‘Birlik İdeali’nin önündeki engeller
İki hafta önce bu köşede Türk-Arap ilişkileri üzerinde bazı tahliller yapmış ve “Türk-Arap ilişkilerinde yeni bir vizyon şart!” demiştim. 12 Haziran’da gerçekleştirilen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından düzenlenen 3. Türk-Arap Forumu’nda da aynı noktaya vurgu yapıldı; bazı gazeteler haberi “Türk-Arap ilişkilerinde yeni dönem” başlığı ile servis ettiler. Bunlar önemli gelişmeler. Her ne kadar forumda Maliye Bakanı marifetiyle “Arapsaçı” gafı yapılsa da artık eski çamların bardak olduğu ve ülkelerin ana damarının yönetimlere ve iş çevrelerine aksettiği nispette eski hastalıkların doğru teşhis ve tedavi arayış sürecinin başladığı bir gerçek.
Başbakan’ın Forumda verdiği mesajları ise birkaç istisna dışında daha önceki başbakanlardan duymak neredeyse imkânsızdı. "Farklı diller konuşuyor olabiliriz, farklı coğrafyalardan geliyor olabiliriz, farklı renklere, özelliklere sahip olabiliriz ancak ortak bir tarihi, ortak bir kültürü paylaşıyoruz" diyen başbakanın şu ifadelerinin altını çizmek gerek: "Bizler dost olmanın, komşu olmanın, yakın olmanın ötesinde kardeş milletleriz. Kardeşler arasına sınır çekilebileceğine inanmıyorum. Bizim sevinçlerimiz de ortak hüzünlerimiz de, sorunlarımız da ortak çözümlerimiz de.”
Kuveyt’te katıldığım İslâm Dünyası STK’ları Birliği (İDSB) 5.Konsey toplantısında da sadece Türk-Arap ilişkilerini değil, tüm İslâm Dünyasının karşılıklı siyasi, sosyal ve ekonomik ilişkilerini ele aldık. 20 ülkeden 40’tan fazla akademisyen ve sivil toplum temsilcisinin katıldığı istişare toplantısını benzerlerinden ayıran özelliği şu: Bu inisiyatif doğrudan halkların, toplumların temsilcileri tarafından şekillendiriliyor ve burada alınan kararlar doğrudan yine halklara ve toplumlara dönüyor. Ancak henüz İslâm Dünyası bu sahada yolun başında. Karşılıklı tanışma ve beraber iş yapma adına alınacak hayli uzun bir yol var.
Yolun uzunluğu amacın büyüklüğünden kaynaklanan heyecanı zayıflatmıyor, bilakis kamçılıyor. özellikle Türkiye’deki diriliş ve İslâm karşıtı hareket ve düşüncelere karşı direniş tüm İslâm Dünyasını, özellikle Arapları heyecanlandırıyor. Bundan dolayı “İslâm Birliği” ideali bazı çevrelere büyük bir ‘hayal’ gibi görünse de, parlak bir ‘ideal’ olarak hâlâ büyük bir şevk vesilesi. özellikle son zamanlara damgasını vuran ‘Yargı Darbesi’ ve kapatma davası özelinde Türkiye’deki ‘hürriyet’ arayışları ve intibah alâmetleri İslâm Dünyasının hayallerini kırıyor, ümit ateşlerini söndürmeye meylettiriyor.
Ancak “Her zulmet bir ziyanın zarfıdır” fehvâsınca, ‘ümit’, İslâm Dünyasının en büyük motivasyon vesilesi. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!” İlâhî buyruğu bugün dünya Müslümanlarının elinde elmas bir kılıç gibi; her şuurlu Müslüman bu silahla ümitsizlik aşılayan her fikri öldürüyor!
Meselâ 14 Haziran’da 11. Yıldönümü toplantısına katıldığım, ESAM’ın tertip ettiği D-8 toplantısında hem ‘hüzün’ hem ‘ümit’ hâkimdi. Hüzün vardı, çünkü büyük heyecan ve hayallerle kurulan D-8’in bugünkü hâli ve karşı karşıya olduğu ilgisizlik her insaf sahibi Müslümanı üzüyor. ümid vardı, çünkü her şeye rağmen İslâm ülkeleri bilhassa nüfusça en kalabalık ve gelişmekte olan sekiz ülke arasında gerçekleştirilmeye çalışılan işbirliği teşebbüsünün yeşermemesi için küresel kampanyalar olduğu biliniyordu ve bu kampanyaları boşa çıkartacak iç potansiyelin varlığının da herkes farkındaydı.
Esasında çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilen D-8 toplantısındaki hava ile öz ve ruh olarak Kuveyt’te yapılan İDSB toplantısındaki hava aynıydı. Bu oluşumların özünde İslâm Dünyasının birliği, kalkınması, refahı amaçlanıyor. Ancak, dahili ve harici şartlar, süfli arzular, nefsî menfaatler, küresel planlar bazen bu oluşumları gündemden düşürüyor, etkisizleştiriyor, pasifize ediyor, manipüle ediyor!
Bir başka gözlemlediğim olumsuz manzara ise şu: ‘Kurum taassubu’ ile hareket edilirse, birlik ideali ile kurulan kurumların manasından ziyade görüntüsüne takılınmış demektir. Zâhirden bâtına, satıhtan derinliğe nüfuz etmek gerek oysa. Güç birliği, tesanüd ve birlik ideali bu oluşumların gayesinde var ama maalesef, aynı ruh ve gayede “kim önde ve lider olursa olsun, inisiyatif kimde olursa olsun” kaydı eksik gibi görünüyor. Kanaatimce “bizim birlik”, “ötekinin birliği”; “bizim kurum”, “ötekinin kurumu” anlayışları “bizim parti-ötekinin partisi” tavrından kaynaklanıyor.
Bu anlayışlar virüs gibi; düşünsenize amaç ‘birlik’ ama amel hep ayrılıkçı, hep dışlayıcı, hep inhisarcı! Bu yaklaşıma yazıklar olsun! Bu hastalıkla sıkı mücadele etmemiz gerek! Yoksa “Benim bahçeme yağmayacaksa yağmur, hiçbir yere yağmasın!” diyen ahmaktan ne farkımız kalır Allah aşkına?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.