“Şeyh” Kimdir Vazifesi Nelerdir?
Şeyh Arapçada "ihtiyar" anlamındadır. Tarikatta ise, kendisine intisap eden müritleri, manevî bir yolla belli esaslar çerçevesinde yetiştiren ve eğiten kişidir.
“Mürşit” de denilen şeyh, daha önce bir şeyhin gözetiminde hak yola gir¬miş, seyr-i sülûkünü tamamlamış ve bu yolun hallerini, makamlarını, korkulu ve tehlikeli durumlarını bilmiş bir kişidir. Bu sebeple müridi alır ve ona yararlı ve zararlı hususları göstere göstere manevi yolda yürütür. Dini hayatı sevdirir ve yaşatır.
Şimdi bazı yorumcuları duyar gibiyim; “bu yolun halleri, makamları, korkulu ve tehlikeli durumları Kur’an ve Sünnette var mıdır?” Tıpkı “toprağı terbiye ederek, ilaçlayarak ve gübreleyerek daha fazla ürün alma yolları Kur’an ve Sünnette var mıdır?” diye sorar gibidirler.
Her ne ise, şeyhin başarısı, kullarına Allah'ı sevdirmektir. Bu sebepten ötürü de Allah katında çok kıymetli ve sevilen (velî) bir insandır.
Bir de “Müteşeyyih” denilen kişiler vardır. Yani şeyh olmadığı halde şeyh geçinen sahtekârlar, istismarcılar. Hakiki şey ile sahtekâr şeyh geçinenleri ayırt eden “Şeyhlik Vasıfları” vardır. Bunları bilmek çok önemlidir.
Bunlar nelerdir?
İrşat için salahiyetli bir şeyhin vasıflarının başlıcalarını şöyle zikredebiliriz:
Kur'an ve Sünnetin ahkâm ve adabını bilmesi.
Şeriatı ihlas ile ve istikamet üzere yaşaması.
İnsanları Allah'a ibadete, zikre, şeriatı bilmeğe ve yaşamağa davet etmesi. Herkese nasihat etmesi.
Bütün yaratılmışlara şefkat, merhamet ve lütufla yaklaşması.
MÜ’m inlerin ayıplarını örtmesi, onlara kalp tasfiyesi ve nefis tezkiyesi için gerekli şeyleri bildirmesi, yetiştirmesi.
Tasavvuf, amelî-tecrübî bir yol olduğu için, bu yola gi¬ren bir mürit, mutlaka bir Şeyh’in terbiyesi altına girmeli, bü¬tün kalbiyle ona bağlanmalı, seve seve her emir ve tavsiyesini dikkatle yerine getirmeli, asla itirazda bulunmamalıdır.
Bu yüzden mürit şeyhini ders almadan önce iyi araştırmalı, kalbi tam mutmain olmadan biat etmemelidir. Bu onun hakkıdır. Ancak “tamam” deyip de ders aldıktan sonra araştırma biter, teslimiyet başlar.
Maalesef her zaman şeyh olmadığı halde şeyh geçinen “müteşeyyih”, yani sahtekâr şeyhler olagelmiştir ve tecrübelerden anlaşılıyor ki ola da gidecektir. Bu sahtekârların da bağlıları olduğuna göre vaziyet çok hassastır. Öyleyse herkes her zaman dikkatli olmalı, şeriatı, yani dinin açık emir ve yasaklarını esas alarak Allah Teâlâ’nın iradesini asla çiğnememelidir.
Şeyh hata yapmaz mı?
Elbette yapabilir.
Peygamberler dışında hiçbir insan “ma'sum”, yani günahtan korunmuş değildir. Bu yüzden şeyh de, niyetini halis kılmakla beraber nefsini murakabe ve azarlamaya devam etmeli, önemli işlerde istişareyi elden bırakmamalı, kendisini asla hata¬dan münezzeh görmemelidir. Olabilir ki bir konuda dikkatini toplayamaz ve nefsinin arzusu altında yatan şeyi göremez. Onun için nefsine karşı her an uyanık bulunup tuzağa düşmemelidir.
Ancak şunu da görmeliyiz ki temiz, havalı ve güneşli bir çevrede yaşayan ve gıdasını tam alan insanların böyle olmayanlara nispeten daha az hasta olmaları gibi, temiz insanlarla düşüp kalkan ve manevî gıdalarını alan bir şeyhler de diğer insanlara nispeten daha az manevî hastalık olan günahlara düşecektir.
Bir de ibadetlerinin ve mücahedelerinin bereketi olarak Allah Tealanın onları daha çok sevmesi, esirgemesi ve koruması gayet tabiîdir. Bu yüzden “Peygamberler ma’sum, veliler mahfuzdur” denilir. Yani “veli kullar Allah Teâlâ’nın himaye ve koruması altındadır” demektir.
Buna rağmen şeyh hata yapar veya şeriata aykırı emirler verirse dinlenmez, çünkü “Allah Teâlâ’ya isyan olan yerde mahluka itaat edilmez” hadisi çok açıktır.( Buhari, Ahkam 4, Ahad 1, meğuz, 59; Müslüm, İmare 39,40; Ebu Davud, Cihad 87; İbn Mace, Cihad 40; Nesai, Bey'at 34 Ahmed 1/82,94,124 4/426,427,432)
Bununla beraber saygıda kusur edilmez, uyarı münakaşa ve mücadeleye çevrilmez, sükut ve kibarlıkla geçiştirilir.
Aynı şey âlimler için de geçerlidir. Onlara emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münker yapmaya gerek yoktur. Çünkü zaten biliyorlar. Avam karışmaz, kendi seviyesindeki âlimler gerekli görürlerse adabına uygun olarak bunu yapabilirler.
Bu sebepten ötürü herkesçe iyi bilinmelidir ki asıl olan din ve şeriattır. Bir müridin “şeyhim perde arkasını görür, bizim bilmediğimizi bilir. Bir emir verdiğinde zahirde şeriata aykırı da olsa bir hikmeti vardır, ona itaat gerekir” demesi, Allah korusun, zındıklığa kapı açmaktır.
Çünkü bu yolun büyükleri açıkça “zahire ters düşen her batın, batıldır” diye kaideyi koymuşlardır. Kim aksini söylüyorsa, yalan söylüyor ve tasavvufa ters düşüyordur.
Şeyh de bir insandır, elbette onun da vazifesini yaparken uyması gereken bazı adabı vardır. Evet, şeyh olmanın birçok vazifeleri, mesuliyetleri, mükellefiyetleri, yükümlülükleri ve adabı vardır. Doğrusu kolay bir iş de değildir.
Bu yüzden şeyhlik istemekle olmaz, manen görevlendirilmekle olur. İslam’da genel bir kaide vardır, yöneticilik vazifelerine talip olmamak gerekir. Çünkü isteyen o işle baş başa bırakılır, yardım edilmez. Ama istenmeden verilirse, yanında yardım ve destek de verilir.
Abdurrahman ibnu Semure (ra.) anlatıyor: "Resullullah (a.s) buyurdular ki:
-Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin sorumluluğun şeyi sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emirlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de keffarette bulun."(Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1; Müslim, İmâret 19, (1652); Ebü Dâvud, Harâc 2, (2929); Tirmizî, Nüzür 5, (1529); Nesâî, Adâbu'l-Kudat 5, (8, 225))
Başka bir hadis: “Vallahi biz isteyeni veya görev hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz.”( 78 Buhârî, Ahkâm 7, 12, İcâre 8, İstitâbe 2; Müslim, İmâret 7, (1733); Ebû Dâvud, Harâc 2, (2930); Nesâî, Adâbu'l-Kudât 4, (8, 224))
Şeyhlik adap ve erkânına gelince, kısaca söylemek gerekirse Şeyh’e düşen her şeyden önce niyetini halis kılmak, bütün vakitlerinde sahv (kalp uyanıklığı) halinde bulunmak ve bir anını olsun gaf¬letle geçirmemektir. Manevî derecesi ne kadar yükselirse yükselsin, zahiri amelleri asla terk etmemelidir.
Şeyhin çok dikkat etmesi gereken bir konu da ne müridin ne de başkalarının malına asla ve kat’a göz dikmemektir. Aksine onlara karşı maddi manevi çok cö¬mert ve ikramlı olmalıdır. Ne kendi şahsı için, ne de yakınları için asla hizmet beklememelidir. Evet, hizmet manevî terakki için bir vesiledir, yolun yetiştirici adabındandır. “Baba himmet” sözüne “oğlum hizmet” bu gerçeği ifade eder. Ama bu yol ve insanlık içindir, şeyhin çıkarı için değildir.
Şeyhler daima ciddi ve vakurdur, heva ve hevesten, oyun ve eğlenceden, aşırı şaka ve laubalilikten uzak durur. Belki zaman zaman kalpleri kazanmak, yorulanları dinlendirmek, zihinleri canlandırmak, korkanları teskin etmek için sünnete uyarak latîf latîfeler yapabilirler. Onu da elbette yalandan, dolandan, kişileri alaya almak, aşağılamak, kırmak ve incitmekten uzak, yemekte tuz kadar olmak şartıyla yapmalıdırlar.
Bir şeyh efendi müridinin kalbinden heybetinin gitmemesi için uzun uzun onlarla oturmamalı, ancak münasip zamanlarda halka çıkmalı, kimseyi açıktan kınamamalı, devlet ve dünya ehli ile kavgaya girmemeli, şandan ve şöhretten kaçınmalı, herkese iyilik ederek nasihat vermeli, hayrına dua etmelidir.
Bir tarikata intisap etsin veya etmesin bir Müslümanın bu türlü değerli insanları tanıyıp da sevmemesi mümkün değildir. Böylesi insanlar İslam Dininin hak olduğunun da bir alametidir.
Dolayısıyla bunları tanımadan düşmanlık yapmak, herkes kabul eder ki akıldan ve mantıktan nasipsizliktir. Bunları tanıyıp da düşmanlık yapmak ise, İslam Dinine ve onu gönderen Allah Teâlâ’ya düşmanlıktır. Bunlar hadisin ifadesine göre “Allah Teâlâ ile harbe girmişlerdir.”
Bence buna cüret edenler çok korkmalıdırlar. Çünkü “mecazen insan” olmak, “hakikaten insan” olmaktan çok farklı bir şeydir.