Demokrasi ve Müslümanlar
Bugün insan haklarına bağlı ve saygılı Hıristiyan ülkelerde yaşayan Müslümanlar, bazı sözde İslam ülkelerindekinden daha hür ve güvenli bir hayat sürüyor. Onların bu hürriyet ve güvenliği bugünkü Hıristiyanlığın hak din olduğuna delil olmaz ama ortada bir realite vardır, onu inkar etmek de doğru olmaz.
Demokrasi ile İslam temel prensipte uyuşmaz ama gerçek demokrasiye bağlı ülkelerde Müslümanlar nispeten daha hür ve güvenlidir. Bu realite de inkar edilmemelidir.
Marksist bir rejim mi ehvendir, demokrat bir rejim mi? Elbette demokrat rejim.
Sekülarizme, yani din ile hayatı birbirinden ayırmaya ve koparmaya gelince: Böyle bir şey Müslümanlar için ölüm ve felaket olur. İslam dini dünya hayatını tanzim için gönderilmiştir. Âhiret ile ilgili bilgiler müjdelemek, uyarmak, haber vermek içindir.
Din vicdanlara haps edilemez. Dünyada gerçek hürriyetin, gerçek güvenliğin, gerçek adaletin, gerçek insanlığın olması için İslam Barışı lazımdır.
Bugünkü dünyada Müslümanlar, eğer niyetleri ve iradeleri varsa, işe yarar plan ve programlara göre çalışırlarsa, İslamî düzene demokrasiden geçebilirler.
En kolay, en müsait, en fazla fırsat bahş eden zemin demokrasidir.
Demokrasiyi bir din gibi benimseyenler küfre düşmüş olur.
Demokrasi bir amaç değil, bir araçtır.
Zaten şu dünyada belki de yüz çeşit demokrasi vardır.
Benim kasd ettiğim çoğulcu, hürriyetçi, din ve vicdan serbestliğini tanıyan, Müslümanlara nefes aldıran, onlara fırsat ve imkan veren demokrasidir.
Müslümanların, demokrasinin imkan ve nimetlerinden yararlanması gerekir.
Oh demokrasi geldi, bozuk düzenin haram ve kirli rantlarına saldıralım, haram para ve mal edinelim zihniyet ve hırsına sahip Müslümanlardan köy olmaz, kasaba olmaz.
Bugün öyle Ortaasya cumhuriyetleri var ki, oralarda minareden ezan okumak bile yasaktır. Müslüman bir Türkî ülkesini anlattılar. Yirmi yaşındaki bir genç sakal bırakıp namaza başlarsa tutuklanıyormuş. Tacikistan'da 18 yaşından küçük olan gençlerin camilere girmesi yasakmış.
İnsan haklarına saygılı demokratik bir ülke olan İngiltere krallığını ele alalım. Orada milyonlarca Müslüman yaşıyor, isteyen dindar aileler ilkokuldan üniversiteye kadar kız çocuklarını başı örtülü olarak okutabiliyor. Türkiyede tasavvuf tekkesi açmak yasak, İngiltere'de serbest. Orada Şeriat mahkemeleri bile kuruldu.
Ucuz ve kolay edebiyatları bırakalım. Demokrasiyi elbette din gibi, bir amaç olarak kabul etmeyelim ama fırsat, imkan ve nimetlerinden yararlanalım. Din hürriyetini ganimet bilelim ve işe yarar has hizmet ve faaliyetler yapılım.
Laikliği ve sekülerleşmeyi demokrasinin olmazsa olmaz şartı olarak gösterenlerin yalanlarına kanmayalım. İngiltere demokrasinin ve insan haklarının vatanı ve beşiği ama orada laiklik yok. Kral veya Kraliçe hem devletin, hem de millî Anglikan kilisesinin başıdır.
Türkiye Müslümanları için en büyük tehlike demokrasi değil, demokrasinin sağladığı hürriyetleri, imkanları, fırsatları bozuk düzenin haram rantlarını yemek için kullanmaktır.
* (İkinci yazı)
İki Kiraz Ağacına Ağıt
Çok üzgünüm... Sultanahmet Parkında Haseki Hamamı'nın sağ köşesinde iki Japon kiraz ağacı vardı. Meyve vermezlerdi, Nisan ayında on gün kadar pıtrak gibi çiçek açarlardı. O ağaçlar görülmeye değer birer harikaydı. Karşısına geç, saatlerce, seyret bıkılmazdı. Şiir gibi iki ağaçtı. Mücevher gibiydiler... Bundan on gün önce onları seyretmek için gittim ve beynimden vurulmuşa döndüm... İki ağacı da kesmişlerdi... Sanırım onlar kırk elli yıllık ağaçlardı. Park tanzim edilirken onlara kıymışlardı. Hangi gaddar ve zalim eller onları kesmişti... Nasıl kıymışlardı onlara.
Üzüldüm, kırıldım...
Yıllarca önce bir fotoğraf görmüştüm. İsviçre'de, içinde bir ağaç olan arsaya bina yapılırken ağacı kesmemişler, mimar onu binanın içinde bırakacak şekilde bir proje çizmiş.
Sultanahmet'te Küçükayasofya Caddesi'nin sonunda dostum Recep beyin Osmanlı Köşesi lokantasının arka tarafı eskiden bahçe gibi bir yerdi. Orası kapalı lokantaya çevrilirken ağaçlar kesilmedi.
Bazı büyük şehirlerimizin caddelerindeki ağaçlar çok kötü budanıyor. Bakıyorum zavallı ağacı telgraf direği gibi budamışlar, üst tarafında yeşerecek dal mal bırakmamışlar. Bu bir cinayettir. Her şeyin bir usulü vardır.
Son otuz yıl esnasında korkunç bir ağaç ve yeşillik kıyımı oldu. Parklar, korular, yeşil alanlar tahrip edildi. Dinimiz zaruret ve lüzum olmadıkça ağaç kesilmesine izin vermez. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han'ın "ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim..." sözü meşhurdur.
İslam bize ağaçların, bitkilerin, yeşilliklerin zikrettiğini bildirir ve öğretir. Vatanımızı yeşillendirmeli, tabiî ormanların yanına yeni ormanlar koymalıyız. Kesilen her ağacın yerine iki fidan dikmeliyiz. Ormanlardan ağaç keserken, kökleri kurumayacak, tekrar filizlenecek şekilde kesmeliyiz.
Resulullah Efendimiz (salât ve selam olsun ona) kabirlerin üzerinde Allah'ı zikreden bitkilerin bulunmasının, orada yatan mevtaya faydası dokunacağını haber vermişlerdir. O, Muhbir-i Sâdıktır.
Sultanahmet'teki iki Japon kiraz ağacına dönelim... Gözlerim onlara bakarak bayram yapıyordu çiçeklendikleri zaman. Bu bayramdan mahrum kaldım. Onları kesenlere beddua etmek istemiyorum. Lakin cahilliklerine ve gaddarlıklarına aklım ermiyor. Pekâlâ, yerlerinde kalabilirdi o iki şiir gibi ağaç.
Ankara'dan Konya'ya hızlı trenle bir buçuk saatte gidilebiliyormuş eyvallah. Buna bir itirazım yok. Hızlı tren yapılsın ama o canım kiraz ağaçları da kesilmesin.
12.05.2012