Tavşan yürekliler

Tavşan yürekliler

Dünya şampiyonalarında birinci gelen güreşçimiz “Allahıma çok şükür” dediği için başına gelmedik kalmamıştı. Daha bu sene Futbolcu Hakan Şükür üzerine kalemlerini kılıç yapıp hücum eden kişileri, dillerini yılan diline döndürüp sokmaya çalışanları gördük.

Bunların sayısı sağdan saysan beş yüzü geçmez, soldan saysan yine beş yüzü geçmez ama hoparlörün başında olduklarından, teneke boyunlarında, tokmak da ellerinde olduğundan kemanın sesini kapatıyorlar, kanunun sesini kısıyorlar.

Bunları güçlü zanneden tavşan yürekli bazı Müslümanlarımız da ikiyüzlü olmaya başladı.

Ankara’ya konferans vermek için gittiğimde bu konuya değinmiştim.

Konferans sonrası bir bakanlıkta genel müdürlük yapan bir beyefendi kendi arabasıyla beni götürürken konuşmamı destekleyen bir olayı anlattı.

Bakanlığın birinde iki tane müdür muavini, aynı odayı paylaşıyorlar. İkisi de birbirini tanımıyorlar.

Her sabah gelişlerinde merhabalaşıyorlar, sonra işlerine devam ediyorlar. İkindi vakti ikisi de kendi masalarında sessizce duruyorlar ve kaş göz hareketleri yapıyorlar.

Bir Cumartesi akşamı ikisi de bir evde karşılaşıyorlar.

Ev sahibi ikisinin de arkadaşı.

O zaman anlıyorlar ki her ikisi de ikindi vaktinde kaş göz işaretleriyle çaktırmadan namaz kılıyorlarmış.

Bakan Müslüman, müsteşar Müslüman, genel müdür Müslüman, şoför Müslüman, yazar Müslüman, mürettip Müslüman, vali Müslüman, sekreteri Müslüman, General Müslüman, er de Müslüman ama bakan, şoförünün yanında namaz kılamıyor. Kapıyı kilitliyor, meşgul lambasını yaktırıyor, çaktırmadan namazını kılarken, sekreter de şoför de çaktırmadan namazlarını kılıyorlar.

Doktorasını alıncaya kadar çaktırmayanlar, daha sonra doçentliği hedefliyorlar. Sırada Profluk, Dekanlık, Rektörlük, YöK başkanlığı var.

Bir komiserin hatıratından okudum:

“Ben, birkaç yıl terfi edemedim. Sebebini de öğrenemedim. Bir gün çok iyi tanıdığım, beraber olduğum, birlikte derslere katıldığım müdürüm “Sen İslâmcı olarak bilindiğin için senin hakkında iyi rapor verirsem ben de bilinirim diye sicilini ben düzenledim ve sen terfi edemedin. Hakkını helal et” dedi diyor.

Bozguna uğramış bir ordu düşünün. çeşitli sebepler nedeniyle cephede tutunamamışlar ve geriye kaçmışlar.

Komutan ölünce kaçan orduda başıbozukluk hakim olmuş.

Ormanlık bir dağa sığınmışlar. Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlamış.

Gecenin karanlığında her biri kendine bir sığınak bulmuş ve gizlenmiş.

Kalp atışları bile düşman topu gibi kendi yüreğini hoplatmakta.

ürkek bir tavşanın cığıştısı bile ona düşman narası gibi gelmekte.

İşte böyle bir zamanda her çalının arkasındaki hareketi düşman olarak değerlendirmekte.

Halbuki o hareket kendisi gibi korkan arkadaşının hareketidir.

İşte böyle bir zamanda hepsinin tanıdığı bir er kişi, bir kayanın başına çıkıp “Ben buradayım, benim yanıma gelin. Kendi arkadaşlarınızı düşman zannediyorsunuz. Bu ormanda bizden başka kimse yok” demesi gerekir.

Kimliksiz insanlar, kendileri olamadan ahirete giderler ve orada da unutulmuş muamelesi görürler.

Makam, mevki, maaş, rütbe ve istikbal için kendisini gizlemeye çalışan insanlarımızı bir kalemde silip atmayın.

Korku gelince mantık çalışmazmış. Siz onlarla uğraşmak yerine yediden yetmişe herkesin güven duyacağı ortamı oluşturmaya çalışın.

Güven veren bir ses duyulunca insanlar gizlendikleri yerlerden çıkarlar.

Onlara “….İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Azıcık para karşılığında ayetlerimi satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Ayetini okuyup iliklerine kadar işlemesini sağlayın.

Tavşan yürekli biri bu yazıyı okuyup “Ben o ayeti ezbere bilirim ve de iman ederim” diyebilir.

Yüzme bilmeyen biri yüzme üzerine on kitap okuduktan sonra denize atlasa boğulur ölür.

Bilmek yeterli değil amel/eylem gerekir.

Sırtında silah yüklü eşeği kurt yemiş.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi