Artık sıkıldık!
Sıkıldık artık sevgili dostlarım!..
Çok sıkıldık, sözde “sanat çevreleri”nin aşkını-meşkini, evliliğini-boşanmasını, arkadaşını-sırdaşını, falını-mailini okumaktan ve izlemekten...
Yorulduk artık!
Gına getirdik!
Kim bu filanca erkek?..
Kim bu falan kadın?..
Tanımamak olur mu canım, “meşhur” onlar, “ünlü!”
Ak sakallı erkek “reklamcı” imiş...
Saç rengi her hafta (bazen gün begün) değişen kadın ise şarkıcı.
Biraz biraz da “yazıcı” mı ne?
Ama hiçbiri “kalıcı” değil!
Ne reklâmcı kalıcı, ne şarkıcı/yazıcı...
Bugün varsa, yarın yokturlar. Zira “var olmak”, ebediyete miras bırakmakla mümkündür...
Evliya Çelebi yaşıyor, çünkü “Seyahatneme”si onu ölümsüzleştirdi...
İbrahim Hakkı yaşıyor, çünkü “Marifetname”sinde sonsuzluğu yakaladı...
Thomas Alva Edison yaşıyor, çünkü hâlâ 1879’da icat ettiği ampulle aydınlanıyoruz...
Itri ve Beethoven gibi isimler bestelerinde, Fuzuli, Baki, Yahya Kemal, Mehmed Âkif, Necip Fazıl şiirlerinde, Hafız Osman ve Hamid hatlarında sonsuzluğa taşındılar...
Ölümsüzleştiler...
Şimdikilerde böyle bir “sonsuzluk” var mı?
Yok.
Bir anda doğuyor, birkaç gün (bilemediniz birkaç ay) yaşıyor, sonra kaybolup gidiyorlar.
Şöhretten sokakta yürüyemez olan kimi isimler, rol aldıkları dizi gösterimden kalkınca sıradanlaşıyor, unutuluyorlar...
Tekrar gündeme gelmek için, ya “âşık olmuş gibi” yapacaklar ya da “evlenir gibi”...
Boru değil: popüler kültür pazarı burası!
Bazen bir tarafta kanserli bir kadın (ölmüş), bir tarafta taze “sevgili”...
Bazen “ruh eşi” dedikleri yamukluk, bazen “o değil bu” açlığı...
Daldan dala dolaşıyorlar.
“Amanın, aradığım aşkı buldum” dedikten birkaç hafta sonra, ayrılık haberleri gündeme düşüyor: “Ayrıldılar.”
“Sonsuza kadar aynı yastığa baş koyacağız” iddiasının mürekkebi kuramadan, bakıyorsunuz boşanma gerçekleşmiş...
Birkaç saat süren “aşk”larla sadece 24 saat süren evlilikler bile var o camiada...
Aşktan sonra, evliliği de kirlettiler.
Bu Alicengiz oyunlarından sıkıldık artık!
“Leyla ile Mecnun” aşkını kimse kimseden beklemiyor bugün, ama aşka ve evliliğe azıcık saygı beklemek de hakkımız...
Ama o çevredeki hayatlar, yalan üzerine kurulu...
Başka türlü, uğruna ölmek üzere olan bir kadını terk ettiren “büyük aşk”, birkaç ayda “şiddetli geçimsizliğe” nasıl dönüşür?
Böyle bir “aşk” olabilir mi?
Buna “aşk” denilebilir mi?
Ne bu canım, nefsanî duygulara artık “aşk” mı deniyor?
Boşanan taraflardan biri, “Üzülmüyorum” diyor, “Çok da önemli değil.”
Bence de önemli değil. Olmayan aşkın bitmesi neden önemli olsun ki?
Ama çok sıkıcı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.