Kedime Çağdaşlık ve Uygarlık Dersleri
Önce kendime güzel bir çay demledim. Bizim Tekir'in kâsesine de süt koydum. O sütünü içti bitirdi, ben çayımı yavaş yavaş yudumlarken ona çağdaş uygarlık dersi vermeye başladım.
- Tekir bak buna fes derler, buna da şapka. Fes giyen atalarımız gerici imiş, şapka giymişler birden bire uygar ve çağdaş olmuşlar. Denemesi yapılmış, vatandaşın fes giyerken IQ'su 85 iken, başına şapka geçirince birdenbire 130 olmuş, zeka ölçen aletin ibresi fırlamış...
Ben bunları anlatırken Tekir sakin sakin ayağının ucunu yalıyor ve yüzünü temizliyordu.
- Sonra Tekirciğim, bizim atalarımız bin yıldan fazla İslam ve Kur'an yazısını kullanmışlar, bir türlü çağdaş ve uygar olamamışlar. 1928'de bu yazı yasaklanmış, yerine Latin ve Frenk alfabesi getirilmiş ve halkımız, ülkemiz, devletimiz şimşek hızıyla çağdaş uygarlık seviyesine çıkıvermiş. Bir ilerleme, bir terakki, bir muasırlaşma olmuş ki sorma.
Bu esnada kedim arka ayağıyla kaşınıyordu. Her halde pirelenmişti.
- Tekir sana anlatacaklarım daha bitmedi. Şapka giyerek, bin yıllık yazımızı yasaklayarak, onun yerine Frenk alfabesini alarak yeteri kadar süper çağdaş olamadığımız için, büsbütün ve katmerli çağdaş olmak maksadıyla İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han'ın vakfı Ayasofya Camii'ni ibadete kapatmışlar ve müze yapmışlar. Ayasofya minarelerinde son ezan okunduktan sonra Türkiye'miz bir anda Japonya seviyesine çıkmış, her yer gözleri kör eden nârî ışıklarla aydınlanmış. Ayasofya camilikten çıkarılınca Türkler uçak, tank, zırhlı gemi, otomobil yapmaya başlamışlar. Ulu Mâbed'in ibadete kapatılması sayesinde Türkiye şu ana kadar 50 Nobel almış. Televizyonu ve bilgisayarı biz icat etmişiz ve daha ne yenilikler, ne keşifler...
Tekir rahavet içinde yatmış, kürkünü diliyle temizliyordu.
- Evet benim minnoş kediciğim, eski gerici Osmanlılar kadınları tesettüre hapsedermiş. Biz tesettür çarşaf ve peçelerini yırttık ve onlara öyle bir özgürlük verdik ki, TC başlıklı resmî vesikalarla fahişelik yapmak bile serbest oldu. Hattâ genelevler imparatoriçesi Madam'a resmî törenlerle ödüller verdik. İşte uygarlık, çağdaşlık dediğin böyle olur. Böyle kadın özgürlüğü nerede görülmüştür.
Tekiri uyku basmış, gözleri mayhoş ve bir hoş olmuştu ama yine de dinler gibi yapıyordu.
- Ah Tekirim ah, eskiden saltanat vardı, halk eziliyordu ama biz egemenlik ulusundur yaptık, Kamutaya saylavlar gönderdik. Tek parti vardı. Oy pusulaları sandıklara açıkta atılır, sayım gizli yapılırdı ve tek parti yüzde 99,9999 oy alarak iktidara geçerdi. Eeee boru mu, egemenlik ulusun, başka ne olacak... Efendim, bu çağdaşlık ve uygarlık için neler yaptık neler. İstiklal Mahkemeleri kurduk, binlerce insan astık, binlercesini zindanlarda çürüttük. Ülkemize öyle bir uygarlık gelmişti ki, tarihte mabetsiz inşa edilmiş ilk şehir olan Ankara Yenişehrine üstü başı yırtık pırtık fakirler ve köylüler sokulmazdı. Manzarayı bozmasınlar diye.
- Ah benim Tekir'im... Daha sonra neler oldu biliyor musun? Bizim çağdaşlar ve uygarlar Türkiye'yi Almanya'nın ve Japonya'nın da üzerine çıkartmış, uçak, yerli ve yüzde yüz millî otomobil fabrikaları kurmuş, tanklar ve zırhlılar üretmeye başlamış, her yeri otoyollarla doldurmuş, refah seviyesini İsviçre ve Norveç'in de üstüne yükseltmiş iken nasıl olduysa uygarlık ve çağdaşlık düşmanı gericiler zuhur edip memleketi allak bullak ettiler. İster misin bu musibetler Ayasofya'yı tekrar cami yapsınlar, Kur'an yazısıyla Türkçe eğitim ve yayın yapmayı serbest bıraksınlar, dindar bir gençlik yetiştirerek ülkeyi iyice batırsınlar. Ah ah ah...
Aaa bir de baktım ki, bizim Tekir iyice gevşemiş ve horul horul mırıl mırıl uyumaya başlamamış mı?
Zaten bu salak ve alçak kedi ne çağdaşlıktan anlar, ne uygarlıktan, ne terakkiden ve aydınlanmadan. Aklı fikri fındık faresi, ciğer ve süt... Musibet şey!..
* (İkinci yazı)
Kraliçe Elizabet'in Tahta Çıkışının 60'cı Yılı
İngiltere, 1952'de tahta çıkan Kraliçe İkinci Elizabet'in 60'cı hükümdarlık yılını kutladı. Seksenini geçmiş olan taçlı devlet başkanı, daha nice yıllar halkına ve devletine hizmet edeceğini bildirerek istifa/feragat etmeyeceğini açıklamış oldu.
1952... Türkiye'ye bakalım: 1946 seçimlerini hile ve şaibe ile kazanmış olan Millî Şef İsmet Paşa, nihayet 14 Mayıs 1950 seçimlerinde devrilir. Yerine Celal Bayar cumhurbaşkanı olur. Celal Bayar 1960 askerî darbesiyle alaşağı edilir. Kendisi, Başbakan, kabine üyeleri, iktidar partisinin milletvekilleri Yassıada zindanlarına atılır.
Adnan Menderes ve iki bakanı asılarak idam edilir. Cesetleri ailelerine verilmez, dinî tören yapılmadan orada bir çukura atılıp gömülür.
Celal Bayar asılmaktan zor kurtulur.
Darbeden sonra Orgeneral Cemal Gürsel tepeden inme cumhurbaşkanı olur.
Sivil Cumhurbaşkanı adayı Prof. Ali Fuad Başgil canını zor kurtarır, İsviçre'ye sürgüne gönderilir.
Cemal Gürsel amansız ve acayip bir hastalığa yakalanır.
Yerine Orgeneral Cevdet Sunay geçer.
Arada 12 Mart 1971 askerî darbesi olur.
General Sunay'dan sonra Amiral Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçilir.
Daha sonra 12 Eylül askerî darbesi olur, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilir, devletin başına Orgeneral Sıtkı Evren geçer.
Sonra Turgut Özal sivil cumhurbaşkanı olur.
Ardından Süleyman Demirel.
Ardından şimdiki Cumhurbaşkanı sivil Abdullah Gül.
Bu arada yılı şu anda hatırımda değil 28 Şubat post-modern örtülü darbesi olur.
Daha askerî darbeler ve devrimler olacakmış ama...
Yahu yazarken aklım karışıyor, son altmış küsur yılda bizde ne kadar çok darbe, devlet başkanı değişikliği, ihtilal, inkılap, iğtişaş, fitne fesat, sıkıyönetim, işkence, tutuklama, faili meçhul cinayet olmuş.
Bizde bunlar olurken İngiltere krallığının başında tek hükümdar var: İkinci Elizabet...
İngiltere'de ne darbe olmuş, ne ihtilal, ne rejim değişikliği.
Dünyanın öbür ucundaki Japonya'da da böyle... Çok eskiye dayandığı için ne zaman başladığı bilinmeyen imparatorluk rejiminin Mikadosu Hiro Hito, 1926 tarihinde tahta çıktı, 1989'da ölünceye kadar Doğan Güneş devletinin hükümdarlığını yaptı. Japonlar imparatorlarına o kadar bağlı ve sadık idiler ki, Amerikalılar, 1945'te Japonya yenilip kayıtsız şartsız teslim olunca Hiro Hito'yu tahtından indirip orada cumhuriyet kurmaya cesaret edemediler. Belki de milyonlarca Japon intihar ederdi...
İngiltere ve Japonya tarihî devamlılık ülkeleridir.
Biri krallık, ötekisi imparatorluktur.
Japonya'da ikinci dünya savaşından sonra kopukluk olmuştur ama o büyük kopukluğu az zamanda tamir etmişlerdir.
İngilizler Latin harfleriyle, Japonlar kendi millî yazılarıyla yazıp dururlar.
İngilizlerin kanunları, örfleri, adetleri, kurumları eskidir.
Bazı resmî törenlerde birkaç yüz yıl önceki kıyafetleri giyen askerleri ve memurları vardır.
Japonlar isterlerse kimono giyebilir.
İyi ve kuvvetli lise tahsili görmüş İngiliz gençleri Shakespeare'in İngilizcesini anlayabilir.
İngiltere sömürge impatarorluğunu kaybetti ama yine birinci sınıf devlet.
"İngiltere'deki krallık sistemi mi daha istikrarlı, insan haklarına daha saygılı, daha âdil, din ve inanç hürriyeti konusunda daha elverişlidir; yoksa...................?" gibi bir soru sormayacağım. Bu yaşta başımı belaya sokmak istemem.
Âmme hukuku uzmanı değilim. Çokbilmiş bilgiçler konuyu saptırmadan, demagoji yapmadan cevap versinler, bendenizi aydınlatsınlar...