Yoldaş ve candaş medya... İşime gelmeyeni görmem abi!
Kurt, kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa; bin dereden su getirir, bahane üstüne bahane üretir... Bu bahanelerden hiçbirinin ayağı yere basmasa da, kurt için bunların önemi yoktur... Çünkü, kurdun karnı açtır... Açlık duygusu, bir saldırı şehvetine dönüşmüştür... Gözü, hiçbir şeyi görmez... Çaresi yok, kuzuyu yiyecektir.
Evet, masallardaki kurt-kuzu hikâyeleri böyledir... Hani, Suyumu bulandırdınla başlayan hikâye var ya, işte o ve diğerleri...
BÜŞRAYI REDDEDEN MAN KAFASI!
Peki söyler misiniz;
Kurt ve kuzu arasında geçen bu hikâye, insanlar için de geçerli değil midir?.. Yeme şehvetine kapılan insanların gözleri de kararmaz mı?..
Yeme şehvetine kapılan kurt gibi, insanlar da saldırı şehvetine, muhalefet şehvetine kapılabilirler ve gözleri hiçbir şeyi görmez olur...
Gözleri o kadar körleşir ki;
Meselâ, Endüstri Mühendisliği 1. sınıf öğrencisi Büşra Nur Uslunun yaşadığı staj serüvenini görmezler!..
Görmezler, çünkü;
Büşra Nur Uslu, hem başörtülüdür, hem de onun staj başvurusunu reddeden kurumun adı MANdır!.. Eh, MAN da; verdiği ilan ve reklamlarla medya için büyük bir mangır kapısıdır!..
MANa cephe almak,
Elbette mankafalık olur!..
Ancak, bir mankafadır ki; MANı karşısına alır ve kendi topuğuna kurşun sıkar!.. Sadece kendi topuğuna değil, gazete veya televizyonunun menfaatine de kurşun sıkmış olur!..
Dolayısıyla, Büşra Nur Usluya sahip çıkıp MAN kafası ile uğraşmaktansa, en iyisi görmezden gel, bu konuya girme!..
Bırak; ne hâli varsa, görsün!..
Duyarlı gazeteler hariç, Büşranın yaşadıklarını maalesef gören olmadı... Büşra; MANın İnsan Kaynakları Müdürü Serdar Kamışlıya gitmiş, MANda staj yapmak istediğini söylemiş, Serdar Kamışlı da onun başörtülü olduğunu görünce; Staj başvurusu evraklarınızı alamam!.. Yönetim kurulumuzun aldığı karardan dolayı, bu kıyafetinizle bu tesislerde staj yapamazsınız demiş, kimin umurunda?..
Görme!.. Duyma!.. Yazma!..
Öyle ya; ilân-reklâm gelecek bir MANa, hiç cephe alınır mı?..
Cephe alınırsa;
Bunun adı mankafalık olmaz mı?!?..
STAJ DEĞİL, STAR OLSA!
Büşra, başındaki örtü ile, MANa staj başvurusu yapmaya değil de kamyon veya otobüs almaya gitseydi, MAN kafası acaba böyle mi davranırdı?
Derler miydi;
Senin başın örtülü!.. Biz size kamyon da satamayız, otobüs de!..
Elbette demezlerdi!..
O halde soralım;
Hangi ülkede, kimi reddediyorsunuz?
Gelelim, bu olayı görmezden gelen gazete ve televizyonlara...
Bir çift söz de onlara!..
Büşra Nur Uslu, eğer staj yapmak değil de star olmak isteseydi ve reddedilseydi, acaba yine ilgisiz kalır mıydınız?.. Yoksa, röportaj için bir kamera ordusu mu gönderirdiniz ona?!?..
İş, başörtüsüne gelince;
Görme!.. Duyma!.. Yazma!..
HUKUKÇU MU, DARBECİ Mİ?
Gelelim, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kabasakal mıdır, Karasakal mıdır, Kocasakal mıdır nedir, soyadını bir türlü ezberleyemediğim şahsın söylediklerine...
Efendim; Genç Siviller adlı grup, 2009da Taksimde yürüyüş yapan İstanbul Barosu avukatlarını protesto için; Darbeci Baro Taksime hoş geldin yazılı bir pankart açmıştı ya, işte bu Baronun başkanı; Balyoz Darbe Plânı sanıklarına açık destek vermekle kalmamış, hızını alamayıp, TSKya da dümdüz gitmiş;
Biz zannettik ki, ordumuz var... O güçlü ordu bizi korur... Artık TSK vesaire yerine, Türk silâhsız kuvvetleri var!!!
Yani, demek istiyor ki;
Biz varız!.. Baro var!
Breh!.. Breh!.. Breh!..
Aslında, Ümit Karasakalın militan hukukçuluğunu takdir etmek gerekir...
Öyle ya;
Bay Kocasakal, gözlemci olarak bulunduğu Balyoz Dâvâsında, mahkeme heyetiyle tartışmış, sanıkların ceza almamaları için de, duruşmalara avukat görevlendirme uygulamasına son vermişti.
DARBECİLİK GENLERİNDE!
Bununla ne kadar böbürlense de, gözlerden kaçırdığı bir şey var... Bu tavır, yeni değildir... Bu darbe yanlısı tavır, İstanbul Barosunun genlerinde vardır... Bunu da; Türkiye Barolar Birliği Başkanı Ahsen Coşar, geçenlerde katıldığı bir panelde açıklıyordu...
Merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlunun idam edildiği 27 Mayıs 1960 darbesinde İstanbul Barosunun tutumuyla ilgili olarak, Coşar, şu ilginç anekdotu anlatıyordu:
Türk hukuk tarihi bakımından bu önemlidir. 27 Mayıs olmuş... DPli bakanlar hakkında ceza davası açılmış, Yassıadada yargılama süreci başlayacak.
O tarihte İstanbul Barosu, İstanbul Barosu avukatlarından kim sabık ve sakıtları savunmaya kalkarsa, onun hakkında disiplin soruşturması açacağız kararı aldı.
Aynı tarihte Ankara Barosu ise Hayır biz öyle bir tasarrufta bulunmayız kararı alınca baroda bir çalkantı yaşanıyor. Ve genel kurul toplanıyor. Genel kurul sonunda Ankara Barosu, kendi avukatlarını serbest bırakıyor. Bu, hukuk tarihi açısından çok önemlidir.
Böyle bir şey olabilir mi?
Benim baroma kayıtlı hiçbir avukat DP milletvekillerini savunamaz diye karar çıkartıyorsun. Savunma hakkı evrenseldir. Sen nasıl bunu yasaklayabilirsin? Bu anlattığım İstanbul Barosunun kayıtlarında mevcuttur.
Demek oluyor ki;
Genç Siviller, o pankartı boşuna asmamış... Baro; meğer bugün değil, dün de darbeciymiş!..
Zaten darbeci olmasalardı, 28 Şubatçı generallerin yaptığına heveslenip, başörtülü avukatlara seminerleri bile yasaklamaya kalkmazlardı!..
Eee, boşuna dememişler;
Kırk yıllık Yani
Hiç olur mu Kani?
Genlerinde darbecilik olan bir Kocasakaldan da olsa olsa, bu kadar hukukçu olur!..
Darbeci baronun,
Militan başkanı!..
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş!..
HEMCİNS DAYANIŞMASI!
Ne var ki;
Bay Ümit Kocasakalın TSKyı yok sayıp; Artık TSK yerine silahsız kuvvetler var sözünü, televizyonlar ve gazeteler, yani kalemli kuvvetler, her nedense görmezden geldiler!
Görmediler!..
Duymadılar!..
Yazmadılar!..
Peki; duyarlı medya haricindeki yoldaş ve candaşlar niye yüklenmedi Kocasakala?..
Yüklenmediler, çünkü;
Hemcinsler!..
Yanlış anlaşılmasın, hemcins ifadesini, yalnızca aynı cinsten, yani aynı kafadan anlamında kullandım!..
Malûm, eğer sapık değillerse; hemcinslerin, birbirlerine karşı şehvet duymaları mümkün değildir!..
Baro ve yoldaş medya da; hemcins olduğundan, yani aynı kafada olduğundan, ETÖ ve Balyoz dâvâlarına aynı pencereden bakıyor!.. Eğer Kocasakaldan farklı düşünselerdi var ya; onun, TSKya dil uzatan dillerini anında boğazına sokarlardı!..
Gelin, görün ki; kendileri de, aynen Ümit Kocasakal gibi düşünüyor!..
Onun için de; hemcinslerinin cüretini görmediler, duymadılar!..
OKULLARDA SÜT DEVRİMİ
Ama, dün; ellerine öyle bir fırsat geçti ki; görmekle ve duymakla kalmayıp, yedi düvele duyurmak için var güçleriyle bağırdılar!..
Malûm, süt dağıtımı olayı!..
Hatırlarsınız; 28 Şubat Darbecilerinin talimatıyla başlatılan 8 Yıl Kesintisiz Eğitim uygulaması esnasında, çağdaş eğitim görecekleri iddia edilen öğrenciler, ahırdan bozma sınıflarda, at, eşek, öküz ve ineklerle bir arada eğitim görmüşlerdi.
14 yıl önce, ahırlarda ineklerle birlikte ders gören öğrenciler; bugün modern sınıflara kavuşmakla kalmadılar, 14 yıl önce bir arada oldukları ineklerin sütlerini içmeye başladılar...
Bu, gerçekten de devrimdir!..
Düşünebiliyor musunuz;
Ahırdan bozma sınıflarda, çocuklarla bir arada bulunan ineklerin sütleri, bugün çocuklara içiriliyor...
BU İŞTE BİR BİT YENİĞİ VAR!
Uygulama dün başladı...
Ki, bu uygulama iktidarın artı hanesine yazılacak çok güzel bir icraattı...
O halde ne yapılmalıydı?..
Darbeci Baro ile hemcins olan yoldaş ve candaşlar; etlerinden et koparılıyorcasına çığlıklar atmaya başlamalıydı!.
Ki, dün onu yaptılar;
Sütler çocukları zehirledi!..
Şu kadar ilde, şu kadar çocuk içtikleri sütten zehirlenince, hastanelere kaldırıldı!.. Birçok öğrenciye serum takıldı... Aileler panikte!
Hooop, nooluyoruz yahu?..
Örtü yasakçıları ve darbe yandaşları gibi sütübozuklara gıkını çıkarmayanlar, süt olayını, niye bu kadar büyüttü?..
Ortada zehirlenme filân olduğunu sanmıyorum.. Bu olayı birileri tezgâhladı ve süt dağıtımını sabote etmeye çalıştı ama, kim onlar?.. Süt firmaları mı, bazı okul yöneticileri mi, yoksa medya ile işbirliği yapan derin bir güç mü?..
Öyle olmasa;
AK Parti İktidarının en önemli icraatlarından biri olan ve dün başlayan çocuklara süt dağıtımı haberleri; yoldaş ve candaş televizyonlarda; hem de ilk haber olarak; Şu kadar çocuk, içtikleri sütten zehirlendi denilerek verilmezdi!..
Bana öyle geliyor ki;
Bu işin altında bir bit yeniği var... Onu bulmak da, valilerin işidir.
Aslında var ya; ortada bu kadar büyütülecek, köpürtülecek bir şey yok!..
İşte, rakamlar ortada...
Türkiyede 32 bin 500 okul var... Bu okullarda 7 milyon 200 bin öğrenci okuyor... Dün, işte bu 7 milyon 200 bin öğrenciye süt dağıtıldı...
Ama, sütten zehirlenme iddiası, sadece 6 ilden gelmiş!..
Diyarbakırda süt dağıtılan 230 bin öğrenciden, sadece 100 kadarının midesi bulanmış!..
Şunu demeye çalışıyorum:
Hani; çamur at, tutmazsa izi kalır diye bir atasözümüz var ya; süt dağıtımının ilk gününde atılan bu zehirlenme çamuru da; evet tutmayacaktır ama izi kalacaktır!..
Anlaşılan o ki;
Yoldaş ve candaşlar, hemcinsleriyle birlik olup, iktidarı yıpratmayı kafalarına koymuşlar!..
Öfkeden kudurmuş gibi şehvetle saldırdıklarına bakarsanız, belli ki organize oluyorlar!..
Süt filan, bahane!..
Hedefleri Hükümet!..
Devletin malı deniz!..
Biliyorsunuz; hayli uzun süren dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında; hem süt dağıtımı, hem de tiyatrolar meselesi görüşülmüş...
Yine biliyorsunuz ki; Başbakan Tayyip Erdoğan; daha önce yaptığı konuşmada, Devletin tiyatrosu olmaz demişti... Ben de aynı görüşteyim... Gerçekten de, devletin tiyatrosu olmaz!..
Devletin operası da olmaz!.. Devletin balesi de olmaz!.. Devletin orkestrası da olmaz!..
Ama, olmuş işte... Peki, ne zaman olmuş?.. Gariban milletin bir avuç buğdaya muhtaç olduğu günlerde, bunlar Batıtan ithal edilmiş!.. Anlayacağınız; karnı aç millete opera dinletmişler, bale izletmişler!.. Sivas, Sivas olalı böyle zulüm görmemiş ama, ne yapalım ki, bizimkiler Batılılaşıyor!
Türkü yasak, şarkı yasakmış ama opera serbestmiş, iyi mi?!?..
Her neyse, geldik bugünlere... Demek istiyorum ki; eğer devletin tiyatrosu, operası, balesi ve orkestrası olacaksa, bu kapsam daha da genişletilmeli ve meselâ Bedri Baykam gibi kifayetsiz ressamlar da devlet ressamı yapılıp, resimlerinin satmadığına bakılmadan, kendilerine maaş bağlanmalıdır...
Hatta, onunla yetinmeyip; devlet türkücüleri ve devlet popçuları da olmalıdır!.. Liste uzatılabilir.
Nasıl olsa, devletin malı deniz, yemeyen keriz!..