Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Herkes nefsi nefsine kaldı

Herkes nefsi nefsine kaldı

Herkes çocukluğunu özler, ben de özlüyorum. Çünkü çocukluk masumiyettir, kirlenmemişliktir, sorumsuzluktur. Çocukluk baştan sona kadar bir “oyun”dur.

Bu bakımdan, “Ah!.. Nerede o eski ramazanlar”, “nerede o eski bayramlar” diye iç çeken yaşlıların aslında özledikleri eski ramazanlar ve bayramlar değil, o ramazanlarla bayramları yaşadıkları çocuklukları ve gençlikleridir diye düşünüyorum.

Ah o masum çocukluk yıllarım!.. Her söze bir kuyruk takardık...

“Başım ağrıyor” diyene, “Ağırbaş iyidir, rüzgâr uçurmaz” derdik...

“Canım sıkılıyor” diyene de cevabımız hazırdı: “Sıkı can zor çıkar!”

Her şeyle dalgamızı geçerdik.

Çoktan beri bunlar “teselli” olmuyor... Çocukluktaki gibi gülüp geçemiyorsunuz. Büyüdük bir kere. Büyümek, her şeyi ciddiye almak anlamına geliyor.

Başınız ağrısa, “Beyin tümörü mü acaba?” diye düşünmeye başlıyorsunuz... Canınız sıkılsa, “Depresyona mı giriyorum?” diye endişeleniyorsunuz.

Çocukluğun en güzel yanlarından biri, hayatınıza ölümün gölgesinin düşmemesidir... Çünkü çocuklar ölmekten korkmaz! Onlar açısından hayatla cennet arası bir ilişkidir, ölüm! Yetişkinler açısından ise, tam anlamıyla bir “hesap verme” korkusudur.

Ömrün çok kısa olduğunun farkındayız. Buna rağmen hayatımızı güzelleştirme çabasına girmiyor, bir anlamda hayatı israf ediyoruz.

Birbirine benzeyen günlerin birbiri ardına akıp gitmesi bize “yaşamak” gibi geliyor.

Hayatımızın sıradanlaştığından, rutinleştiğinden yakınıyoruz, ama hep aynı şeyleri tekrarlayarak hayatımızın rutinleşmesine her gün katkıda bulunuyoruz.

Çalışıyorsak hep aynı yoldan işe geliyoruz...

Akşam aynı yolu kullanarak eve dönüyoruz...

Televizyonda birbirine benzeyen diziler ve filimler seyrediyoruz...

Her gün onlarca kez bir birine benzer cümleler kuruyoruz...

Tatillerde bile aynı yerlere gidiyoruz...

Tabiatıyla bir süre sonra hayat kendini tekrarlamaya başlıyor: Her gün bir gün gibi oluyor. Bu da ruhumuzu sıkıyor.

Aynı marketlerden, aynı AVM’lerden alışveriş yapıyoruz...

Eskiden ne güzeldi mahalle bakkalları, alışveriş esnasında iki çift sözün belini kırar, alışveriş bahanesiyle sohbetin tadına varırdık...

Mahalledeki dar gelirlilerin “veresiye defterleri” vardı. Fakat bakkal amcalar halden anlar, borcunu insanın yüzüne vurmazlardı.

“Mahalle Bakkalı”, “Mahalle İmamı”, “Mahalle Berberi”, “Mahalle Muhtarı”, “Mahalle Terzisi” ailemizden biri gibiydi: Her biriyle dertleşir, dolayısıyla “dert biriktirme”zdik...

Tabii depresyona filan da düşmezdik!

Zamanın içinde insan değişti. Mahşerdeki gibi “nefsi nefsine” kaldık.

Hayatımızda hiçbir değişiklik yok. Bin günü bir gün gibi yaşıyoruz!

Oysa eski insanlar ekmeklerini çıkarmak için bin çeşit yola başvurur, yeni yöntemlerin peşinde koşarlardı. Hayatlarında heyecan vardı, aksiyon vardı, gizem vardı, değişiklik vardı.

Bizim hayatımızda ise sürekli “tekrar”lar var. “Modern hayat”, hayatımızı kemiriyor! Bu hayat tarzı, en çok psikiatristlerin, psikologların ve avukatların işine yarıyor: Depresyona düşenlerle boşananların sayısı alabildiğine arttı.

Boğuluyoruz!

Ne yaparsınız ki, bu tür yaşamaya “modern hayat” diyorlar, çaresiz katlanıyoruz.






Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi