Herkes nefsi nefsine kaldı
Herkes çocukluğunu özler, ben de özlüyorum. Çünkü çocukluk masumiyettir, kirlenmemişliktir, sorumsuzluktur. Çocukluk baştan sona kadar bir oyundur.
Bu bakımdan, Ah!.. Nerede o eski ramazanlar, nerede o eski bayramlar diye iç çeken yaşlıların aslında özledikleri eski ramazanlar ve bayramlar değil, o ramazanlarla bayramları yaşadıkları çocuklukları ve gençlikleridir diye düşünüyorum.
Ah o masum çocukluk yıllarım!.. Her söze bir kuyruk takardık...
Başım ağrıyor diyene, Ağırbaş iyidir, rüzgâr uçurmaz derdik...
Canım sıkılıyor diyene de cevabımız hazırdı: Sıkı can zor çıkar!
Her şeyle dalgamızı geçerdik.
Çoktan beri bunlar teselli olmuyor... Çocukluktaki gibi gülüp geçemiyorsunuz. Büyüdük bir kere. Büyümek, her şeyi ciddiye almak anlamına geliyor.
Başınız ağrısa, Beyin tümörü mü acaba? diye düşünmeye başlıyorsunuz... Canınız sıkılsa, Depresyona mı giriyorum? diye endişeleniyorsunuz.
Çocukluğun en güzel yanlarından biri, hayatınıza ölümün gölgesinin düşmemesidir... Çünkü çocuklar ölmekten korkmaz! Onlar açısından hayatla cennet arası bir ilişkidir, ölüm! Yetişkinler açısından ise, tam anlamıyla bir hesap verme korkusudur.
Ömrün çok kısa olduğunun farkındayız. Buna rağmen hayatımızı güzelleştirme çabasına girmiyor, bir anlamda hayatı israf ediyoruz.
Birbirine benzeyen günlerin birbiri ardına akıp gitmesi bize yaşamak gibi geliyor.
Hayatımızın sıradanlaştığından, rutinleştiğinden yakınıyoruz, ama hep aynı şeyleri tekrarlayarak hayatımızın rutinleşmesine her gün katkıda bulunuyoruz.
Çalışıyorsak hep aynı yoldan işe geliyoruz...
Akşam aynı yolu kullanarak eve dönüyoruz...
Televizyonda birbirine benzeyen diziler ve filimler seyrediyoruz...
Her gün onlarca kez bir birine benzer cümleler kuruyoruz...
Tatillerde bile aynı yerlere gidiyoruz...
Tabiatıyla bir süre sonra hayat kendini tekrarlamaya başlıyor: Her gün bir gün gibi oluyor. Bu da ruhumuzu sıkıyor.
Aynı marketlerden, aynı AVMlerden alışveriş yapıyoruz...
Eskiden ne güzeldi mahalle bakkalları, alışveriş esnasında iki çift sözün belini kırar, alışveriş bahanesiyle sohbetin tadına varırdık...
Mahalledeki dar gelirlilerin veresiye defterleri vardı. Fakat bakkal amcalar halden anlar, borcunu insanın yüzüne vurmazlardı.
Mahalle Bakkalı, Mahalle İmamı, Mahalle Berberi, Mahalle Muhtarı, Mahalle Terzisi ailemizden biri gibiydi: Her biriyle dertleşir, dolayısıyla dert biriktirmezdik...
Tabii depresyona filan da düşmezdik!
Zamanın içinde insan değişti. Mahşerdeki gibi nefsi nefsine kaldık.
Hayatımızda hiçbir değişiklik yok. Bin günü bir gün gibi yaşıyoruz!
Oysa eski insanlar ekmeklerini çıkarmak için bin çeşit yola başvurur, yeni yöntemlerin peşinde koşarlardı. Hayatlarında heyecan vardı, aksiyon vardı, gizem vardı, değişiklik vardı.
Bizim hayatımızda ise sürekli tekrarlar var. Modern hayat, hayatımızı kemiriyor! Bu hayat tarzı, en çok psikiatristlerin, psikologların ve avukatların işine yarıyor: Depresyona düşenlerle boşananların sayısı alabildiğine arttı.
Boğuluyoruz!
Ne yaparsınız ki, bu tür yaşamaya modern hayat diyorlar, çaresiz katlanıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.