Darbelere kim dur diyecek?
Hukukun, düzenin ve insanın katledildiği darbeleri tabii ki meşru iktidarlar önler. çünkü yurttaşların hukukundan, özgürlüğünden ve güvenliğinden iktidarlar sorumludurlar. Darbe, bir başka ifadeyle 'anayasal düzeni zor kullanarak değiştirmeye çalışmak' suçtur.
Cezası, ağırlaştırılmış müebbettir. Suçun takibini devletin kurumları yapar. Bu kurumların işlemesinden de siyasal iktidar sorumludur.
Türkiye, 1960'ta Demokrat Parti'ye karşı düzenlenen tezgâhın bir benzeriyle karşı karşıya. Meşru iktidarı üniversiteler, yargı ve basın kullanılarak, Genelkurmay Bilgi Destek Planı'nın ifadesiyle, bunların 'TSK ile aynı paralelde hareket etmeleri sağlanarak' sindirmeye, denetim altına almaya çalışıyorlar. AK Parti demokrasiyi ve milli iradeyi savunmayı bırakıp pazarlıklarla kendine bırakılan 'iktidarsız' alana çekilmeye razı olduğu an, bürokratik oligarşiden 'icazet' alma aczine düştüğü gün elindeki demokrasi, değişim ve dünyayla bütünleşme bayrağını da düşürmüş olur. Yenilir. Ama halk yenilmez, yeni taşıyıcılar bulur. Yani, darbelere iktidar dur diyemezse halk dur der. Ama hem darbecilere dur der, hem de darbecilere karşı vatandaşlarının haklarını savunamayan, koruyamayan iktidara...
önceki gün Taksim'de son yıllarda demokrasi adına bu ülkenin yüzakı olan Genç Siviller hareketinin öncülüğünde yapılan 'darbelere dur de' yürüyüşü bu inancımı ve gözlemimi daha da pekiştirdi. Arkalarında ne bir siyasi parti, ne dernek, ne medya desteği, ne de 'eylem planı' fonları olan beş-on gencin inisiyatifiyle Türkiye'de darbelere karşı ilk kez 'toplumsal bir tepki' ortaya kondu.
Korku kadar cesaret de 'sirayet edici'dir. önceki gün İstiklal Caddesi'nde yürüyen binlerce kişinin arkalarında hiçbir güç yoktu. Ama korkmuyorlardı, çünkü demokrasiyi savunuyorlardı Yıldıray Oğur'ın deyişiyle 'mağara adamlarına karşı'. Devletin gücünü halk adına kullanma yetkisi alan meşru iktidarın cesaretini de görmek istiyoruz.
Son yıllarda NOKTA'nın 'Darbe Günlükleri' haberinden sonra en önemli gazetecilik olayına imza atan Taraf'ın yayınladığı belgelerin ardından kimse sessiz kalamaz. Ne Genelkurmay, ne hükümet, ne medya, ne sivil toplum kuruluşları.
öncelikle Genelkurmay'ın açıklaması bir yalanlama değil onaylamadır ve gereği yapılmalıdır. Bu 'lahika'dan süngünün üzerine hiçbir hükümet oturamaz; oturabildiğini ve hatta gayet rahat olduklarını dudaklarındaki ıslıkla kanıtlamaya çalışsalar da. Başbakan, komuta kademesini derhal istifaya davet etmelidir. Bilmem, birilerinin 1957'de darbeci cuntayı ihbar eden Samet Kuşçu vakasını Başbakan'a hatırlatmasına gerek var mıdır? 27 Mayıs'ın operasyonel hale gelmesi Binbaşı Kuşçu'nun verdiği bilginin üzerine gidilmemesiyle başlamıştır. Taraf'ın açıkladığı Genelkurmay Bilgi Destek Planı tam da böyle bir vakadır, savuşturulamaz. Eğer demokrasi ve hukuka sahip çıkılacaksa...
Büyükanıt, Taraf'ın yayıncısını hedef gösteriyor, 'finansörü kim, ona bakın diyor' savunma yapacağına. Plan uygulanmaya devam ediyor beyler... Ne diyor 'lahika'? Bize 'karşı olanları yıpratın'.
Son birkaç yılın şifreleri ortada artık. Cumhurbaşkanlığı krizi, Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı, Kuzey Irak halkına yönelik tacizler, kapatma davası, anayasa değişikliğinin iptali... Şimdi, Genelkurmay'da bir saati aşan Başbuğ-Paksüt buluşması masum bir tebrik ziyareti olarak açıklanabilir mi? Anayasa Mahkemesi'nin son kararını 'malumun ilamı' olarak nitelemişti bir kuvvet komutanı. Oysa bir anayasa ihlali olan karar bize hiç de 'malum' olmamıştı. Kendilerine nasıl ve kimden malum olmuş diye sormazlar mı? Yani 'eylem planı' yürütülüyordu ve de hâlâ yürütülüyor.
Genelkurmay belgesi hem sivil toplumu, hem medyayı, hem akademyayı töhmet altında bırakıyor. Prinçteki beyaz taşları ayıklamadıkça daha çok canımız yanacak.
Korkarım ki işini yapmak yerine siyaseti ve toplumu 'dizayn' etmeye çalışanlar bu ülkeyi başka Balkan Harplerine, yeni dünya savaşlarına ve yeni mukatelelere sürüklüyorlar.