Bıkkınlık ve sabırsızlık kaybettirir
Bir tarafımız Suriye, İran, Irak, Gazze, Arap Baharı vesaire...
Bir tarafımız terör, uyuşturucu, sözde soykırım, deprem, kavga, vesaire...
Kısacası her gün yurt dışında ve yurt içinde bizi etkileyen gelişmeler oluyor...
Nihayet insanız: Kızıyoruz... Kırılıyoruz... Yoruluyoruz... İnciniyoruz...
Yüreklerimiz yara-bere oluyor! Ama elimizden de bir şey gelmiyor...
Kırılan umutlarımızla çaresiz kala kalıyoruz!
Sanki sizi bunaltmak, ezmek, yıkmak için tüm dünya işbirliği yapmış...
Sanki her şey üzerinize abanmış, ruhunuzu param parça etmeye başlamış...
Giderek kalabalıklaşan dünyada yalnızlaşıyoruz... Koskoca evrende tek başımıza kalmış gibi oluyoruz...
Sizi dinleyen, dinleseler bile sizi anlayan kimse kalmamış gibi geliyor insana...
Sanki yüreğiniz kör bir kuyuya düşüp yitmiştir...
Öylesine bitmiş, tükenmiş, incinmiş, yıkılmış hissediyoruz kendimizi...
Bazen bir umut kırıntısı dahi kalmıyor içimizde, enerjimiz tükeniyor. O kadar ki, çırpınacak takati bile bulamıyoruz kendimizde.
Sadece derin bir ürküntü duyuyoruz ve kaçıp kurtulmaktan başka bir şey düşünemiyoruz. Ama dünya bir tane, nereye kaçacaksınız ki?..
Bu durumda sadece iki yol kalıyor insanın karşısında: Ya şartlara teslim olup çürüyeceksiniz ya da direnip o yıkılış anını dirilişe çevireceksiniz.
Zaten asıl diriliş anı, yıkılış anıdır!..
Yıkıldığı yerde dirilmesini bilmeyenler (fert, millet ya da devlet) yüzüstü sürünmeye mahkûmdurlar.
Daha önce verdiğim su kertenkelesi örneğini hatırlamanın şimdi tam sırasıdır...
Su kertenkelesi, su üzerinde yürüyebilen ayaklı bir yaratıktır. Ama bu hiç de kolay bir şey değildir. Kertenkelenin su üzerinde yürüyebilmesi için saniyede yirmi adım atması gerekir...
Bunun için büyük bir çaba sarf eder, saniyede yirmi adım atar ve su üzerinde yürümeyi başarır.
Bunu denemenizi tavsiye etmem, ama bunun yerine kendinizi karamsarlıktan, yıkılmışlıktan kurtaracak başka şeyler deneyebilirsiniz. Meselâ son günlerini yaşadığımız baharı fark etmekten işe başlayabilirsiniz.
Kel akbaba örneğini de vermiştim, daha önce...
Kel akbabanın en sevdiği yiyecek kemik iliğidir. Ne var ki, gagası bir kemiği kıracak kadar güçlü değildir. Bununla birlikte vazgeçmez. Bulduğu her kemiği gagasına alıp üç dört yüz metre yükseğe uçar. O yükseklikten kemiği sert kayaların üzerine bırakır. Kırılırsa ne âlâ, kırılmazsa tekrar dener... Sonra bir daha, bir daha...
Sonunda muradına erer, kemik parçalanır, iliği afiyetle yer.
Biz ise her şeyden çabucak bıkıyor, hemen vazgeçiyoruz. Dolayısıyla sonuca ulaşamıyoruz. Geriye ise kala kala yakınma kalıyor: Denedik işte olmuyor yakınması.
Ne biliyorsunuz, belki ilk denemelerde başaramadığımızı son denemede başaracağız.
Olumsuz şartları abartacağınıza, imanınızı ve imkânınızı abartıp, olumsuzlukları aşmaya çalışın...
Şartlara teslim olacağınıza, direnmeyi deneyin. Bilin ki, direnme gücünüz imanınızdadır.
Hedefe kilitlenir, emeğinizi ve yüreğinizi seferber eder, yılgınlığa düşmez de şartları zorlarsanız, Allahın inayeti ve rahmeti üzerinize iner...
Yolunuz açılır, yüreğiniz ferahlar, siz de İbrahim Hakkı gibi Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler demeye başlarsınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.