
Uzatmayalım...
“Ver filanca öküzü, al barışı!..” şeklindeki alışverişler, defalarca yaşanmış “aslan”lar ile “öküz”ler arasında!..
“Fedakârlık”ta bulunup, aslanlara “ziyafet” çekenler, hep “öküz”ler olmuş!..
BİZ NİYE KAYBETTİK?
Ama, bu arada; her geçen gün daha da semirmiş aslanlar!..
Alabildiğince güçlenmişler...
“Öküzler” ise, her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler...
Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış...
Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış;
“Verin bize filanca öküzü, sonra karışmayız haaa” derlermiş sadece!..
Zavallı öküzlerin “Hayır” diyebilecek güçleri kalmamış...
Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde...
Aralarında “boz öküz”ün de bulunduğu birkaç tanesi kalmış en sona...
Bir gün; kalanlar bir araya toplanıp durum değerlendirmesi yapmışlar...
Öküzlerden biri;
“Ne oldu bize, oysa ne kadar da güçlüydük aslanlara karşı... Bu savaşı niye hep biz kaybediyoruz?” diye sormuş...
“Biz, bu kavgayı” demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek;
“Sarı öküzü aslanlara verdiğimiz gün kaybettik!..”
BÜYÜK RESME BAKIN!
Bu hikâyeyi tekrar niye anlattım?..
Anlattım, çünkü;
Son 3 gündür; “MİT üzerinden Hükümet’e yönelik bir operasyon” yapılıyor ya da yapılmak isteniyor!..
Olaya, sadece “Bir savcının işi” deyip geçmek mümkün değil!
Önceki gün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüşen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de, dün dediği gibi; “Herkesin büyük resme bakması” gerekir!..
Peki Abdullah Gül’ün “işaret” ettiği “büyük resim”de ne vardır?..
Gül, diyor ki;
“Türkiye’nin çevresindeki ülkelerde olağanüstü gelişmeler yaşanıyor... Lehte ve aleyhte olağanüstü değişiklikler oluyor. Bütün bunlar Türkiye’nin geleceğini, milli güvenliğini, milli çıkarlarını yakından ilgilendirmekte... Böyle bir ortamda kanunlarla verilen yetkiler var. Kurumlar, kanunlarla verilen görevlerini yerine getirmelerinden dolayı suçlanırken, çok dikkatli olunması gerekir. Bu konu ve bütün bunların yaşanması Türkiye için gerçekten talihsizliktir ve üzücüdür. Ümit ederim herkes soğukkanlılığını korur ve her şey yerli yerine oturur.”
Demek ki, neymiş;
Devletin kurumlarını, verilen “yetki”lerden ve yaptıkları “görev”lerden dolayı “suçlamaya” kalkarsanız; “Türkiye’nin geleceğini, milli güvenliğini ve milli çıkarlarını” da tehlikeye atmış olursunuz!..
İyi de, “KCK Soruşturması”nı yürüten savcılar Sadrettin Sarıkaya ve Bilâl Bayraktar, bunu bilmezler mi?..
Elbette bilirler...
O halde; Hakan Fidan, Emre Taner ve Afet Güneş’i, hem de “şüpheli” sıfatıyla niye “ifade”ye çağırdılar?..
Bilmezler mi, hiç;
MİT Müsteşarı’nın ifade vermesi, ancak “Başbakan’ın izni”yle mümkün olur?.
Elbette bilirler!..
O halde;
“İşin içinde başka işler var!”
DEPREMİN ARTÇI ŞOKLARI
“MİT Müsteşarı ve eski MİT mensupları”nın ifadeye çağrılmış olması, Türkiye’de elbette “deprem” etkisine yol açtı... Dün de, “depremin artçı şokları”nı yaşadık.
“Yasa”ları adres gösterip, önceki gün “ifade”ye gelmeyen Hakan Fidan için, özel yetkili savcılar; dün de “Ankara’da talimatla ifade vermesini” istediler.
Ve yine;
Emre Taner ve Afet Güneş’le “2 üst düzey MİT görevlisi” hakkında da, “yakalama” kararı çıkardılar.
Yani, reste rest!..
Bu arada;
“İddia”lar havada uçuştu!..
TRT’nin de aralarında bulunduğu bazı televizyonlar ile internet siteleri ve ajanslar, önce “2 MİT’çinin evinde arama yapıldığını”, ardından da “gözaltına alındıklarını” duyurdular, ancak kısa süre sonra; kendi haberlerini kendileri yalanladılar!..
İster istemez;
“Neler oluyor, kimler ne yapmak istiyor?” diye sormaktan kendimizi alamadık!
Gerçekten, neler oluyor?..
Birileri; “Ankara’ya rağmen, İstanbul’da bir şeyler mi tezgâhlıyor?..”
Birileri; bu tür haberleri ortalığa yayarak, “nabız” mı yokluyorlar?..
Bu tür “emrivaki”lerle, “Ankara devreye girip de engellemeden işi bitirmek” mi istiyorlar?..
Değilse;
Daha sonra yalanlanan bu “ev arama” ve “gözaltı” haberleri nereden çıktı, kim veya kimler çıkardı?.. Yoksa, “savcı”ların da üzerinde bir “güç” mü var?..
O CÜMLELERİ KİM YAZDI?
Bu, nasıl bir “savaş”tır, bu savaşın “taraf”ları kimlerdir ve “hedef”leri nedir?..
Bana öyle geliyor ki;
İşin boyutu çok büyük!..
Mesele;
“MİT ve PKK’nın, gerek Oslo’da, gerek İmralı ve Kandil’de yaptığı görüşmeler”in de ötesinde bir büyük meseledir!..
Öyle ya;
Bu görüşmeler, zaten “MİT’in görevleri” arasındadır...
Kaldı ki; bu görüşmelerle ilgili, “gazetelere sızdırılan raporlar”da, MİT ve özellikle Hakan Fidan’la ilgili; “Ulaklık vazifesi yürüttüğü!.. Avrupa, İmralı ve Kandil arasında mekik dokuduğu!.. Öcalan’ın; örgüt lideri olarak değil, eş taraf olarak kabul edildiği!.. MİT’in, PKK’ya hayat öpücüğü verdiği!..” gibi; “aşağılayıcı ve itibarsızlaştırıcı” ifadeler kullanılması üzerinde de ayrıca durulmalıdır!..
Şahsen ben;
“Savcı”ların ve “polis”in bu ifadeleri kullanabileceğini düşünemiyorum...
Çünkü bu ifadeler, bir “gazeteci”nin elinden çıkmış gibi görünüyor!..
İşte bu yüzdendir ki;
İşin içinde; “savcı” ve “polis”i de aşan bir “irade” olduğunu düşünüyorum.
YANDAŞLAR İKİYE BÖLÜNDÜ!
“Gazeteci” demişken... Bilmem hiç dikkat ettiniz mi, son 3 gündür “yandaş” denilen gazeteler de ikiye bölünmüş durumda!.. Bir kısmı “MİT’e ağır suçlamalar” yöneltirken, bazıları Hakan Fidan’a sahip çıkıcı haberler kullanıyor.
“Haber” ve “yorum”larında, elbette her gazete “özgür”dür ama, olaya dışarıdan bakanlar, acaba hangi “yandaş”ın dediğine bakacak?..
Meselâ, televizyonda “ortak program” yapan Nagehan Alçı mı “yandaş”tır, yoksa Nazlı Ilıcak mı?.. Çünkü, birisi “Hanya” derken, diğeri “Konya” demektedir!..
Bu, bir “kafa karışıklığı” ifadesi midir, yoksa, bir yerlerden “tüyo” almış olmanın bir ifadesi mi?..
Uzun lâfın kısası;
“MİT’e yönelik operasyon”da, “yandaş” denilen gazeteler ve gazeteciler de ikiye bölündü!..
Hem de, enteresan bir şekilde!..
Düne kadar, “Türk-Kürt barışı”nın sağlanması için, MİT’in PKK ile yürüttüğü görüşmelerde “MİT’in tarafında” olan bazı gazetelerin, şimdi; o görüşmelerden dolayı suçlanan MİT’in aleyhinde tavır alması, evet; birden bire “taraf değiştirmesi” bana hayli anlamlı geldi!..
Acaba, “sufle” mi yapıldı?..
Peki, o “sufleci”ler kim?..
BİR DE NİFAKÇILAR VAR!
İşte bu sufleciler, ortalığa öyle “kirli bilgiler” yayıyorlar ve öyle “nifak” sokmaya çalışıyorlar ki; dün, bunun bir örneğine daha şahit olduk...
Meselâ, dün DİSK’n 14. Genel Kurulu’na katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, şöyle bir soru sormuş gazeteciler;
“Hiç kimse bunu açık açık dile getirmiyor ama, MİT olayında Cemaat ile Hükümet arasında kılıçların çekildiği gibi bir iddia var... Siz, bu değerlendirmeye ne diyorsunuz?”
Cevap vermiş Kılıçdaroğlu;
“Elimizde herhangi bir bulgu yok... Bulgu olmadan yorum yapmak, konuşmak doğru olmaz.”
Kılıçdaroğlu, ilk defa “gaza” gelmemiş, ilk defa “sazan” gibi atlamamış...
Doğru olanı da budur.
Ne var ki;
“Hükümet” ile “Cemaat” arasına bu tür “nifak” sokma çabalarının kaynağına da iyi bakmak gerekir!..
Kim yayıyor bu “söylenti”leri?..
Şahsen ben;
Bu tür “dedikodu”ları yayanların amacının “Hükümet ve Cemaat’i karşı karşıya getirip, yıpratmayı” amaçladığını düşünüyorum.
İşin içine “Cemaat”i sokmak isteyenler, “bir taşla iki kuş vurmayı” düşünenlerdir!.. Hükümet’in de, Cemaat’in de bu tuzağa düşeceğini sanmıyorum.
HÜKÜMET KELLE VERMEYECEK!
“Olay”ları ve “görüş”leri bu şekilde özetledikten sonra, gelelim yazının başındaki hikâyeye!..
Kim, ne derse desin;
“MİT’e yönelik operasyon”un perde arkasında, “Hakan Fidan’ın kellesini koparma” plânı vardır... Yani, birileri; hikâyedeki adıyla, “sarı öküz”ü istemektedir!..
“Sarı öküz” verilirse,
“Diğer talepler” sıraya girecektir!..
Peki, Hükümet, “Hakan Fidan’ın kellesi”ni verecek ve onun parçalanmasına göz yumacak mıdır?..
Görünen o ki;
Hükümet, Hakan Fidan’ın kellesini “vermeme” ve onu “parçalatmama” konusunda “kararlı”dır...
Nitekim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşen Adalet Bakanı Sadullah Ergin, dün, Meclis’e bir “kanun teklifi” vermiştir!..
“Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile, MİT Kanunu ve Ceza Kanunu arasındaki “yetki karmaşası”na son verilecek ve öyle sanıyorum ki, “Başbakanlık izni” ifadesi daha da netleştirilecektir... Teklif, Meclis’te Salı günü görüşülecek...
Kanunlaşınca da, “tartışma”lar bitecek!
Mi acaba?..
Bu kanunla birlikte, Hükümet elbette “saldırıları püskürtmüş” olacaktır ama, İsrail başta olmak üzere “Hakan Fidan’ın kellesini almak” isteyen bazı “mihrak”ların çabaları sona ermeyecektir!..
Çünkü Hakan Fidan, “aslan”lara bile kafa tutan “sarı öküz” gibi, “çok önemli bir konumda”dır!..
Uzun lâfın kısası;
“KCK soruşturması” filan hikâye!..
Amaç, “Hakan Fidan’ın kellesi”ydi!..
Ama verilmedi... Verilmemeli!..
İnşaallah, yine çarketmez!
Bir an için; “Acaba kafasına saksı mı düştü?” diye düşündüm... Ardından; “Karda ayağı kayıp kafasını yere mi çarptı?” diye meraklandım... Ama, hayır... Ne kafasına saksı düşmüş, ne de kafasını yere çarpmış... “Bozuk bir saatin, günde iki defa doğruyu göstermesi” gibi, Bay Kılıçdaroğlu da, “iki konuda doğru”yu söylemiş.
İlk defa “tek parti dönemi”ni eleştirerek demiş ki; “Cumhuriyet döneminde pek çok hatalar oldu... 1948’de Bulgaristan’a kaçarken faili meçhule kurban giden şair-yazar Sabahattin Ali’yi CHP öldürttü!”
Sadece bu “itiraf”la yetinmemiş...
“Atatürk’ü Koruma Kanunu” ile ilgili olarak da demiş ki;
“Atatürk, bu milletin bağrından yetişmiş, bu ülkeye büyük hizmetleri olmuş bir insandır. Ne Atatürk’ü ne de bir başkasını özel bir yasayla korumanın bir anlamı yoktur.”
Siz olsanız, bunları söyleyen Kılıçdaroğlu’nun başına saksı düştüğünü veya kafasını yere çarptığını düşünmez misiniz?..
Ama, öyle değilmiş...
Bay Kılıçdaroğlu, bu “itiraf”lara başladığına göre; bir gün gelir, belki “Dersim halkını da CHP’nin bombalattığını” itiraf eder!.. Kimbilir, “Varlık Vergisi’ni, Tan Matbaası baskınını, köylülere dışkı yedirtildiğini ve Nazım Hikmet’i hapsettiklerini” filan da itiraf eder.
Tabiî, “parti içinden gelen baskılar”la; yarın-bir gün, yine “Yanlış anlaşıldım... Ben öyle demek istemediydim” deyip de “çarketmez” ise!..