Anayasa metinlerinde Türkçenin seyri
Şimdilerde anayasa dediğimiz tarzda bir hukuk metni ile ilk 1876da tanıştık. O zaman adı Kanun-ı Esasî idi. Kanun-ı Esasî, dönemin Türkçesi ile yazılmış, kelime kadrosu zengin, ifadesi düzgün bir metindi. Bu metinde Türkçe 3 maddede geçmektedir. 18. maddede, resmî dil olduğu tasrih edilmekte ve devlet hizmetinde bulunmak için Türkçe bilmek mecburiyeti hükme bağlanmaktadır. 57. maddede meclislerde (Ayan, Mebusan) müzakerelerin dilinin Türkçe olacağı belirtilmektedir. Nihayet 68. maddede Türkçe bilmeyenin mebus olamayacağı ve 4 sene sonra yapılacak seçimlerde milletvekili olmak için Türkçe okur yazar olmak şartının aranacağı kaydedilmektedir.
Bu gerçekten önemli. Hani hep denilir ya, Osmanlı dinler, diller, kavimler halitası idi, Türkçeyi de ihmal etmişti. Kanun-ı Esasî metni birinci elden bu kalıplaşmış görüşü yalanlıyor.
Türkçe başlangıçtan beri Osmanlı Devletinin ilân edilmemiş resmî dili idi. Yazışmalar, istisnalar dışında, Türkçe yapılıyordu. Türkçe yazan en büyük şair ve yazarların Osmanlı döneminde yetiştiğini de burada hatırlamamız gerekiyor.
Bilhassa 19. yüzyılda Türkçe, isterseniz Osmanlıca deyin, batı ilim, edebiyat ve sanat metinlerinin aktarılması ve tercümesi ile zenginleşiyor. Böylece modern dünyayı anlama ve kavrama hususunda Türkçe İslâm dünyasının iki güçlü kültür dilinin, Arapça ve Farsçanın önüne geçiyor.
İdarî ve siyasî alanla ilgili temel bir çok Arapça kelime, önce Osmanlılar tarafından kullanıldıktan sonra Arapçaya bu mânaları ile girmiştir. Devlet, hükümet, vatan, millet ve cumhuriyet kelimelerini zikredersek ne demek istediğimiz gayet iyi anlaşılır sanıyorum.
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Osmanlı öğretim sistemi iptidaî, rüşdiye ve idadilerle (ilk, orta, lise) bilhassa Suriye ve Irakta Türkçeyi yaygınlaştırmıştı. Bu kademe okullarda okuyan veya buralardan ve başka bölgelerden gelerek İstanbulda yüksek tahsil gören Arap seçkinleri Bernard Lewisin ifadesiyle genellikle Türkçeyi Arapçadan daha ustalıkla kullanıyorlardı. Aileleriyle, çoluk ve çocuklarıyla Arapça, meslek ve okul arkadaşlarıyla Türkçe konuşuyorlardı.
Ünlü İngiliz Türkoloğu Geofferey Lewis Dünya dilleri içinde kelime haznesinin zenginliği bakımından İngilizceye yaklaşmış tek dil Osmanlıcadır diyor.
Osmanlı Türkleri, klasik Farsçanın ve Arapçanın zengin sözdağarından, Anadoluda kendilerinden önce bulunan Bizanslıların, ayrıca Müslüman hükümdarların tebası olan Avrupalıların konuşma dillerinden yararlanarak, atalarından miras kalan Türkçe kelime haznesine genişletmişlerdir.
G.Lewis, Mısırda ve Suriyede, Osmanlı sonrasında Türkçe kelimelerden kurtulmak için çalışmalar yapıldığını, bunun Balkan devletlerinde de uygulanan bir siyaset olduğunu belirtiyor.
Pekiyi, Osmanlıcanın asıl mirasçıları sayılabilecek Türkler nasıl bir tavır sergilemişlerdir? Osmanlı saltanatını yıkıp Cumhuriyeti kuran Türklerin, dillerindeki yabancı unsurları temizleme konusunda Araplardan ve Balkan halklarından daha az istekli oldukları kesinlikle söylenemez. Türkçede özleştirme hareketi gibi kapsamlı bir dil devrimi başka hiçbir dilde gerçekleştirilmemiştir.
G. Lewis, modern dönemde Türklerin Osmanlıcanın sunduğu muazzam imkânlardan faydalanabilecekken tersini yaptıklarını, Osmanlıcanın zengin kelime haznesini olduğu gibi korumadan, kendi ihtiyaçlarına göre istedikleri kelimeleri dilde tutup, istemediklerini atabileceklerini belirttikten sonra, Ne var ki entelektüel önderlerinin bir çoğu bilinçli bir tercih yaparak Osmanlı mirasını bir bütün olarak reddetme yolunu seçtiler. Eski dile gönül vermiş Türkler de, yabancılar da, Türk dilinin özleştirilmesini, trahison des clercesin (aydınlar ihanetinin) bir örneği sayıp mahkûm etme gibi kolaycı bir tutumdan sakınmadılar. Söz konusu aydınlar, yeni cumhuriyetin bütün vatandaşlarının aynı Türkçeyle konuşmasını, okumasını ve yazmasını istiyorlardı diyor.
G. Lewis, aydınların bu hedefe ulaştıklarını ama bunun için bedel ödendiğini belirttikten sonra, İngilizcede bir dil devrimi yapıldığını tahayyül ediyor: To state, to communicate, to affirm, to deklare, to assert, to express, to narrate, to impart, to report filleri atılmış, yalnız to tell fiili kalmış olsun. Türkçenin başına gelen de aşağı yukarı budur. İngilizcede değişim kavramını ifade etmek için change kelimesinin yanı sıra, aleration, mutation, transformation, variation, metamorphosis terimleri bulunmaktadır. Bu anlam ayırımlarının bir çoğu Osmanlıcada ifade edilebiliyordu. İstihale, tahavvül vb. Oysa, modern Türkçede seçeneklerimiz değişmek ve başkalaşmakla sınırlıdır.
Anayasa metinlerinin dili, Türkçenin seyrine paralel bir değişim yaşıyor. Dil devriminin ufukta görünmediği bir dönemde hazırlanan 1924 Anayasası gerçekten güzel bir metin. Cumhuriyet devri anayasalarının dil ve ifade bakımından en mükemmeli. Fakat bu güzel metin, 1945te arılaştırıldı ve bu arada da tahrifata uğratıldı.1960 Anayasası arıdilciliğin görünür olduğu bir metindi. 1980 Anayasası ise dil ve ifade itibarıyla en berbat anayasa metnidir. Türkçe tahribatının seyrini yeni anayasada göreceğiz. Ya sağlam bir metin ortaya koyacağız, ya da 1980 sonrasında daha derinden hissedilen dil fakirliği anayasada görünür olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.