Zulüm kavramını her insan bilmelidir
Mutluluk kitabımız Kur’an bireysel ve toplumsal mutluluğun temeline adalet ilkesini koymuştur.
Adalet; her şeyi yaratılış anlam ve amacına uygun olarak ölçülü, düzenli ve yerinde kullanmak, değerlendirmek ve her şeye hak ettiği değeri vermektir. İnsanın kendi iç dünyasında, kendisine karşı tavır ve davranışlarında adalet ilkesi geçerli ise o insan kendisiyle barışık ve huzurludur. Bu durum, insanın bizzat kendisinin yaratılış anlam ve amacını idrak ettiğinin bir delilidir. Her şeyi bir anlam ve amaç için yaratan Yüce Rabbimizin insanı bir anlam ve amaçtan yoksun, başıboş yarattığı düşünülemez. Diyebiliriz ki, yaratılış anlam ve amacını kavramak, insanın kendisine karşı adaletli olmasını da beraberinde getirir. Kendi kendisine karşı adalet ilkesi ile hareket eden insan, aile ve toplum hayatında da adalet ilkesinin gereklerini yerine getirir. Üzerine almış olduğu görevleri yerine getirirken ve kendisine lütfedilen bütün nimetleri kullanırken adalet ilkesine uygun olarak hareket eder. Bu hassasiyete sahip olarak yaşayan model mü’min, mahşerde Efendimizin sancağının altında gölgelenme saatine ulaşacak birinci sınıf insandır.
Bu gün modern dünyanın insanı, bireysel ve toplumsal mutluluğu mumla arar hale geldiyse bunun en önemli sebebi adaletin yerini zulmün almasıdır. Zulüm de adalet gibi Ku’an’i bir kavramdır ve adaletin zıddıdır. Zulüm, insanın başta kendisinin olmak üzere bütün mahlûkatın yaratılış anlam ve amacını kavrayamamak, her şeyi İlahi takdir ile belirlenen yerinden etmek, insana ve eşyaya hak ettiği değeri vermemektir. İnsanın kendi kendisinin zalimi olduğu Kur’an’da birçok defa tekrar edilir. Kendisine zulmeden bir insanın kendi dışındakilere zulmetmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Böyle bir insanın iç dünyasında huzur ve mutluluğu yakalayabilmesi mümkün değildir. Yaşamış olduğu her bir anı kendisine ve çevresindekilere zehir eder. Hayatın anlam ve amacını kavrayamadığı için de yaşamayı istemez. Böylelerini Kur’an yürüyüp gezseler de ölü olarak kabul eder. Yazık ki bu tipler kendi kendilerinin zalimi olduklarını dahi kabul etmezler. Bu tür anlayışa sahip bireylerden oluşan toplumlarda sosyal kıyamet yaşanmaya başlamıştır. Belki hayatlarının belirli bölümlerinde zulümleri ile abad olduklarını zannedebilirler ama sonuçta yine ahirleri berbat olur. İnsanlık tarihi zulüm ile abad olunamayacağının delilleriyle doludur. Kur’an, Firavun’un zulmünün İsrail oğullarının ana rahmine kadar uzandığını ifade eder. Bu karanlık dönemde Allah, Firavun’un zulmüne dur diyecek Musa’yı yine Firavun’un sarayında yetiştirmiştir. Son bir iki yıldır İslâm ülkelerinin yöneticisi konumunda olan zalimlerde kendilerine verilen mühletler tamamlanınca ahirleri berbat olarak yıkılmaya başladılar.
Yaşanmakta olan zulümlere dur diyebilecek bir Musa olabilmek için farkında olarak ya da farkına varmadan kendimize, çevremizdeki muhataplarımıza ve bize lütfedilen nimetlere yapmış olduğumuz zulümlere son vermemiz gerekiyor. Savunma mekanizmalarımızı kullanmadan, mazeret üretmeden kendimize şöyle sorsak; “ Ben, kendime, sorumlu olduğum insanlara ve sahip olduğum nimetlere zulmediyor muyum?” Birlikte hayatımıza bir göz atalım bakalım hangi sonuçlara ulaşıyoruz?
- Okunup, anlaşılıp, yaşanmak için indirilmiş olan Kur’an’ı, okumamak, okuyup ta anlama gayreti göstermemek, anlayıp ta yaşamamak Kur’an’a yapılmış olan bir zulümdür.
- Çeşitli vesilelerle aldığımız ya da bize hediye olarak verilen seccadelerin üzerinde secde etmemek, evimizin bir köşesine atmak, seccadeyi üretiliş anlamından koparmaktır ve bir zulümdür.
-Allah’ı anmamıza bir vesile olması için üretilen tespihleri arabalarımıza süs olarak takmak ya da alıp elimize Allah’ı tespih etmemek tespihin hakkını vermemektir.
-Aile hayatımızda kendimize, eşimize, evlatlarımıza gereği kadar zaman ayırmamak farkına varamadığımız bir zulümdür.
- Modaya uyup ihtiyacımız dışında alıp, dolaplarımıza koyduğumuz ve bir defa giyip unuttuğumuz giyeceklerimiz bizim zulmümüz altındadır.
-Birer süs eşyası gibi alıp, özenle kitaplıklarımıza yerleştirdiğimiz ama hiç elimize alıp okumadığımız kitaplarımızın dili olsaydı acaba bizi nasıl bir zalimlikle suçlardı dersiniz?
-Her bir evlat, Allah’ın insana vermiş olduğu en değerli nimetlerden biridir. Cinsiyetleri ne olursa olsun evlatlarımız bizim için birer göz aydınlığıdır. Hangi sebeple olursa olsun onlar arasında yapılacak lehine ya da aleyhine bir ayrım, hesabını veremeyeceğimiz bir zulümdür.
- İyi ve kötüyü bir birinden ayırmamız, iyiden, güzelden ve doğrudan yana tercihte bulunmamız için bize bahşedilen akıl nimeti ile düşünce ibadeti yapmamak akla zulmetmektir.
Düşündükçe bu listeyi daha da uzatabiliriz. Unutmayalım ki mutluluğun sırrı Kaf dağının ardında değil, adalet ilkesindedir. Öyleyse emrolunduğumuz gibi dosdoğru olalım ve adaleti hakkıyla ayakta tutalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.