Önyargısız Okuyabilir misiniz?
Şimdi sizden çok zor bir şey isteyeceğim. Başlıkta okuduğunuz hali isteyeceğim yani. Bir an olsun önyargılarınızı bir kenara bırakınız ve bu yazıyı okuyunuz. Sonra düşünür ve dilediğiniz gibi karar verirsiniz. Zaten zorlayamam ya, yiğitlik bende kalsın.
Kettanî’yi bilmeniz gerekir. Ve o muazzam ve muhteşem eseri, kaynaklarına baktığınızda hayret ve takdirden parmaklarınızı ısıracağınız “et-Teratibu’l İdariyye”, Türkçeye çevrilmiş adıyla “Hz. Peygamber’in Yönetimi”, İslam Klasiklerinin en büyük eserlerinden birisidir. Okuyup da doyamadığım bir kitap. Okurken “bitecek” diye korkarak okuduğum bir kitap. Bu şaheseri şu adresten okuyabilirsiniz: http://www.darulkitap.com/oku/
İşte orada, “Tasavvuf İlminin İslâmî olup ondan ilk bahsedenlerin sahabîler olduğuna dair” Muhammed Abdulhay el-Kettanî’nin söyledikleri var. Sizin için anmadan geçmek içime sinmedi. “Sahabeden örnek ver” diyenlere Peygamber Efendimizden (sav) örnek verdik, kesmedi. Bakalım Kettanî’nin yazdıklarına ne diyecekler.
Tasavvufun kaynağını dışarıda, İran, Hind, Mısır veya Yunan’da arayan insanların ne kadar yanıldıklarını göstermesi kadar, tasavvufun asr-ı saadet kaynaklı oluşunu da kanıtlayan şu ilim ve araştırma mahsulü sözlerini, konu başlığı ile beraber okuyalım:
“Tasavvuf İlminden İlk Bahsedenlerin Sahabiler Olduğu”
“İbnu’l Uuyun et-Tucibî “el-İnaletü’l İlmiye”sinde şöyle der: “Tasavvuf ilimleri konusunda ilk söz söyleyen kimse Hz Alidir”.
Sâlih alim Ebu’l Kasım Ali b. Muhammed b. Haccu Ziyaü’n Nehar da şöyle der: “Ashabın bilgisi Allah ve ahirete dairdi. Kendileri havf, (korku), hüzün, mücahede, murakabe, kanaat, sabır, tevekkül, rıza, Allah’tan başka şeylerden kopup yalnız ona bağlanma, derin ve tüm kapsayıcı bir ihlas ehli idiler. Cihad, nefisle mücahede, ikram, güzel ahlakı elde etmeye çalışmak, tevhid, ihlas, yakîn ve zikir gibi ibadet ve hususları yerine getirmeye ve elde etmeye çalışıyorlardı. İşte bu da tasavvuf ilmîdir. Allah Rasulü’nün (sav) hutbe ve tavsiyelerinin büyük kısmı tasavvufun kapsamına giren hususları içeriyordu. Erkek ve kadın sahabiler de buna rağbet duyup elde etmeye çalışıyorlardı. Her müslümana vacip olan ilim, zamanında ashabın ilgilenip uyguladığı ilim olup bu da tevhit, ihlas ve tövbeden sonuna dek tasavvufun diğer makamlarının bilgisinden ibarettir”.
Bu bilgilerle, tasavvuf konusunda ilk söz söyleyen kimsenin Hasan-ı Basrî olduğuna dair El-Medhâl’de geçen bilginin anlamını bilmiş olursun. Hasan-ı Basrî, Hz Peygamber’in hanımlarından Ümmü Seleme tarafından emzirilmiş olup burada kast edilen, onun Hz Ali’den sonra tasavvuftan söz eden ilk kimse olduğudur.
Daha sonra Kadı İbnü’l-Hac’ın ed-Dürrü’s-Semin’e yaptığı haşiyede Tüsteri’nin er-Risaletü’l-ilmîyye’sinden şu bilgiyi naklettiğini gördüm: “Hasan-ı Basrî şöyle dedi: Tasavvuf ve fakr konusunda ilk söz söyleyen kimse Hz. Ali’dir”.
İbnü’l-Hac şöyle der: Bu yüzdendir ki babam el-Hikem’e yaptığı nazımda Hz. Ali’yi tasavvuf ilmînin kurucusu saymıştır:
Onun Ali’dir kurucusu
İlim ve hikmet sahibi olan.
Bu bilginin benzerini o el-Ezharü’t Tayyibetü’n Neşr adlı eserinde de tasavvuf ilminin kurucusundan söz ederken vermiştir.
Kavukci’nin ez-Zehebü’l-İbriz’inde şu bilgi verilir: “Ebu Zer el-Gıfari, beka ve fena ilmi konusunda konuşan ilk kimsedir.”
İmam Ebu Talib el-Mekkî’nin Kutu’l Kulûb’unda şu bilgi kaydedilir: Hasan-ı Basrî bu ilmin yolunu açan, bu konuda dilleri çözen, onun mânâlarını dile getiren, nurlarını açığa çıkaran ve peçesini açan ilk kimsedir. Bu konuda söyledikleri, akran ve arkadaşlarının hiç birinden duyulmuş değildi. Kendisine şöyle denildi: “Ey Ebu Said, bu ilimle ilgili öyle şeyler söylüyorsun ki başkasından duymuş değiliz. Kimden aldın bunu?” Hasan-ı Basrî “Huzeyfe b. Yeman’dan” karşılığını verdi.
Denildiğine göre, Huzeyfe b. Yeman’a “Bu ilimle ilgili olarak öyle şeyler söylüyorsun ki Allah Rasulü’nün ashabından hiç kimseden duymadık, nereden aldın bunu?” diye söylenmiş, o da “Rasulullah bunu yalnız bana bildirdi” karşılığını vermiştir.( Kutü’l-kulüb, 1,150.)
Ebu Talib el-Mekkî bundan önce şöyle der: Hasan-ı Basrî, bu söz ettiğimiz ilimde imamımızdır; onun izinden gidiyor, yolunu takip ediyor, kandilinden aydınlanıyoruz. Allah’ın izniyle bu bilgiyi, ona varıncaya dek bir imam diğerinden alarak naklede geldik. O Bedir’e katılan sahabilerden yetmiş kişiyle görüşmüş, üç yüz sahabiyi, Osman b. Affan’ı, Ali b. Ebi Talib’i... görmüştür.( Age, 1,149.)
Ebu Talib el-Mekki, bundan önce de şu bilgiyi zikreder: Ali b. Ebi Talib Basra mescidinde Hasan-ı Basrî’nin ilim halkasına vardı, o bu ilim konusunda konuşuyordu. Kendisini dinledi, sonra döndü ve onu dışarı çıkarmadı.( Age, 1,148- 150.)
Bundan anlaşılıyor ki Efendimiz Hz. Ali’nin onu mescitten çıkardığını ve bu konuda konuşmaktan men ettiği ileri süren kimse yalan söylemiştir.”(Kettanî, Et-Teratibu’l İdariyye III, 86-87.)
Müsaadenizle son söz olarak şunları söyleyelim. Beleşçilik, ucuzculuk, taklitçilik ve belgesiz tartışma, zarardan başka fayda getirmez. Bizim hala en büyük düşmanımız cehalettir. Onun şerrinden ancak ilimle kurtulabiliriz.
Öyleyse yapmamız gereken tek şey, iyi niyetle okumak, okumak, okumaktır.