Özkök-Çölaşan kavgası... Ya da, 28 Şubat itirafları!
Hani, derler ya;
“Bir insanın adı çıkmışsa dokuza, inmez sekize!”
Adın çıkmaya görsün!..
Derler mi derler!..
“Küfürbaz” derler, “Argocu” derler, “Sert” derler, “Agresif” derler!..
Dedik ya;
“Adın çıkmışsa dokuza,
İnmez sekize!”
Biliyorsunuz;
Benim adımı da “küfürbaz”a çıkardılar, “argocu”ya çıkardılar.
Ben de dedim ki;
“Küfretmişsem, vardır bir sebebi!”
Öyle ya;
Durduk yerde niye küfredeyim?..
Adam; benim “dinime, imanıma, inancıma, bacılarımın örtüsüne” alçakça saldırmışsa, elbette “anladığı dilden” cevap vereceğim...
Nihayetinde “insan”ız!..
Sadece “et” ve “kemik”ten yaratılmış değiliz ki!.. “Gönül” var, “duygu” var!..
“Sinir”ler gerilince;
Kontrolden çıkıyor insan!..
TEK YAZIDA 17 KÜFÜR!
Sadece ben mi “hakaret” ediyorum, sadece ben mi “küfürbaz”ım, sadece ben mi “argo” kelimeler kullanıyorum?..
“Saldırı”ya uğradığında, “iftira”ya maruz kaldığında, hemen herkes zıvanadan çıkıyor!..
İşte, Sözcü’den Emin Çölaşan da, öyle bir öfkelenmiş, öyle bir köpürmüş ki, Ertuğrul Özkök’e ağzına geleni söylemiş!..
Öyle lâflar etmiş ki;
Çoğu güneş görmemiş!..
Bunları ben bile diyemem!..
Hele bakın şu “hakaret”lere:
“Çaptan düşmüş!”
“Yağcı!”
“Rüşvetçi!”
“Gazeteci geçinen biri!”
“Yalancı!”
“Cambaz!”
“Utanması-sıkılması da yok!”
“Dönek!”
“Rüzgâr gülü!”
“Postallı devrimci!”
“Güçlülerin önünde eğilen adam!”
“Korkak, ürkek, egemenlerin karşısında boyun eğen bir adam!”
“Patronun yemek siparişçisi, salatasının sos koyucusu!”
“Korkaklığın ustası!”
“Yıkama-yağlama uzmanı!”
“İdrardan karakter tahlili yapan!”
“Bu şahıs kadın terzisi midir, moda uzmanı mı, yağcı mı, yalaka mı?”
Bunun gibi; daha nice hakaret!..
Hem de;
“Hepsi, bir tek yazıda!”
Görüyorsunuz ya;
İnsan bir “iftira”ya maruz kaldığında, bir “saldırı”ya uğradığında, ağzına geleni söylemekten hiç çekinmiyor.
Emin Çölaşan da;
Bir zamanlar, aralarından su sızmayan, sadece yedikleri-içtikleri ayrı giden Ertuğrul Özkök hakkında demediğini komamış!.
“Küfür”se, küfür!..
“Hakaret”se hakaret!
Demek oluyor ki;
“Öküz öldü, ortaklık ayrıldı!”
Gördünüz ya;
“Argo”da yalnız değilim!..
Bunu, herkes yapıyor.
EMİN DARBE İSTEDİ Mİ?
Emin Çölaşan, bir tek yazıya sığdırdığı bu “hakaret”leri, bu “aşağılama”ları ve bu “suçlama”ları, elbette “durduk yerde” yapmadı!..
Efendim, malûmlarınız olduğu üzre, şu günlerde “28 Şubat Darbesi’nin 15. yıldönümü”nün arefesinde bulunuyoruz.
Bütün televizyonlar; “28 Şubat Darbesi” ile ilgili “belgesel”ler yayınlıyor, “tartışma programları” düzenliyorlar...
Böylece; 28 Şubat’ın “sır”ları da tek tek dökülüyor ortalığa... “Maske”ler düşüyor, “gerçek çehreler” çıkıyor ortaya!.. Kim, askerin “postallarını yalamış”tır, kim “darbecileri teşvik ve tahrik” etmiştir, tek tek gözler önüne seriliyor.
Emin Çölaşan’ın tabiriyle; “devleti dolandırmak suçundan hapis cezası alan Mehmet Ali Birand” da, “28 Şubat belgeseli” yapmış ve orada Ertuğrul Özkök’ün görüşlerine de yer vermiş...
Ertuğrul Özkök, orada demiş ki;
“28 Şubat döneminde Hürriyet ekibi olarak Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e gittik.
Emin Çölaşan sordu:
‘Paşam siz onu bırakın da, darbe yapacak mısınız, yapmayacak mısınız?’
Çevik Bir ‘Siz ne diyorsunuz Emin Bey’ dedi.”
Gerisini, Çölaşan’dan dinleyelim:
“Söylediklerinin ilk bölümü doğrudur. Evet, Çevik Bir’i Genelkurmay’da topluca ziyaret ettik. Ekipte o, ben, Tufan Türenç, Sedat Ergin ve rahmetli Gülçin Telci vardı.
O günlerin kargaşa ve karmaşa ortamında kendisine sorduğum soru şudur:
“Paşam, alınan bu 28 Şubat kararlarına direniş olursa, gerektiğinde silah kullanır mısınız?”
O da “Gerekirse kullanırız” dedi.
“Darbe” sözcüğü asla geçmedi.
Dolayısıyla Çevik Bir bana “Siz ne diyorsunuz Emin Bey” gibi şaşkınlık ifade eden bir cümle kullanmadı.
Bir gün önce gazeteciler için Genelkurmay’da brifing verilmişti.
Bu anlattıklarımı doğrulayan haber, Hürriyet’in 12 Haziran 1997 Perşembe günkü manşetinde açıkça var. Manşet şöyle:
“Gerekirse silah bile kullanırız.”
Aynı gün, brifing sonrasında Çevik Bir’le Hürriyet ekibi olarak görüşmüştük.
Gazeteci geçinen biri, böyle bir yalanı nasıl söyler! Bu şahısta utanma-sıkılma duygusu acaba hiç mi kalmamış?
Sözlerinin Genelkurmay ziyareti dışında kalan bölümü tamamen yalandır. Eğer doğru olduğunu iddia ediyorsa bunu kanıtlaması gerekir.”
ÖZKÖK’ÜN 99’DAKİ YAZISI
Bilirsiniz, Emin Çölaşan’ı hiç sevmem... Ömrüm, onun “yalan”larını, “ispiyon”larını ve “hedef gösterme”lerini deşifre etmekle geçti... Karşılıklı kalem kavgalarımızı çok iyi biliyorsunuz.
Ama, doğrusunu söylemem gerekirse, Çölaşan, bu “isyan”ında haklıdır!..
Evet, “askerle içli-dışlı”dır ama, Çevik Bir’le görüşmelerinde “darbe” ifadesini kullanmamıştır... Nitekim, “böyle bir ifade kullanmadığını” yazan da, Ertuğrul Özkök’ün kendisidir!..
Ertuğrul, 2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet’te; “Çevik Bir’le yaptıkları görüşme”nin detaylarını şöyle yazmıştı:
“Mesela Genelkurmay’ın verdiği son brifingden sonra bunu öğrenmek istedik. Brifingi veren komutan, sözlerinin arasına küçücük bir cümle yerleştirmişti.
Anayasal düzenin korunması konusunda kanunların kendilerine gerektiğinde silah kullanma yetkisi verdiğini söylemişti.
Tabii bu cümle bizim çok dikkatimizi çekti.
Brifingden sonra Çevik Paşa’nın odasına gittik.
Randevuyu rahmetli Gülçin Telci aldı. Aramızda cep telefonundan Çevik Bir’e ulaşabilen tek kişi oydu.
Gülçin ve benim dışımda Hürriyet’ten Tufan Türenç, Emin Çölaşan ve Sedat Ergin vardı.
Çevik Bir’in yanında ise her zamanki gibi Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak bulunuyordu.
Emin, böyle durumlarda kafasında bir soru varsa; hiç sansürsüz, direkt olarak sorar.
O gün de sordu.
‘Paşam Erbakan ve Çiller bütün bunlara rağmen gerekli düzenlemeleri yapmazsa müdahale edecek misiniz?’
Emin soruyu sorduğunda Çevik Bir koltuğuna oturmak üzereydi.
Bir an öyle kaldı.
Tabii ‘Evet müdahale ederiz’ demedi.
Onun yerine dolaylı bir cevap verdi.
Yanlış hatırlamıyorsam, ‘Biz söyleyeceğimizi söyledik’ demekle yetindi.
Ertesi gün Hürriyet’in manşeti, ‘Gerekirse silah kullanırız’dı.
O brifingden iki üç gün sonra da DYP’den toplu istifalar başladı.”
“HELAL OLSUN EMİN!”
Evet, Ertuğrul Özkök, 2 Ekim 1999 tarihli köşesinde “o görüşme”yi böyle anlatmıştı... Yani, yazıda da göreceğiniz gibi, Emin Çölaşan, o görüşmede “darbe”den söz etmemiş...
Ertuğrul, “Birand’ın belgeseli”ne konuşmadan önce, “eski yazıları”na bir baksaydı, herhalde Emin’in ağzına “sakız” olmazdı!..
Dahası da var...
Önce “askerden brifing” alınan, sonra da Çevik Bir’le yapılan “o görüşme”nin çıkışında; Ertuğrul, Emin’i tebrik edip, demiş ki;
“Helâl olsun Emin!..
Yine manşeti kurtardın!”
Peki, manşet ne:
“Gerekirse silah bile kullanırız!”
Evet, Hürriyet’in 12 Haziran 1997 Perşembe günkü manşeti aynen bu;
“Gerekirse silah bile kullanırız!”
Görüyorsunuz değil mi;
“Manşet”ler nasıl atılmış ve bu gariban halk nasıl korkutulup sindirilmiş!..
BU PANİK NİYE?
O günlerde;
Bütün dikkatleri “askerin postalı ve ağzı” arasında olan, “askerin postalı”nı yalayan, “ne diyecek” diye “askerin ağzına bakan” adamlar, bugün suçu birbirlerinin üzerine atma” ve “kendi paçalarını kurtarma” çabasında!..
Son derece ibretlik bir durum!..
Görüyorsunuz ya;
Askerler, bu gariban millet ile işte böyle “Topyekün Savaş”mışlar!..
Kâh “brifing” vermişler, kâh “ikna odası”na almışlar, kâh “gözdağı” vermişler, kâh “tehdit ve şantaj”a başvurmuşlar!..
Sizin anlayacağınız;
“Şartları olgunlaştırmışlar!”
Kimine “mevki ve makam” teklif etmişler, kimine “trilyonlar” aktarmışlar, kimini “şeyh” ilân etmişler, kimine de ekranlara çıkıp “salya-sümük ağlama” rolü vermişler!..
Haa, bu arada;
Akit gibi “dik” duran, “asker postalı yalamayan” ve önlerinde eğilmeyen gazeteleri “susturabilmek” için, “legal ve illegal bütün yöntemlere” başvurmuşlar!..
Peki, sonunda ne oldu?..
“Bin yıl yaşayacak” dedikleri 28 Şubat; 15 yıl sonra bugün, “lânet”le anılıyor!.. Üstelik, “aktör”lerinin hemen hepsi, “suçu birbirinin üstüne atmakla” meşgul!..
Ertuğrul diyor ki, “Emin dedi!”
Emin diyor ki, “Ertuğrul dedi!”
Sadece bu bile, bir “panik” ifadesi, bir “sıyrılma” çabasıdır!..
İbretle seyredin ey halkım...
Yeni CHP mi, eski CHP mi?
Malûm; “Oyuna giren kol sallar” diye bir atasözümüz vardır...
Bir “düğün”e, bir “şölen”e gitmiş ve hele de “oynamak” için sahneye davet edilmişsen, mecbursun, çıkıp, kol sallayacaksın!..
Malûm, bugün CHP’nin “şölen”i var... Buna, “düğün” de diyebiliriz... “Düğün”lerde nasıl ki “tatsızlık”lar, “küslük”ler olur, “CHP’nin Kurultay Şöleni”nde de, “küslük”ler yaşanacak gibi görünüyor.
Baksanıza, “Yeni CHP Arena’da” kurultay yaparken, “Eski CHP”liler Anıtkabir’e gidip; CHP yönetimini Atatürk’e şikâyet edecekmiş!..
Şimdiden “küslük” yaşanan bir yuvada nasıl huzur olur, nasıl geçim olur, onun yorumunu CHP’lilere bırakıyorum...
Gerçi, “davet edilmedikleri” halde, düğünlere “davulcular” ve “şekerciler” giderlermiş ama, bizim de kıyıda-köşede kol sallamamızın bir mahzuru olmaz herhalde...
Öyle ya; “Anadolu Ateşi” yakılacak ve herkes “dans” edecekse, biz de “birilerinin ayağına basmadan” zıplamaya çalışırız!..
İşin şakası bir yana; “gurul gurul” gurlayan CHP için, bugünkü “Kurultay” çok çok önemli... Görünen o ki; Bay Kılıçdaroğlu, bugün “rüşt”ünü ispat edecek ve “muhalif”lerini safdışı etmede zorlanmayacak!.. Peki, “gurultu”ları durdurabilecek mi?.. Elbette hayır...
Muhalifler, eğer “18-20 milletvekili”ni kendi saflarına çekmeyi başarabilirlerse, “yeni bir parti” kurabilirler... O zaman da, Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”si, bir “Dersim Partisi”ne dönüşebilir!..
Demek istiyorum ki; “gurultu”lar, “gürültü”ye dönmek üzere!..