Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Sonsuzu yaşayan bilge: Nasrettin Hoca

Sonsuzu yaşayan bilge: Nasrettin Hoca

İlk okuduğum kitaplardan biri de, Nasreddin Hoca’nın fıkralarından oluşan Fransızca bir “Nasreddin Hodja” kitabıydı.
çocuk denebilecek yaşlardaydım. Zor geçen kızamığın nekâhat dönemini yaşıyordum. Canımın çok sıkkın olduğunu gören lise öğrencisi akrabalarımdan biri, “Nasreddin Hodja” isimli Fransızca bir kitap armağan etmişti. O kadar bunalmıştım ki, kitap ilaç gibi geldi. Hevesle karıştırınca, okuyamadığımı fark ettim. Fakat o kadar güzel resimlenmişti ki, resimlerine bakarak olayı çözüyordum.
Bu kitap Fransızcaya heveslenmeme ve bir parça öğrenmeme sebeptir.
Nekâhat dönemini o kitap sayesinde hasarsız atlattım! Mübareğin resmine bakmak bile iyi geliyordu: Ak sakalıyla çevrili nur yüzü insana huzur veriyor, içi gülen gözleri sevgi ve umut dağıtıyordu.
O yıllarda Hoca’yı bir “güldürü ustası”, bir “Komik adam” olarak tanır, fıkralarına çoğumuzun yaptığı gibi, güler geçerdim.
Nasreddin Hoca’nın felsefi derinliğini çok sonra keşfettim. Fıkralarının salt “eğlendirmeye” dönük olmadığını, tüm zamanları fıkralarıyla beslediğini, tüm zamanların insanlarının yüreğine sevgi, güven, hoşgörü; beynine zekâ, kavrama kabiliyeti, hazırcevaplılık; karakterine sempati, dürüstlük, yardımseverlik, kardeşlik, barış ve iyimserlik ektiğini kavrayana kadar yıllar geçti.
O gülüp geçilecek sıradan bir “komik” değil, her fıkrası farklı açılımlara müsait, fıkralarla hayatın temel felsefesini yazan “bilge” bir kişilikti.
çoğu filozofun ciltler dolusu kitaplara sığdıramadığı “hayata dair” incelikleri birkaç cümleye sığdırabilecek kadar da “işin özü”nü kavramıştı. Ayrıca o derece Türkçeye vakıftı.
Nasreddin Hoca fıkraları yalnızca güldürü edebiyatımıza, hayat felsefemize, hayata karşı duruş belirlememize katkıda bulunmamış, bence en büyük ve kalıcı katkısını Türkçemize yapmıştır: Dilimizin zenginliğini, renkliliğini ve ifade kudretini açığa çıkarmıştır.
Bir genç başka hiçbir yere bakmadan sadece Nasreddin Hoca’nın izini sürerek dinamik bir duruş kazanabilir: Hayatboyu umutlu, kararlı, vakur, sağlam karakterli olabilir.
Bu bağlamda, Nasreddin Hoca fıkralarına, ibresi sürekli kıbleyi gösteren bir “toplumsal pusula” demek mümkündür: Yüzyıllardır hayatın içindeki yerini koruması sanırım buna bağlıdır.
Bu kadar hayatın içinde yaşayan, her çağda yerini koruyan, bu denli halka mal olmuş başka bir bilge hatırlamıyorum. Hoca’nın bu “yaşam ötesi yaşam”ı yakalaması, fıkralarındaki dinamiğe, derinliğe, çok mânâlılığa, yaygınlığa (her seviyede insana hitap etmesine), sempatiye ve yaşanan hayattan izler taşımasına bağlı gibime geliyor.
Şarkıların bile hızla tüketildiği, her şeyin çabucak eskiyip bayatladığı “popüler kültür” ortamında dahi fıkraları bayatlamıyor. Anlata anlata eskitemiyorsunuz. Her defasında farklı bir yönünü keşfediyor, değişik bir anlamını yakalıyorsunuz. Bu da fıkraları kalıcı yapan unsurdur.
Hoca tam anlamıyla sonsuzu yaşıyor! Oysa sonsuzu yakalayıp yaşamak dünyanın en zor işidir. Bunu ancak çağını kuşatıp kucakladıktan sonra, çağlar ötesiyle buluşmayı başarabilenler sağlayabilir. Böyle bir beceri, kuşkusuz salt bilgi ile olacak şey değildir. Geniş bir hayal gücü, tahmin gücü ile birlikte tüm insanlara ilişkin derin bir de sevgi gerektirir. Nasreddin Hoca’da bütün bunlar ve daha fazlası vardır.
Bu renkli kişilik yaşadığı topraklarda sadece ayak izi bırakmakla kalmamış (ki, bu dünyaya gönderilen herkes, bir yerlerde mutlaka bir ayak izi bırakır), milyonlarca yürekte bir de “yürek izi” bırakmıştır. Asıl marifet de budur: Yüreklerde iz bırakmaktır.
Hangimiz, muhatabımız istediğimizi vermemek için mazeret ürettiğinde, “İpe un seriyor” diye yakınmayız?..
Hangimiz, uzmanlık alanımıza girmeyen işi elimize-yüzümüze bulaştırdığımızda, “Acemi bülbül bu kadar öter” diye kendimizi avutmayız?
Hangimiz, siyaset sahnesinde olmazlar bir bir olmaya başladığında, “İpin ucu kalleşin eline geçti” diye sızlanmayız?
Başarısızlık karşısında pes edip yeniden başlama enerjimiz tükendiğinde, hangimiz Nasreddin Hoca’nın “göle maya çalma” (olmazları bile deneme) fıkrasını hatırlayıp yeni bir diriliş başlatmayız?
“Küçük dağlar benden sorulur” havasında caka satan sonradan görmeler karşısında hangimiz, Hoca’nın, “Ben de zaten belindeki peştamala fiyat biçmiştim” diyen sesini duyar gibi olmayız?
Kimi zaman menfaatperestlik, şöhretperestlik, kimi zaman da hakperestlik adına, mağdur ve mazlumlar da zalimlerle birlikte suçlanmaya başlandığında, hangimiz “Hırsızın hiç mi suçu yok be birader” diye sorma gereği duymayız?
Dediğim gibi Nasreddin Hoca, yaşayan bir bilgedir. Peygamberler dışında, pek kimseye nasip olmayan bu özellik (asırlarca yaşama özelliği) bence Nasreddin Hoca’mızın en belirgin özelliğidir. Böyle bir gerçeğe sahip olan gençlerimizin Noel Baba efsanesiyle kendilerini avutmaları anlaşılır gibi değildir.
Vefat yıldönümünde (22 Haziran 1284) Nasreddin Hoca’mıza gani gani rahmet diliyor, onu her alanda ve her anlamda yaşatmaya çalışan Akşehir Belediye Başkanı’nın şahsında tüm Akşehirlilere teşekkür ediyorum.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi