Aaa, dünün “tanksever”leri, bugün “tanksavar” ol
“Geçmiş olsun” telefonları yağmur gibi yağmaya devam ediyor... Bu duyarlılıkları için bütün okurlarıma yürekten teşekkür ediyorum... Sağolun, varolun...
Telefon edenlerden biri de, Bursa’nın Yıldırım ilçesi AK Parti İlçe Başkanı Hüdayi Yazıcı idi... “Geçmiş olsun” dedikten sonra; “Gerçekten de” dedi, “Cenab-ı Allah, hem size hem bize bugünleri gösterdiği için sonsuz şükürler olsun... 28 Şubat’a kaşı dik duran ve çok yoğun bir mücadele veren Akit, bugün ne kadar gurur duysa azdır... Bu mücadelede, sizin ayrı bir yeriniz var, bu hakkınızı herkes teslim etmelidir... Böyle bir günde yazıya başlamanız da, Cenab-ı Allah’ın bir lütfu olsa gerek.”
CUNTACILAR İÇİN KÂBUS!
Hüdayi Yazıcı’nın hassasiyetine teşekkür ediyorum... “Tespit”ine katılmamak da mümkün değil... Çünkü, “cuntacılar”ın kendileri söylüyor zaten, Akit’in; kendileri için “korkulu rüya” ve “kâbus” olduğunu...
Genelkurmay Psikolojik Harekat Dairesi’nin 28 Şubat sürecinde hazırladığı “Medya Raporu”nda, gazetelerle ilgili olarak deniliyor ki;
“Bütün günlük gazeteler ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. Üzerlerinde gerekli çalışmalar yapılıyor. Gerekirse tehdit, gerekirse takdir kampanyaları başlatılıyor. Şu anda Genelkurmay’a en yakın gazete olarak Sabah görülüyor... En çok da Akit ve Milli Gazete tepki görüyor... Yazarlardan Emin Çölaşan ile Fatih Çekirge’nin yeri bir başka... Hasan Cemal de yakın görülüyor.”
27 ŞUBAT’TA NEREDEYDİ?
Gördünüz ya;
Adamlar bize acayip “gıcık”larmış... Gıcık olmasınlar da, n’aapsınlar?.. Akit, o günlerde; hemen her gün bir “yamuk”larını deşifre ediyor, hemen her gün bir “rezillik” ve “kepazelik”lerini gözler önüne seriyordu.
Meselâ, soruyordu:
“28 Şubat günü 9 saatlik MGK toplantısına katılan Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, bir gün önce, yani 27 Şubat 1997’de neredeydi?.. 27 Şubat’ta İsrail’de bulunan Karadayı, Yahudilerin ünlü Ağlama Duvarı’nı da ziyaret etti mi?.. 28 Şubat Darbesi’nde İsrail’in bir rolü var mı?”
“Vatansever” generallerimizin gerçekleştirdiği bir “darbe”ye; kalkıp da “İsrail”i bulaştırmak, elbette hiç kimsenin işine gelmiyordu... Onlar da; “12 Eylül cuntacıları” gibi “Bizim oğlanlar” olarak anılmak istemiyorlardı.
Ama Akit, hiç boş durmuyordu.
Sadece “uykularını kaçırmak”la kalmıyor, geceleri de “kâbus” görmelerine yol açıyordu...
“Bu ne biçim gazete”ydi ki; ne “tehdit”ten korkuyordu, ne de “dâvâ bombardımanı”ndan!.. Hakkında açılan “Çevik Bir imzalı yüzlerce dâvâ”ya rağmen, bir türlü susmak bilmiyordu.
BELLENDİNİZ PAŞAM!
Hatırlarsınız... 1999 yılında GATA’nın ders yılına başlaması dolaylısıyla konuşan Tuğgeneral Yalçın Işımer; “Bedir Savaşı’nda 500 kişiyle çarpışan 250 bedevi Arap” diyerek Peygamber Efendimiz’e dil uzatmıştı... Işımer, Merhum Akif için de “Düşünce evreni Bedir Savaşı’nın ötesine gidememiş” ifadesini kullanmıştı... Aynı Işımer; “Akif Üniversitesi” kurmak isteyenler için de “Bu adamları belleyeceğiz” demişti.
Peki, Akit ne demişti?..
“Bu adamları belleyeceğiz” diyen Yalçın Işımer’e, hemen ertesi günü “manşet”ten cevap verip, demişti ki;
“Bellendiniz Paşam”
Ve altına ilâve etmiştik:
“Artık, bütün Türkiye seni tanıdı.”
Haberimizde, okurlarımızın da görüşüne yer vermiştik... Okurlarımız da diyordu ki;
“Tuğgeneral Yalçın Işımer ve zihniyetini çok iyi belledik!”
O GÜN NERELERDEYDİNİZ?
Şunu demeye çalışıyorum:
Son yıllarda, hele de “28 Şubat’a balans ayarı” yapıldığı günün ertesinde bakıyorum da; hemen herkes “demokrat” ve “özgürlükçü” kesilmiş!..
Öyle aslan kesiliyorlar, öyle atıyorlar ki, mangalda kül, pencerede tül bırakmıyorlar!..
“Ulan” dedim;
“28 Şubat sürecinde nerelerdeydiniz?.. Bu ülkenin dindar insanlarına ve bu gazeteye karşı topyekün savaş ilân edilip de, üzerimizden buldozer gibi geçtiklerinde siz ne yapıyor, nerelerde, kimleri fişliyor, kimleri hedef gösteriyordunuz?”
Bugün kalkmışlar;
“Demokrasi havarisi” kesilmişler... “Hukuk” diyorlar, “Demokrasi” diyorlar, 28 Şubat için “Tu kaka” diyorlar!..
Ulan, sen ne biçim adamsın ki, ne kadar “omurgasız”sın ki; dün yaptığın işin arkasında bile duramıyorsun?.. Biraz mert ol be!..
Malûm, Sincan’da “tank”lar yürümüştü... O tankların resmini, o günkü Sabah gazetesi çekmişti de, sen çekememiştin... Peki, ne yaptın o zaman?..
Gittin komutana, yalvardın?..
Söyle, yalvarmadın mı?..
Bırak yalvarmayı, o fotoğrafı çekebilmek için komutanın kıçını öpmeye bile razıydın!.. Bereket ki; işi zaten “propaganda” yapmak olan komutan, “tankları bir defa daha yürüttü” de, sen de kurtuldun kıç yalamaktan!..
Ne var ki;
O gün kıç yalamaktan kurtulan sen; herhalde “alışkanlık” yapmış olmalı ki, daha sonraki süreçte sürekli “postal yalamaya” başladın. O postalları öyle yaladın ki, “cila”ya hiç gerek kalmadı...
Şimdi kalkmış;
“Ben o günlerde darbe karşıtı yazılar yazmıştım... Darbelere karşı olduğumu herkes bilir, bunu da her yerde söylerim!” diyorsun!..
Sus be adam!..
“9 koca eskitmiş karı”ların kendilerini “kız oğlan kız” diye pazarlaması gibi, sen de kalkmış “darbe karşıtı” olarak pazarlıyorsun kendini!.. Sanki, seni hiç tanımıyoruz... Hani, bilmesek bu palavraları yutacağız... İyi ama, “askere taktik” veren ve bu ülkede “6 milyon insanın fişlenmesi”ne yol açan sen veya senin gibi “zibidi”ler değil miydi?..
Bırak zırt-pırt etmeyi de,
Otur oturduğun yerde!..
AĞZI TEMİZ(!) GENERALLER
Herhalde söylemeye gerek yok... “28 Şubat darbesi”nin tek mimarı, elbette sadece “asker” değildi... O sürecin mimarları arasında “siyasetçi”ler, “sendikacı”lar, “medyatör”ler, “iş adamları” ve “brifingli yargıçlar” vardı... Tabii; Ali Kalkancı’ları, askerin “pisi pisi” işaretlerine koşan “Sisi”leri, onun patronu Turgut Büyükdağ’ları, Emire Ersoy’ları ve Fadime Şahin’leri unutmak da mümkün değil...
Ne var ki; sürecin “esas oğlan”ları yine de “asker”lerdi.
Meselâ; Erol Özkasnak hiç unutulamaz!..
Hatırlarsınız, bir “söz”ü ile tarihe geçmişti...
28 Şubat “andıç”larının, “brifing”lerinin ve “kara liste”lerinin zirvede olduğu dönemde, Sabah gazetesinden Mehmet Altan’a şöyle haber gönderdiği iddia edilmişti:
“Makatına sürgü takar, cepheleri gezdiririm!”
Sadece o mu?..
Aynı Özkasnak; bir “bayan gazeteci”nin, evet Gülay Göktürk’ün de “hizaya getirilmesini” istemişti... Çünkü Gülay Göktürk; Özkasnak’ın gözünde “Vatan haini ve ordu düşmanı”ydı!..
Sadece bunlar da değil... 28 Şubat sürecinde bir süre Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı yapan Bülent Orakoğlu, yazdığı kitapta dehşet bir iddiayı gündeme getiriyordu...
Orakoğlu’na göre, Erol Özkasnak, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener için şöyle demişti:
“O kadına söyle, ayağını denk alsın!.. Emniyet istihbaratına sahip olsun!.. Hareketlerine, konuşmasına dikkat etsin!.. Yoksa iktidarı devraldığımızda; onu, avanaesi ile birlikte İçişleri Bakanlığı önünde yağlı kazığa oturturuz!”
Ağzı “temiz”(!) olan sadece Erol Özkasnak da değildi... Tuğgeneral Osman Özbek de, “sövgü yarışı”nda Özkasnak’tan geri kalmazdı... O da, dönemin Başbakanı Merhum Necmettin Erbakan’a “P...nk” demesiyle meşhurdu.
Söyleyin Allah aşkına;
Tüm bunlar unutulur mu?..
Hani, “balık hafızalı” olsak belki unuturuz ama, üzerimizden “buldozer” gibi geçen süreci ve o sürecin mimarlarını unutmak mümkün mü?..
Erol Özkasnak’ı da unutamayız,
Osman Özbek’i de!..
Albay Oğuz Kalelioğlu’nu da unutamayız, Kurmay Albay Hüsnü Dağ’ı da...
DİYANET’E BALANS
Hele Oğuz Kalelioğlu’nu... Bakın; Oğuz Kalelioğlu ile ilgili haberler, o günlerde gazetelere nasıl yansımıştı:
¥ “Diyanet İşleri’ne albay danışman!.. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, danışmanı emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu’na Hicaz Demiryolu’nu canlandırma görevini verdi... Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın asker kökenli danışmanı emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın sağ kolu... Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz, danışmanı Kalelioğlu için “Askeri personel iyidir. Disiplinlidir. Arkadaşımızdan yararlanıyoruz” demişti.
¥ “Kıbrıs’a da 28 Şubat Adalet’i... Genelkurmay Başkanlığı’nda Psikolojik Harp Uzmanı ve Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın danışmanı olarak görev yapan emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu, Kıbrıs Adalet Partisi’ni kurarak siyasete atıldı.”
¥ Emekli subay anlattı... Oğuz Kalelioğlu; 28 Şubat’tan sonra Diyanet’te çalıştım, Hizbullahçılarla mücadele etmek için...
¥ Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 17’ncisi düzenlenen Dini Yayınlar Fuarı’nda bazı yayınevi ve saygın yazarların kitap satışını sansürleyen Kalelioğlu, imamlara Milli Güvenlik dersi verdi. Kalelioğlu, imam ve müftülere laiklikle ilgili mesajların yer aldığı “Atatürk ve Atatürk İlkeleri” kitabını hazırladı. Kalelioğlu’nun söz konusu kitabında laiklik imamlara şöyle anlatılıyor: “Görevi halkı aydınlatmak olan din adamlarının laikliği bütün yönleriyle öğrenmeleri, hem dini hem milli bir görevdir.”
¥ Kalelioğlu, Erzurum’da Dadaşkent Eğitim Merkez Müdürlüğü’nde imamlara verdiği seminerde de; “Kara çarşafın İslam dininde yeri yok. 55 İslâm ülkesi arasında Türkiye, 25 milyon Cuma namazını, 40 milyon da bayram namazını kılan, İslâmın dolu dolu yaşandığı bir cumhuriyettir” iddiasında bulundu.
Düşünebiliyor musunuz;
Böyle bir albay “Diyanet’e danışman”oluyor ama yine de Türkiye “irtica(!) tehdidi” yaşıyor, iyi mi?..
Söyleyin hele;
Böyle “Kale”ler ve “Kaleli”ler varken, hiç irtica girebilir mi Türkiye’ye?!..
Görüyorsunuz ya;
Türkiye’de “dini dizayn” iddialarının tam aksine, aslında “İslâm dini dizayn edilmeye” çalışılıyordu ama ne yazık ki, bunu Akit’ten başka da hiç kimse yazmıyordu.
ARAFAT’TA KAYBOLMUŞTU
Haa, komik bir anekdot:
“Dinde reform” yapmaya ve “Müslümanlara yön vermeye” çalışan bu Oğuz Kalelioğlu var ya; 1999’da hacca gittiğinde Arafat’ta kaybolmuş ve kaldığı otele “otostop”la dönmüştü, iyi mi?..
Oğuz Kalelioğlu’ndan söz ederken, Albay Hüsnü Dağ’a pek fazla yerim kalmadı... Ama, özetle söyleyecek olursak, Kalelioğlu’nun “Diyanet”te yaptığını Hüsnü Dağ da, “medya”da yaptı... Kalelioğlu, M.Nuri Yılmaz’ı nasıl yönlendirdiyse, Hüsnü Dağ da, “kartel medyası”nı öyle yönlendirdi ve hepsini de tepe tepe kullandı... Zaten, görevi de “medya” üzerinden “28 Şubat’ın psikolojik operasyonu”nu yürütmekti!..
Şimdi, her ikisi de gözaltında...
Zaten, hep öyle olur ya;
“Bir”i gitti mi,
Diğerleri peşinden gelir!..
TÜCCAR BİR GENERAL!
Diyeceksiniz ki;
Yukarıdan beri yazıyorsun ama, Çevik Bir’i unuttun galiba!..
Çevik Bir’i unutmak ne mümkün?.. Onu en sona bıraktım... Çünkü Çevik Bir; darbeyi onaylayan ve “Sincan’da yürüyen tanklar” için “Demokrasiye balans ayarı” diyerek, “sürecin her yerinde” olan “Bir” generaldir!.. Aynı zamanda “Tüccar Bir General”dir!.. Ve tabii, “Bir numaralı andıççı”dır!..
Malûm, PKK’nın lider kadrosundan Şemdin Sakık’ın ifadesine, sonradan Akit ve Milli Gazete’yi de sokuşturarak, bizi “PKK ile işbirliği” yapmakla suçlattırmıştı...
Biz de, bu haberin gazetelerde yer alması üzerine, sürmanşetten cevap vermiştik;
“Şerefsizler!”
Uzun lâfın kısası;
Bu gazete, Yalçın Işımer’e “Bellendiniz Paşam” diyerek!.. Ölen Güven Erkaya’ya “Hakkımızı helâl etmiyoruz” diyerek!.. Şemdin Sakık’a olmayan ifade verdirenler için, “Şerefsizler” diyerek, “cuntacı askerlere” karşı “dimdik” durdu, büyük mücadele verdi ve Allah’a şükürler olsun ki, bugünlere zemin hazırladı.
Bunları yazdım ki;
“Tatlısu demokratlığı”ndan “köşe” olmuş “köşe yazarları” ve ekranlardaki “lâf ebeleri”ne bakıp da, onları “kahraman” filân sanmayın!.. O günlerde, onların dilleri, korkularından bir yerlerine kaçmıştı!..
Şimdi, ortalık sütliman ya;
Konuşuyorlar işte!..
Oysa biz;
“Tiyatro aktörleri”ni “irticacı” diye kimlerin sokağa saldığını ve onlar üzerinden ilân edilen “Topyekün Savaş”a kimlerin alkış tuttuğunu çok çok iyi biliyoruz...
Sıra, onlara da gelecek!..
Darbecileri üzmeyin!!!
Meğer, ne kadar da “hümanist”miş!.. Meğer ne kadar da “yufka yürekli”ymiş!.. Şu hâle bakın; “28 Şubat süreci”nde “tam 6 milyon kişiyi fişleten” ve millete karşı “topyekün savaş” yürüten darbecilere karşı o kadar “müşfik” ve “insancıl” ki; “Stockholm Sendromu” dedikleri böyle bir şey olsa gerek...
“Katiline aşık olan maktul”ler gibi, Bay Kılıçdaroğlu da, “Darbecisine aşık olmuş sivil(!) siyasetçi” kıvamında sözler sarfetmiş... “28 Şubat darbecileri”ne yönelik “gözaltı operasyonu”nun “intikam duygusuyla yapıldığını” iddia edip, demiş ki; “Baskınlar uygulayacaksınız, insanları içeri alacaksınız, saatlerce ayakta bekleteceksiniz!!!.. Bunlar adalet değil!”
Peki nedir adalet?.. Bay Kılıçdaroğlu’na göre, “darbecilere uygulanacak adalet” herhalde şöyle olmalıdır: Önce, darbecinin evinin önüne “kırmızı halı”lar sereceksin!.. Minibüse “başının üstünde” taşıyacak, bu arada “postal”larını yalayacaksın!.. Öyle, “ayakta bekletmek” filan da neymiş?.. Hemen bir “koltuk” ayarlayıp, oturtacaksın!.. Ehh, artık Beyti’den de bir “Kebap” söylersen, hiç fena olmaz!..
Kılıçdaroğlu’na göre hava hoş!..
Nasıl olsa, bekâra karı boşamak kolay!..