Bayrak kardeşliği: Tunus ve Türkiye!
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Tunus Meclisinde konuşurken, Beni yurtdışında Türk bayrağından sonra en fazla heyecanlandıran bayrak Tunus bayrağıdır. Al rengiyle, hilâl ve yıldızıyla âdeta kadim kardeşliğimizin timsali bayraklarımız dediğinde, bütün milletvekilleri heyecanla ayağa kalktı, en kuvvetli ve en uzun alkışla karşılık verdi.
Gerçekten Tunusla Türkiyenin bayraklarını birbirinden ayırmak zor. Tunus bayrağının tek farkı, ay yıldızının kırmızılığı ve onu çevreleyen beyaz yuvarlak zemin. O yuvarlak zeminden sonra bayrak yine kırmızı...
İki ülke arasındaki bayrak kardeşliği macerası 500 yıl önce başlar...
Midillili Hızır, sonradan Osmanlıların Hayreddin ve Frenklerin Barbaros diyecekleri büyük denizci; ağabeyi Oruç Reisle beraber 1500lü yıllarda Tunusu üs olarak seçerler. Tunus Beyi, onlara Halkulvadî (La Goletta) burcunu tahsis eder. Burada, korsanlıkla işe başlayan kardeşler, zamanla Endülüs Müslümanlarını kırımdan kurtararak Arap yakasına, yani Kuzey Afrika kıyılarına nakletmeye başlarlar. Bu arada, Yavuz Sultan Selime bağlılıklarını bildirmeyi de ihmal etmezler. Selim Han da onların gazalarından memnun olmuştur. Tunus Beyine ferman gönderir, Bey fermanı okutur, İşittim ve itaat ettim diyerek bağlılığını belirtir. Padişah, iki kardeşe iki büyük ve süslü gemi yaptırıp gönderir, ayrıca birer sorguç ve hilat hediye eder.
Daha sonra, Hızır ve Oruç kardeşlerin yaptıkları bölgede duyulur ve Cezayirin şeyhleri ve ulu murabıtları onlardan yardım ister. Onlar da din gayretiyle yardıma giderler ve bir süre sonra, halkın kabulü ile, Cezayirde hükmetmeye başlarlar.
Osmanlı Libyadan itibaren kuzey Afrikaya Mağrib der. Önce Tunus, sonra Cezayir ve ardından Libya Osmanlı hâkimiyetine girer, en uzak mağrib Fas ise kısa süre Osmanlıya bağlı kalır...
Beş yüz yıl önce orada Hızır ve Oruç reislerin varlığı, Endülüsleşme sürecinin Mağribe sıçramasını engellemiştir. Müslümanlık onların mücadelesi sonucu bu coğrafyalarda varlığını sürdürür.
19. Yüzyılda, batı ertelenmiş emellerine ulaşmak için tekrar Osmanlının uzak ülkelerini, Cezayir ve Tunusu işgal eder. Osmanlı bu Fransız işgalini hiç bir zaman tanımaz...
Cezayirde uzun süren Fransız hâkimiyeti, Tunusta daha kısa olmasına rağmen epeyce etkili olur. İki ülkenin istiklâllerinden sonra da, Fransız tesiri, bilhassa laiklik olarak bu ülkelerde kendini gösterir. İslâmı baskı altında tutmak, halkı hiçe saymak bu ilke ile sağlanmak istenir. Fransız usûlü laiklikten bunalan Cezayir halkı 1990larda bir hamle yapar, ama Refah Partisinin Türkiyede en çok rey alan parti olduğu döneme rastlayan bu hamle, kanla bastırılır. Cezayirde yüzbinler katledilir.
O sıralarda insan hakları temelinde sürdürülen muhalefet Tunusun millî kahramanı geçinen diktatör Habip Burgiba tarafından bastırılırken, bir saray darbesi ile Zeynelabidin Bin Ali ipleri eline alır. Yirmi küsur yıllık Bin Ali diktatörlüğü de geçen sene eşi ile birlikte firarıyla sona erer.
Şimdi Tunus, Arap Baharının ilk kıvılcımını yakan ve aynı zamanda, devrim sonrasında halk iradesine dayanan bir yapı kurmak için hilesiz hurdasız bir seçim gerçekleştiren, islâmî, liberal ve sol partilerin oluşturduğu bir meclisi faal halde tutan, hükümetini böylece büyük bir uzlaşma üzerine kuran bir ülke. Cumhurbaşkanı Munsif Merzuki sol eğilimli bir insan hakları mücadelecisi. Başbakan Hammadi Cibali en çok oyu alan Nahdadan (Türkçesi uyanış). Meclis Başkanı Mustafa bin Cafer ise merkez soldan...
Zorba rejimin uzun yıllar çilesini çeken, zindanlarında yatan yahut sürgünlerde ömrünü geçiren bu üç ismin bir arada uzlaşma içinde bulunması başlı başına bir hadise sayılmalı.
Cumhurbaşkanımızın gezisine katılan tek kravatsız olarak Kartaca Sarayında Tunus Cumhurbaşkanını görünce yalnızlıktan kurtulduğumu söylemem, bu eski mazlumların bugünkü durumlarını anlatmaya yeter sanırım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.