Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Sanata dokunulamaz” mı?

“Sanata dokunulamaz” mı?

Geçenlerde tiyatrocular bir araya gelmiş, Beyoğlu’da bağıra bağıra yürüyorlar. Meğer belediye, Şehir Tiyatroları’na accık dokunmuş. “Sanatçı”lar, bunun sonucu olarak “kazan” kaldırıp ümüğüne basılmış gibi (basılmadıkça zaten kıpırdamazlar) hemen feryad u figana başlamışlar...

Çığlıklarla pankartların özeti şu: “Sanata-sanatçıya dokunulamaz!”

İlk bakışta sempatik geliyor insana... Öyle ya, sanat bu, sanatçı, boru değil!

Yok, borudur aslında, darbe borusu!

Düşünün bakalım: “İdeoloji”yi “sanat”la cilâlayıp 28 Şubat şakşakçılığı yapan “darbezen sanatçı”lar kimlerdi?..

Beyoğlu’da yürüyen isimler değil mi?

Kadere bakın: 28 Şubat sürecinde “deli gömleği” giydirilen Türkiye’de yürekler yanarken, antidemokratik baskıları alkışlayanlar, bugün baskıdan yakınıyor.

Oysa özgürlükler bir bütündür, sana ayrı bana ayrı özgürlük olmaz.

Sanata başka, manata başka değil, topyekün hepimize özgürlük...

Tüm toplumsal katmanları kucaklayacak tarzda...

Başörtülüye de başörtüsüze de özgürlük!

Neyse; “Sanata dokunulmaz!” sözü, ilk bakışta yine de sempatik geliyor insana...

“Vay bee!..” oluyorsunuz. “Tabii ya” diyorsunuz. Sanat ve sanatçı özgür olmalı!

Peki ama neden?.. Neden sadece “sanat” ve “sanatçı”?

Bu memleketin kadastrocuları özgür olmasın mı, emekçileri özgür olmasın mı, öğretmenleri özgür olmasın mı, avukatları, doktorları özgür olmasın mı?

Herkese özgürlük... Ama “dokunulmazlık” değil. Beyoğlu’da yürüyenler düpedüz “dokunulmazlık” zırhı istiyor.

Biraz da “Bize dokunmayan yılan bin yaşasın” havasında!

Biraz kurcalayınca, kötü kokular geliyor...

Fark ediyorsunuz ki, işin içinde “çıkar hesabı” var, “ideoloji” var, “iktidarı sıkıştırma çabası” var, “dokunulmazlık” beklentisi (ki bunu hep kötüye kullandılar) var, “yan gelip yatma” alışkanlığını devam ettirme tembelliği var... Var oğlu var, kısacası!

Bir şey daha var: Sahi neden “sanata dokunulamaz?” Kim koydu bu kuralı? Bu imtiyazı nereden alıyor, “sanat” ve “sanatçı”?..

Tabii ki, “ön kabullerimiz”den...

Hepimizin, tartışmadan tekrarlamaya alıştığımız ön kabullerimiz var. Doğru mu, yanlış mı bakmadan tekrarlayıp duruyoruz.

Dokunursan “cıs” oluyor. Dokunan yanıyor!

Ama insan papağan değil, “düşünen varlık”tır. İnsanı hayvandan ayıran en belirgin özelliklerinden biri budur.

“Düşünce” her şeyi kapsar, her alanı...

“Sanata dokunulamaz” diye bir şey yoktur. Eğer sanat milletin değerlerini aşağılıyorsa, çocukların ruhsal gelişimini olumsuz yönde etkiliyorsa, gençleri yanlışa sürüklüyorsa, dokunulabilir, dokunulabilmeli.

Ayrıca “sanatçı”sın diye yan gelip yatamazsın. O zaman ayrıl Şehir Tiyatroları’ndan, kur kendi tiyatronu, yatacaksan kendi çiftliğinde yat.

Oh ne âlâ memleket: “Sanatçı”ya dokunma, istediği “oyun”u oynasın!..

“Gazeteci”ye dokunma, istediğini yazsın, yalan manşetler atsın, mazlumların ekmeğine kan doğrasın!..

Üniversiteye dokunma, milletin inanç ve vicdan özgürlüğünün üzerinden tank geçirenleri bir güzel alkışlasın!

Milletvekiline dokunma, dilediği gibi “bölücülük” yapsın!

Canı isteyen garibana dokunsun, öyle mi?

Ne demişler: “Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah’ı var!”





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi