Bu senaryo Türk sinemasına armağanım olsun
Bizim "Âsi, şişman, mütayit ve Ermeni" Sevan Nişanyan'ın yaramazlıkları bitmiyor, bakınız yine neler yapmış?
"Kim bu adam, nereden çıktı?" demeyeceksiniz herhalde; Nişanyan'ı tanımayan kaldı mı memlekette? Daha önce Selçuk ilçesinin Şirince köyünde eski köy evlerini aslına sâdık tarzda onararak ihyâ ettiği için resmî makamlar tarafından takdir edilmek yerine nasıl pişmân edildiğinden, daha doğrusu asla pişman edilemediğinden bahsetmiştik bu sütunlarda.
Sevan Nişanyan, Refik Halit Karay'ın unutulmaz tiplemelerinden "Tam bir muhalif"i andırıyor; andırmak ne kelime, tıpatıp aynısı. Ne kadar engellenir, ne kadar cezalandırılır, caydırılmaya kalkışılırsa o kadar nevri dönüyor; öyle aksi, o kadar muhalif bir inat noktasında insanı şaşırtan, ama daha çok gülümseten eylemler koyuyor orta yere.
İşte onlardan biri.
Hikâye şöyle başlıyor: Ali Nesin'le birlikte ayağa kaldırdıkları Şirince'deki Matematik Köyü'nü şenlendirmek için bir anıt yapmayı düşünüyorlar. Daha önce yörede benzerlerine raslayıp hayran olduğu kaya mezarlardan birini, köyün kayalık yamacına sıfırdan inşa etmek geliyor aklına. Ünlü bir heykeltraşa soruyor, trilyona varan bir rakam telaffuz edilince, "Gayret dayıya düştü." diyerek işe sıvanıyor.
Nasrettin hoca fıkrası gibi
İşin gerekçesini şöyle izah etmiş, ki bayıldım bu izah tarzına: "Gerçek özgürlük, -eğer özgürlük diye bir şey varsa- budur: Seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece 'güzel' olduğu için yapabiliyor musun? 'Topluma faydalı bi şey yapsaydın' deme bana, 'topluma faydalı' denilen şeylerin üstünde kaçınılmaz olarak çıkar hesabının gölgesi vardır (...) Ayrıca vaktiyle Kant okumuşuz, üçüncü kritik üstünde de haftalarca kafa patlatmışız. "Güzellik, her türlü çıkar hesabının üstünde olan şeydir" diye kalmış aklımın bir köşesinde."
Sonra inşaat süreci başlıyor; sözü yine Nişanyan'a bırakıyoruz:
"İlk başladığımda jandarma bölük komutanına gittim, başkasından duyma benden duy diye projeyi anlattım. Sevan Bey izin alsaydın keşke dedi. Peki kimden izin alacağım? Anıtlar Kurulu? Şaka herhalde, ortada tarihi eser yok ki onların yetkisine girsin. Özel İdare? Onların işi imar planı yapmak, binaların ruhsata uygunluğunu denetlemek, alakası yok. Kaymakam Bey'e söylesen? Adamcağız neye göre izin verecek? Ne yapacağı belli, benim dilekçeyi top yapıp kapı kapı gezdirecek, arada da dua edecek ki top kendisine geri gelmeden tayini çıksın, bu beladan kurtulsun. Bir dost ortamında İmar İşleri Müdürü ile sohbet ettik. Sevan Bey, Buca Belediye Başkanı onca sene uğraştı ama dağdaki Fantoma anıtı için izin çıkarabildi, gel seni onunla tanıştırayım dedi. Mersi, almayayım dedim. Hayat kısa, bürokratik budalalıkla ziyan edecek vaktim yok. Ayrıca öyle bir ucubeyi yaptırabilen adamla benim ne işim olur?
İnanmayacaksınız, tam altı ay kıvrım kıvrım kıvrandılar, bir kulp bulamadılar. Kaymakamlıkta, valilikte, bakanlıkta, benim bildiğim en az on toplantı yapıldı bu Nişanyan'la nasıl başa çıkacağız diye. Sonunda topu Orman İdaresi'ne attılar. Meğer benim anıt yaptığım yer teorik olarak ormanmış. Eh, Orman Kanunu'nun 17. maddesi açık, ormanda "her çeşit bina ve ağıl inşası, tarla açılması, yerleşilmesi" yasakmış. Bina mı yapıyorum? Binanın hukuki tanımı İmar Kanunu'nda var, yaptığım şey bina değil. Ağıl değil. Tarla açmıyorum. Yerleşmeye -şimdilik- niyetim yok. Mülkiyetime geçirmiyorum. Daha ne? Olsun, dediler, davayı açtılar. Savunma yapmaya tenezzül etmedim. Hakime hanım altı ay hapsi dayadı, iyi halden bir ay kesti, sonra insaflı biri olduğundan tecil etti. Öylece kaldı.
Yetinmediler. Özel İdare memuru geldi. "O ne?" diye sordu. "Hiiçç, anıt" dedim. "Atatürk anıtı gibi bir şey mi" dedi. "Allah korusun" dedim. "Öyle dediğine göre Fethullah Gülen anıtıdır" dedi. Yemin ediyorum, tanıklar da var. "Hah, tam üstüne bastın, öyle yapacaktık ama hoca efendi yeterince fotojenik değil diye vazgeçtik, onun yerine Yunan tapınağı yapıyoruz." dedim. Gitti mühürledi.
Yasadışı olduğu apaçık olan bir mühür. Özel idarenin öyle bir yetkisi yok. Bina değil, ruhsata tabi yapım değil. Dağda oyuk açmanın ruhsata tabi olduğu nerede görülmüş? Gittim Özel İdare Müdürü'yle konuştum, hak verdi, yanlış işlem olmuş biliyoruz, dedi. Ama Türk adaleti affetmez, mühür bozmadan da bir dava açtılar. Savunma yapmadım, duruşmalara gitmedim. Geçen hafta çıkan beş aylık mahkûmiyet ondandır.
Bu da yetmemiş. Geçen ay (Aralık 2011) bir de ne duyalım? İzmir bilmemkaç numaralı Koruma Kurulu bizim kayayı "arkeolojik sit" ilan etmemiş mi? Adamların düştüğü çaresizliğin düzeyini tahayyül edebiliyor musunuz? Arkeolojik sit dediği yer bir kuru kaya. Çıkıyor etraftan gerçi üç beş parça geç-Bizans çömlek kırıntısı, ama ona bakarsan Antakya'dan Çanakkale'ye kadar hangi tarlayı eşelersen çıkar bir şeyler. Garibanlar gerekirse Selçuk'un gecekondu apartmanlarını bile tarihi eser ilan etmeye hazırlar, yeter ki Sevan'la baş edebilsinler!"
Bu satırları, bir okuyucumun haber vermesi üzerine Nişanyan'ın blogunda okudum ve ona danışmadan ödünç aldım. Ümid ederim ki, bu küçük nezaketsizliği affedecektir. Alıntılanan kısımlarda bazı editoryal makaslamalar yaptığımı da itiraf etmem lâzım; Nişanyan kafasının tası attığında sözünü kimseden esirgeyen takımından değil. Bazı ifadeleri bipledim; affetsin.
Okudunuz işte; tam bir muhalif o. Bir farkla; bizde muhalif karakter, "İstemezükçülük" karakteri üzerine bina edilmiştir. Eleştirir, yapılanda kusur bulur ve iptâliğe, yıkımına çalışır, yok sayılması üzerine davranış biçimlendirir. Nişanyan ise istemezükçü muhalif karaktere yeni bir boyut getiriyor; birşeyler yapıyor, kuruyor, inşâ ediyor, yükseltiyor ve yaptığı şeyleri ayakta tutmak için mücadele veriyor. Kime karşı; efsânevi bürokratik yıldırma mekanizmasına karşı ve ona rağmen.
*
Son zamanlarda yerli sinemamızda, özellikle mahalli renkleri dile getiren, rahat seyredilir bir mizahi akım gelişiyor; buna dair çok başarılı örnekler seyrettik. Nişanyan'ın başına gelenler ve onun ilginç muhalefet ve mücadele tarzı çok güzel bir film olurdu. Senaryo yazmaya bile gerek yok; Nişanyan'ın yaşadığı komiklikleri sıraya koyup Nasreddin Hoca fıkraları gibi ucucuna eklemek kâfi.
*
Yazıyı bağlarken hoş bir haberle karşılaştım: Haberi bir mimarlık sitesinden kopyalayarak aynen dikkatinize sunuyorum. Şöyle:
"Yazar Sevan Nişanyan'ın İzmir'in Selçuk ilçesi Şirince köyü yakınlarındaki Kayserdağı'na Muğla Dalyan'daki tarihî Kaunos Kaya Mezarları'na benzeyen oyuklar yaptırmasıyla başlayan tartışmalara, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay son noktayı koydu. Önceki gün Efes Antik Kenti kazı alanındaki çalışmaları yerinde incelemek amacıyla İzmir'e gelen, Şirince'de de Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı Dr. Beatrix Karl ile birlikte yemek yiyen Günay, gazetecilerin konu hakkındaki sorularını yanıtladı. Nişanyan'ın Dalyan'dakine benzer kaya mezarı yaptırmaya başlamasıyla ilgili olarak kurulun teknik inceleme gerçekleştirdiğini belirten Bakan Günay, "Her önüne gelen taklit eser yapamaz" dedi. Kurulun incelemesinin tamamlanmasını beklediklerini ifade eden Günay, "İnceleme sonucu gereği yapılacak" diye konuştu.
*
Ee, yerli sinemacılar, daha ne bekliyorsunuz şu filmi çekmek için?