“Siz Müslüman Değilsiniz”
Evet, aynen böyle diyordu Mesut Yılmaz Avrupa Parlamentosu'ndaki oturumda konuşma yaparken; “Siz Müslüman değilsiniz, bunu anlayamazsınız.”
Adamlar afalladılar tabi. Hıristiyan olmak aptal olmak mı ki anlayamasınlar? Peş peşe itirazlar geldi ama bizimki muzaffer bir komutan edasıyla cevap yetiştirmeye çalışıyordu. Adamlar gerçekten şaşkındılar.
Şaşkındılar, çünkü Türkiye’de başbakanlık yapmış birisi, Anayasa Mahkemesinin parti kapatmasının, askerin kışlaya çekilmemesinin, siyasetin vesayet altında olmasının haklılığını anlatıyordu ve bunu yaparken de “siz bilmezsiniz, anlamazsınız” diyordu yüzlerine karşı.
Neden anlamazlarmış?
Gerekçesi de çok ilginç: “Siz Müslüman değilsiniz.”
Ve açıyor sözlerini: “Müslüman bir ülke olan Türkiye'de laikliğin henüz tam anlamıyla benimsenmediği, siyasal İslam ve İran'daki gelişmelerden etkilendiği, ülkeyi önemli bir tehlikenin beklediği, çünkü AK Parti'nin dine dayalı siyaset yapan gelenekten geldiği.”
Ona göre sorun bu olunca “irtica ve bölücülük tehlikesi devam ettiği sürece askerin kışlasına dönmesi beklenemez. Dünyanın bugün geldiği noktada parti kapatmak çözüm değil. Ama siz de Türkiye'nin şartlarını anlamalısınız. Türkiye ağır bir tehlikeyle karşı karşıya.”
Ya, işte böyle! Bunu bilin ve işimize karışmayın ey Hıristiyanlar!
Sanırım afallama sırası size gelmiştir. çünkü bu sözlerin anlamı, “Siz Hıristiyansınız, bunu anlamazsınız. İslam, demokrasiyi, çağdaşlığı, laikliği, haklar ve özgürlükleri kısmen veya tamamen kabul etmez bir dindir. Benim ülkemde İslam değişmeden kalırsa, sorun bitmez. öyleyse siz de bu parti kapatmayı veya askerin kışlaya dönmemesini anlayışla kabullenmelisiniz.”
Bu “anlamama”yı sorun yapmamaları gerektiğini ima eder gibi, kendisinin de anlamadığı bazı şeyler olduğunu söylüyor. Mesela: “Ama bizim de Türkiye'den bakınca anlayamadığımız şeyler var. AB Komisyonu'nun AK Parti'ye yönelik kapatma davasına verdiği tepki, AB'nin kendi kurallarına da aykırıdır.” Diyor. Yani “Niye Ak Partiye destek veriyorsunuz?” diye hesap soruyor.
Tabi orası Türkiye değil. Anında tepkiler almış. Mesela AP milletvekili Kıbrıslı Rum Matsakis Yılmaz'ın sözlerine tepki göstermiş ve 'Açıklamalarınızdan rahatsız oldum. Bu davranışınız Avrupa'da anlaşılamaz. Sonuçlarınızı algılıyor musunuz bu açıklamanızın? Türkiye'deki sorun şu, ordu siyaset sahnesindeki yerini kaybediyor ve yerini yeniden kazanmaya çalışıyor' demiş.
AP Sosyalist Grubu'ndan Vural öger, AB'den gelen açıklamaların eleştirilmesine tepki göstermiş. 'Paranoyayı bırakıp, dostu düşmanı ayırt etmek gerekir. Kapatma davası Türkiye karşıtlarını sevindirdi' demiş.
Beraber katıldıkları Ufuk Uras ise bu benzetmeye karşı çıkmış ve 'Türkiye İran, Başbakan Erdoğan da Humeyni değildir' diye konuşmuş. Uras krizin yargı yoluyla değil, siyaset yoluyla aşılması çağrısında bulunmuş.
Hatta “www.habervaktim.com”dan öğrendiğimize göre, “Daha sert cevap verirdim ama, yabancılar önünde tartışmadım” demiş. ( https://www.habervaktim.com/haberoku.php?id=23159)
Avrupa Parlamentosundakiler, ceketinin ön düğmelerini çözüp geriye yaslanarak sert sert konuşan, anlayışsızlıklarını yüzlerine haykıran ve yanlışlarını bir bir sayan bu “cesur yürek” karşısında sanırım şaşkınlıktan başka biraz da endişelenmiş, belki de korkmuşlardır.
Evet, ben bilirim onu; yiğittir, cesurdur, ilkelerine sadıktır, gerekirse “siyasi hayatına da mal olsa” milletiyle bile savaşır. Sokaklarda hak arayan halkına kulak vermeyerek terslemiş ve bizim o güzel deyimimizi, o muhteşem “kuru gürültüye pabuç bırakmam” sözümüzü, hem de çok sert ve hoyrat biçimde kendi milletine kullanmıştır.
Ben bilirim onu, düşünerek konuşur. öyle ağzına geleni “pat” diye atmaz. Bekler, ölçer tartar, “ıhhh”lar, “hımmmmm”lar, sonra konuşur. Ne demişler: “iki ölç, bir biç,” değil mi ya!
Hatta bir ara seçim zamanında tuttukları bir uzman, başarılı olmaları için, konuşmada duraklama aralarına “reklâm veya parti klipi koyalım” bile demişti. Ama sonraları o da düşünmeden, yani hızlı hızlı konuşmayı becermeye başladı. Bu arada az çam devirmedi. Bu berberliği kimlerin başını kanatarak bellediyse artık…
Ben bilirim onu, 28 Şubat’ın cengâveridir. 8 yıllık kesintisiz eğitimi İmam Hatip Liselerini bitirmek için çıkarıp, Hacıbektaş’ta toplanan alevî vatandaşlarına hediye etmesi de meşhurdur hani. Sanki alevî vatandaşlarımızın dinle imanla bir sorunları varmış gibi. Ne alakası varsa! Yani adamın dinle imanla derdi varsa, alevîsinde de var, sünnîsinde de.
Susurluk kazasının perde arkasıyla da yakından ilgilendi. çeteyle ilgili “sonuna kadar gitmezsem namerdim" iddiasında da bulundu ama hiçbir sonuç çıkmadı.
Hakkını verelim, iyi de mücadele etmiştir. Onun zamanında BTK’lar fişler dururdu bizleri. Şimdi devletin yazık olan o kâğıtları nerde ise bilemiyorum tabi… Yoksa hala kullanılıyor mu?
Ha, bu arada mücadele ettiği milletin de hakkını yemeyelim, onlar da yaman mücadele ettiler ve onun o zaman “siyasi hayatıma da mal olsa” sözünü boşa çıkarmayarak “siyasi hayatını” bitirdilerdi. Hatta bir ara adı “siyasi mevta”ya da çıkmıştı. Sağ olsun Rize’li kardeşlerimiz yeniden dirilttiler. (!)
Maşallah öyle canlanmış ki, Avrupa’ya kadar da gidebilmiş yani. Helal olsun. Ve de tam zamanında bir konuşma yapmış. Dinleyenler dehşete kapılmışlar ajansların dediğine göre. Ama o mesaj verecek yeri biliyordur. Sanırım ona göre yakında “malumu ilam” olacaktır. Belki yeniden iş başa düşecektir, belli olmaz.
İnsan bir ırmakta iki kere yıkanamaz imiş ama kumarcılar çok ümitli olurlarmış, “bir umut” diye masadan kalkmazlarmış uzun süre utulsalar bile…
Ben onu bilirim, eskiden kumarı da severdi. Başına epey iş açmıştı bu sevda bir zamanlar.
Hatta plan dışı bir yurt dışı seyahatte, Budapeşte'de kaldığı otelde Veysel özerdem tarafından yumruklanan Yılmaz'ın burnu da kırılmıştı. İçinde birçok soru işareti bulunan olayla ilgili dört kişi gözlem altına alınırken, sanıklar hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce dava açıldı. Ama nedenseYılmaz 1 Mayıs 1998'de mahkemeye dilekçe vererek şikayetinden vazgeçtiğini açıkladı.
Pek deşilmedi bu olay, kapandı gitti. Niçin plan dışı gitmişti oraya, nerde ne olmuştu da burnunu kırmışlardı, işte orası pek bilinmiyor. Kulağımıza gelen fıskoslara da biz itibar etmiyoruz.
Peki neden bunları yazıyorum?
Şu ajanslara düşen haberler yüzünden. öyle şeyler söylemiş ki, gel de yazma. Avrupa Parlamentosunu kasıp kavuran yiğidimizi hafife almasın batılı Hıristiyanlar diye yazdım bunları.
Bir sebebi daha var şüphesiz. Nasıl olsa bir gün onun için de “nasıl bilirsiniz?” diye soracaklar. Biz de İmam Hatip Nesli ve dava arkadaşları olarak ömrümüz varsa, “iyi biliriiiiiz” diye haykıracağız. Şahitliğimiz şimdiden bilinsin istedik. Ama bu “iyi bilme” karşılığında ondan bir teşekkür filan beklemiyoruz.
Teşekkür değil, bizi insanların tövbesi sevindirir. Onun makamı da malum Allah Teâlâ’dır.