Garip Bir Mezar 1
Sizler de görmüşsünüzdür, bazen şehirlerarası yolculuk yaparken bir yokuş başında, bir dar geçitte, bir engin vadide tek kalmış mezarlara rastlarız. Hızla geçen arabamızdan okuyabildiğimiz kadar bu mezar, ya yol yapımında ölen bir garip işçi içindir, ya eşkıyaların öldürdüğü mazlum bir şehit, ya da kar kalkınca altından çıkan donup buymuş bir yolcu içindir. Allah rahmet eylesin!
Kim bilir kimler beklerdi onun da yolunu... Şimdi bu ıssız dağ başlarında komşusuz öyle tek başlarına yatıyorlardır. Onlara daha bir içten okurum Fatiha’mı, daha bir duygulu yaparım dualarımı…
Hatırlayın bir, siz de kim bilir ne kadar hikâyeler duymuşsunuzdur böyle. Ya da okumuşsunuzdur memleket hikayelerinden. Ben de çok duydum ve okudum. Hatta birisi vardır ki, andıkça içim yanar, içlenirim.
Bir akrabamız, yaşlı ve hatırlı bir insan, ekmek kazanmak için kışta kıyamette yollardadır. Gece misafir kaldığı evden “Kal gitme, tipi var” diyenleri dinlemez, “yetişirim akşam olmadan köyüme” diyerek yollara koyulur. Ama köyün üst tarafına kadar gelince, takati kesilir ve yıkılır. Birkaç kez bağırır. Hatta o sırada babam da bacısıgilden evine dönerken hafiften bir ses duyar, dikilir, kulak kesilir. Ama ses bir daha gelmez. “Çakal mı uludu, köpek sesi miydi bilemedim ki!” diyecektir öbür gün acıyla. Nerden bileceksin ki bu kışta kıyamette buz tutmuş bir insan sıcacık yuvasına dönmek için çırpınır durur?
Ömer Kaya Merhumun “Elbistan Maraş Hanları ve Yol Güzergahları” kitabını okurken de böyle garip, böyle acı ve can yakıcı bir olaya rastladım. Şu Anadolu topraklarında ne hikayeler var. Kaç Şevket Bulut anlatsa, ömre sığmaz. Bir yazarın ömrü sadece bizim köyüm “Âbez (Akbez)” hikayelerine yetmez sanırım. İşte öyle bir hikaye de adı geçen kitapta şu başlıkla anlatılır: “Osman Hâfız Seferberlikten Dönmüştü”.(s. 181-182) Oradan takip edelim isterseniz.
“Güblüceli Delibekirliler'den Osman Hâfız (Doğ. 1310/1894-Ölm.1333/1917), seferberlik geldiğinde, (Maraş) Duz Hanı'nda bir günlük bir mola verir. Tanıdık gelip akşamleyin kararlaştırıldığı üzere, Elbistan'a sabah namazından sonra hareket edeceklerdir. Yalnız, akşamleyin önden giden hemşehrileri arasında bulunan Güblüceliler köye varınca, Osman Hâfız'ın dönüşünü karısı Emine'ye müjdelerler.
Emine adet üzere eline kına yakar, ortalığa bir çekidüzen verir, sevincinden ayakları yere basmaz, gözleri önünü görmez olur. Nasıl görsün? Seferberlikten dönen kaç kişi olmuş ki? Duyduğuna göre seferberlik geri dönülmeyen bir sefermiş.
Osman Hâfız, sabahın seherinde birkaç yoldaşla yola düşer, “Çilelân”a kadar rahatça gelir. Ta Arap çöllerini teperek gelmiş bir adama Maraş - Elbistan arası yol mu sayılır? Yoldaşlarından hep önde zıpır zıpır giden adam buraya, yani Çilelân'a gelince birden tuhaflaşır. Yönünü kıbleye döndürerek diz çöker, yoldaşlarına:
"Gardaşlar, nedendir bilmem, ama benim halim kalmadı, dermanım kesildi. Allah bilir ya gayrı buradan öteye gidemem. Eğer nasip olur da ruhumu burada teslim edecek olursam beni bir yere götürmeyin, yolun üstündeki şura var ya, aha şuraya gömün ve etrafımı da taşlarla doldurun. Olur ya, gelen geçen fark eder de bir Fatiha okur geçer. Hayırlı kullar eksik değil, biri bir dua etse yeter bize" der.
Arası fazla sürmez, sessiz sedasız kelime-i şehadet getirerek yanına kıvrılır kalır. Yoldaşları şaşırır kalırlar. Ellerinden bir şey de gelmez ve biraz önce yoldaşları sağ iken söylediği şeyleri, yani vasiyetini olduğu gibi yerine getirirler.”
Ama tuhaf bir şey olur.
Ne mi olur?
Yazı çok uzadı. Gerisi gelecek yazıya inşallah.