Amaçsız insan, dümensiz gemi
Merhaba sevgili dostlarım...
Tarihçi Thomas Caryle der ki: “Amaçsız bir insan dümensiz gemiye benzer.”
Dümensiz gemi, açık denizde dönüp durur, ama bir türlü hedefine varamaz. Atak yapmamızı engelleyen önemli faktörlerden biri hedefsizliğimiz ve amaçsızlığımızdır.
Bir noktayı daha hatırlatayım: İman insanın dümenidir. Bu dümen sayesinde rotadan ayrılmadan ebediyete gider. Bir de insan ne istediğini, nereye ulaşacağını bilmeli. Önünde kısa, orta ve uzun vadeli hedefler koymalı.
Rap Waldo Emerson, “İnsan” diyor, “Ne istediğini bilmezse, belirsiz düşüncelerle ve boş isteklerle ömrünü geçirir.”
Bediüzzaman ise, “Gaye-i hayal olmazsa ezhan enelere döner” diyerek aynı gerçeğin altını çiziyor. Türkçesi şu: “Hedefi olmayan insan, tüm umudunu ve enerjisini kendine harcar.”
Dindar Müslümanları da içine çeken lüks hayat, vur patlasın çal oynasın yaşamak, güzellik salonları, beş yıldızlı tatiller, süslü bebeklere dönüşmeler, orayı-burayı estetik yaptırmalar bu şahane tespitin çağa yansıyan yüzüdür.
Kısacası biz de (dindar Müslümanları kastediyorum) tıpkı “ehl-i dünya” gibi, “maksatsız ve hedefsiz insan”lara dönüştük. Yüreklerimizi belirli hedeflere kilitleyemedik. Bu yüzden biz de ne yapacağımızı pek bilemiyoruz... Ve tabii başarılı olamıyoruz!
Kendinizi ortaya koyacak kadar istediğiniz ve ölesiye çalıştığınız halde, ulaşamadığınız kaç hedef oldu sahi?
Sultan İkinci Mehmed’e bakın: Henüz yirmi bir yaşındayken fetih ordusunun başında geliyor, bugün Rumelihisarı adıyla anılan mevkide duruyor. İstanbul’u fetih maksadıyla, dedesi Yıldırım Bâyezid’in inşa ettirdiği Anadoluhisarı’na (Güzelcehisar) bakıyor. İyi düşünülmüş, yeri de iyi seçilmiştir. Ancak bu hisarın tek başına Boğaz’ı kontrol altında tutması imkânsızdır. Karşısına bir hisar daha inşa edilmeli, Doğu Roma’nın şahdamarı kesilmelidir. Böylece Bizans’ın dünya ile irtibatı kopacak, son ikmal yolu da tıkanacaktır. “Muradımız şudur ki, bu mevkide bir hisar yapıla. Muhkem ola, boğazı kese ve iznimiz olmadan kuş uçurtmaya” diyor, Mimar Müslihüddin Ağa’yı çağırıp inşaata başlamasını emrediyor (26 Mart 1452)...
Padişah başta olmak üzere herkes çalışıyor. Lütfen manzarayı tahayyül etmeye çalışın: Devrin en büyük hükümdarlarından biri olan Sultan İkinci Mehmed, koca bir kayayı kucaklamış götürüyor. Her biri cihana bedel âlimlerden Molla Hüsrev -ki Padişaha sadece ismiyle hitap etme imtiyazındaki nadir simalardandır- temel kazıyor, mevkice Avrupa imparatorlarıyla eşdeğer sayılan vezirler harç karıyor.
Hiçbiri mevkiine, makamına, rütbesine, şöhretine aldırmıyor. İçlerinde küçük bir gurur kırıntısı dahi yok. İşçilerle, yamaklarla, kalfalarla, yeniçerilerle bütünleşmişler, maksatlarına hizmet ediyorlar.
Formül şu: Hedef Konstantiniye... Araç Boğazkesen Hisarı... Maksat İ’lây-ı Kelimetullah (Tevhid inancını yaymak)... Hedefe ulaşmayı o kadar çok istiyorlar ki, mevki ve makamlarına bakmadan, amelelik dâhil, her işi derin bir vecd içinde yapıyorlar.
O sırada Bizans yöneticileri eğlenmekle, süslenip püslenmekle, etrafa “caka” satmakla meşgul. Akıllarını başlarına devşirdiklerinde ise artık vakit çok geçtir.
Şimdi genç dostlar: Bizans’ı yere seren gafletle, genç padişahı “Fatih” yapan farka dikkat!.. Küçücük bir aşireti, çok kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde imparatorluk eşiğine getiren, sonra Kostantiniye’nin kapılarıyla birlikte yeni bir çağın kapısını da açtıran işte bu farktır...
Bu farktır, Osmanlı’yı üç kıtanın hâkimi, Avrupa’nın hâmisi yapan; dünya örneği bir medeniyete, güçlü bir askerî teşkilâta, sapasağlam bir ekonomiye ve kıldan ince, kılıçtan keskin bir adalete sahip kılan...
Yine bu farktır, devleti yenilmez, milleti ezilmez yapan.
Bu fark kaybolmaya başlayınca da ne olduğumuzu hepimiz biliyoruz: Tökezledik.
Öyleyse, hedef koymak ve hedeften asla şaşmamak gerekiyor.
Amaç sahibi olmak, insana anlam katar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.