Kağıt helvacıların mahkemeye verilişi
Serdar Arseven’e;
Sevgili dostum, şahsında gazetemize yapılanlar bana göre birer “şeref levhası” olarak ömür boyu hatırlanacağı gibi, nesilden nesile de miras olarak devam edecek ve şimdikiler de bizden sonrakiler de nasıl bir ülkede yaşadıklarını öğrenecek, kendilerine çeki düzen vereceklerdir.
Bu ve şimdiye kadar yapılanların birer “şeref levhası” olarak, onurla ve gururla taşınacağından kimsenin şüphesi olmasın. Kıymeti ölçülemeyen birer levhadır bunlar ve hep başucumuzda, aklımızın bir köşesinde, zihnimizin önemli bir yerinde duracaktır.
Zulüm adres sormaz, kendisine karşı tehlike olarak gördüğü her şeye saldırır ve yıkmak ister. Bu adamların desteklediği siyasi zihniyetin nasıl bir kısır döngüde olduğunu ve bu döngüye girenlerin bir türlü çıkamadığını, çıktıkları takdirde, varlıklarının bir öneminin kalmayacağını, çıktıkları zaman çılgına döneceklerini aklıselim herkes bilir.
Bir örnek olması bakımından zihniyet babaları İsmet İnönü’nün ülkeyi tarumar ettiği, halkın kursağını kör düğümle bağladığı ve ülkeyi açlığa, kıtlığa mahkum ettiği yıllar olan ve kurtuluşa iki yıl kala, yani 1950’ye iki yıl kala, 1948 yılında merhume Samiha Ayverdi ile yapılan bir röportajdan alıntılar sunmak istiyorum.
Dursun Gürlek’in “Kültür Dünyamızdan Manzaralar” adlı kitabında röportajla ilgili şunlar anlatılıyor:
Burhan Toprak Güzel Sanatlar Akademisi’ne müdür olduğu zaman, hazin bir manzarayla karşılaştığını belirtiyor; hocaların görevlerini bıraktıklarını, elleri böğürlerinde oturduklarını dile getiriyor. Kamil Akdik, İsmail Hakkı Bey, Necmeddin Efendi gibi büyük sanatkarların, iktidardan korkarak, ellerine kalem almadıklarını, mahkemeye verilmekten çekindiklerini ifade ediyor.
Bunun üzerine Safiye Erol, söze karışıyor ve “Affedersiniz Burhan Bey! Hakları var, geçen sene üstlerinde ‘Afiyet olsun’, ‘Hoş geldiniz’ gibi eski harflerle yazı bulunan kalıpları kullandıkları için kağıt helvacıları mahkemeye verildi” diyor ve ilave ediyor: “Zaten zulmün üstünden bir tabaka kaldırın, mutlaka altından acz çıkar.”
Evet sevgili arkadaşım! Bugün şahsında gazetemize karşı yapılan bu ve benzeri girişimler, ilgili kişilerin ne kadar “acz ve zavallı” olduklarını göstermektedir. Kraldan çok kralcı geçinen böyle egzantirik tiplerden ne beklenebilir ki?
Yine aynı zihniyetin Kastamonu’da bir başka hadisesini anlatır dürüst tarihçiler. İsmet’in Kastamonu’ya tayin ettiği bir vali vardır ve bu vali, hem devleti temsil eder hem de CHP il başkanı gibi hareket etmektedir. O tarihlerde Türkiye hep böyledir.
Tellallar Kastamonu caddelerinde ve sokaklarında bağıra çağıra dolaşırlar. Her evin kapısını çalarlar ve evlerde bulunan eski yazılı kitapların, hükümet konağına getirilmesini ilan ederler. Korkuya kapılan halk, ellerinde ve evlerinde bulunan bu türlü eseri getirip meydana yığar.
Bu hareket sadece kitaplarla sınırlı kalmaz. Babadan, dededen intikal eden Padişah fermanları, beratlar, gümüş çerçeveli hat örnekleri de aynı akıbete uğrar. Hükümet konağının önü, kitap ve belge yığını haline gelir. Verilen bir emirle hepsi cayır cayır yakılır.
Malum zihniyetin karanlığa muhabbeti eskiden beri aşikardır. Aydınlıkta gözleri kamaştığı ve bir şey göremedikleri için, karanlıktan ve karanlık duygulardan beslendikleri bilinen bir gerçektir ve kimyalarına uygundur.
Düşünceye ve düşünene, fikre ve fikir adamlarına düşmanlıkları, bu çevrelerin kazanç kapılarıdır. Yıllardan beri yazılıp çizilir ve sen de yazıyorsun, hatta Ankara’da en yakından takip eden de sensin, Allah aşkına hangi işlerinde millet menfaati vardır?
Dünyanın neresinde olursa olsun, her tarladan bir kesek alarak beslenen şahıs ya da şahısların, herhangi bir kutsalları yoktur. Kutsalı olmayan insanların bütün mesaisi, ağzı ile midesi arasında geçen lezzet dakikaları içindir. İki saat sonra da zaten bağırsaklar o lezzeti defedeceklerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.