Gülen'in dönmesini en çok kim istemez?
Yargıtay Daire Başkanları yayınladıkları bildiriyle, Anayasa Mahkemesi'ne, yetkilerini aşarak, Meclis tarafından değiştirilen 10'uncu ve 42'nci maddeleri "yok sayması" için göz kırpmıştı.
Bildiri baştan sona, sanki başka ( demokratik, sosyal hukuk devleti ) özellikleri yokmuşçasına, devletin laik niteliğinden söz ediyor, Başsavcının kapatma iddianamesine destek veriyordu.
Böylesine köşeli bir kurumun, 1999'dan beri ABD'de yaşayan ve Türkiye'de " laik devlet yapısını değiştirmek amacıyla yasadışı örgüt kurmaktan " yargılanan Fethullah Gülen'in beraat kararını onamasına, bazı çevreler hayret etti.
Şaşırmışlardı: Madem Gülen kendi adıyla anılan bir İslami cemaatin lideriydi; nasıl olur da beraat edebilirdi?
Bildiri baştan sona, sanki başka ( demokratik, sosyal hukuk devleti ) özellikleri yokmuşçasına, devletin laik niteliğinden söz ediyor, Başsavcının kapatma iddianamesine destek veriyordu.
Böylesine köşeli bir kurumun, 1999'dan beri ABD'de yaşayan ve Türkiye'de " laik devlet yapısını değiştirmek amacıyla yasadışı örgüt kurmaktan " yargılanan Fethullah Gülen'in beraat kararını onamasına, bazı çevreler hayret etti.
Şaşırmışlardı: Madem Gülen kendi adıyla anılan bir İslami cemaatin lideriydi; nasıl olur da beraat edebilirdi?
Yargıtay'ın aldığı kararın 'hukuksal' yönü beni ilgilendirmiyor. Ancak olaya 'siyasi' açısından bakabiliriz.
Bazıları, ideolojilerine bakarak, zümreler arasındaki ilişkilerin değişmediğini sanıyor.
Mesela şöyle: "Bürokratik elit Kemalist'tir, laikliği şiar edinmiştir; o halde İslami kesimle asla ilişkiye girmez, hele ittifak hiç yapmaz."
Ben hükmetme mekanizmalarının böyle işlediğini sanmıyorum. Şartlara bağlı olarak, her kesim bir diğeriyle, hatta düne kadar düşman ilan ettikleriyle dahi, ittifak yapabilir.
Bunun güzel bir örneğine, 12 Eylül 1980 darbe döneminde şahit olduk.
1960'larda askerlerin en çok bozulduğu kesimlerin başında Nurcular geliyordu. Onları epey itip kaktılar.
Ama 1980'e yaklaşırken, solcuları daha büyük bir tehdit olarak görmeye başladılar.
12 Eylül cuntası yönetime geçtikten sonra, 'Türk-İslam sentezi' diyebileceğimiz bir politika gütmeye başladı.
Cuntanın başı Org. Kenan Evren kent kent dolaşıp meydanlarda konuşmalar yapıyordu. Söylevlerinde Kuran'dan ayetler okuyor, dini vecizeleri art arda diziyor, Allah inancının altını çiziyordu.
O dönemdeki ilginç bir olayı biz daha sonra öğrendik: Erzurum ve çevresindeki Nurcuların lideri ' Kırkıncı Hoca' ( Mehmet Kırkıncı ) Kenan Evren'e bir mektup yazmıştı.
'Devletine bağlı' Kırkıncı Hoca, mektubunda gençlerin solculuğa kaymaması için İslam'a ağırlık verilmesini talep ediyordu.
En somut önerisi ise "din derslerinin zorunlu hale getirilmesi" idi.
Laik devlette 'zorunlu din dersi' olur mu? Ama oldu!
Evren cuntası dersi zorunlu kılmakla kalmadı, bunu 1982 Anayasası'na da soktu.
Olay çok çarpıcıydı: çünkü Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi ve ardından kurduğu Milli Selamet Partisi dahi böyle bir talepte bulunmamıştı!
Bazıları, ideolojilerine bakarak, zümreler arasındaki ilişkilerin değişmediğini sanıyor.
Mesela şöyle: "Bürokratik elit Kemalist'tir, laikliği şiar edinmiştir; o halde İslami kesimle asla ilişkiye girmez, hele ittifak hiç yapmaz."
Ben hükmetme mekanizmalarının böyle işlediğini sanmıyorum. Şartlara bağlı olarak, her kesim bir diğeriyle, hatta düne kadar düşman ilan ettikleriyle dahi, ittifak yapabilir.
Bunun güzel bir örneğine, 12 Eylül 1980 darbe döneminde şahit olduk.
1960'larda askerlerin en çok bozulduğu kesimlerin başında Nurcular geliyordu. Onları epey itip kaktılar.
Ama 1980'e yaklaşırken, solcuları daha büyük bir tehdit olarak görmeye başladılar.
12 Eylül cuntası yönetime geçtikten sonra, 'Türk-İslam sentezi' diyebileceğimiz bir politika gütmeye başladı.
Cuntanın başı Org. Kenan Evren kent kent dolaşıp meydanlarda konuşmalar yapıyordu. Söylevlerinde Kuran'dan ayetler okuyor, dini vecizeleri art arda diziyor, Allah inancının altını çiziyordu.
O dönemdeki ilginç bir olayı biz daha sonra öğrendik: Erzurum ve çevresindeki Nurcuların lideri ' Kırkıncı Hoca' ( Mehmet Kırkıncı ) Kenan Evren'e bir mektup yazmıştı.
'Devletine bağlı' Kırkıncı Hoca, mektubunda gençlerin solculuğa kaymaması için İslam'a ağırlık verilmesini talep ediyordu.
En somut önerisi ise "din derslerinin zorunlu hale getirilmesi" idi.
Laik devlette 'zorunlu din dersi' olur mu? Ama oldu!
Evren cuntası dersi zorunlu kılmakla kalmadı, bunu 1982 Anayasası'na da soktu.
Olay çok çarpıcıydı: çünkü Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi ve ardından kurduğu Milli Selamet Partisi dahi böyle bir talepte bulunmamıştı!
Demek istediğim şu: Bürokratik elitin tek derdi, ayrıcalıklı konumunu sürdürmek ve makro siyasete hükmetmektir.
Bunu gerçekleştirmek için herkesle ( geçici ) ittifaklar yapabilir.
Mesela Gülen cemaatinin dünyanın dört bir yanında Türk okulları açması, misyonerlerle rekabete girmesi bürokratik eliti rahatsız etmez. Hatta (icabında) çaktırmadan destekleyebilir.
Ancak bir şartla: " Ben senin genel çerçeveni çizeceğim, sen ise benim kadrolarımın içine sızmaya çalışmayacaksın. "
Laikçi medya, ' öcüleştirme' alışkanlığıyla, " Acaba Hocaefendi, Türkiye'ye ' Humeyni gibi ' döner mi " diye soruyor.
Gülen'i 'İran tipi' bir rejimle özdeşleştirenler, ne onu tanıyor, ne de cemaati.
Bence onun dönmesinden en çok kim rahatsızlık duyar biliyor musunuz Recep Tayyip Erdoğan!
Bunu gerçekleştirmek için herkesle ( geçici ) ittifaklar yapabilir.
Mesela Gülen cemaatinin dünyanın dört bir yanında Türk okulları açması, misyonerlerle rekabete girmesi bürokratik eliti rahatsız etmez. Hatta (icabında) çaktırmadan destekleyebilir.
Ancak bir şartla: " Ben senin genel çerçeveni çizeceğim, sen ise benim kadrolarımın içine sızmaya çalışmayacaksın. "
Laikçi medya, ' öcüleştirme' alışkanlığıyla, " Acaba Hocaefendi, Türkiye'ye ' Humeyni gibi ' döner mi " diye soruyor.
Gülen'i 'İran tipi' bir rejimle özdeşleştirenler, ne onu tanıyor, ne de cemaati.
Bence onun dönmesinden en çok kim rahatsızlık duyar biliyor musunuz Recep Tayyip Erdoğan!