Bugün ne pişireyim yerine, Bugünü nasıl yaşayayım? diye düşünmek...
Bir araştırmaya göre, hayattan sıkılma konusunda ev hanımları şampiyon!..
Çünkü yaşantıları erkeklerinkinden daha monoton, daha rutin, daha renksiz ve heyecansız: Bir anlamda ütü ile mutfak arasına sıkışmışlar...
Hayatlarında hemen hemen hiç bir yenilik, hiç bir heyecan, hiç bir renk ve âhenk kalmadı.
Kalk...
Kahvaltı hazırla...
Eşinin gömleğini, kravatını, çoraplarını ayarla...
Çocukları kavga-dövüş okula gönder...
Vitrin denilen heyulanın içindeki-ne işe yaradıkları belirsiz-fazlalıkların tozunu al...
Avizeleri parlat...
Bugün ne pişireceğim diye kafa patlat...
Yemek yap...
Sofra kur...
Sofra kaldır...
Bulaşıkları, çamaşırları yıka...
Çamaşırları as...
Gömlekleri ütüle...
Daha pek çok, bir birine benzer işler...
Nihayet akşam...
Beyefendinin geç saatlerde evi teşrifleri...
Onca çabasının birkaç güzel cümle ile takdir edilmesini bekleyen hanımına sert bir bakış...
Bir Ne pişirdin? sorusu...
Yemek beğenmeme kaprisi...
Kadının hangi zamandan kendine pay arayacağını düşünmeden, Biraz kendine zaman ayır da kadına benze!.. çıkışı...
Kısacası, daha önceki gecelerden biri daha...
Sonra aynı sabahlardan biri...
Yine aynı işler...
Yine bana feminist diyecekler, oysa ben erkekleri kul hakkından, kadınları çatışmadan, aileyi monotonluktan korumaya çalışıyorum.
Hep aynı geceler, aynı sabahlar, aynı gündüzler...
Hep aynı işler, aynı şeyler...
Sıkılmak ne kelime, bu durumdaki her insan patlar! Zaten ev hanımları da sık sık sinir patlaması yaşıyorlar!
Keşke sihirli bir değnek olsaydı. Olsaydı önce kendi hayatıma değdirir, kendimi değiştirirdim.
Olduğumdan daha mümin, daha derin, daha renkli, daha kararlı...
Mesela Hz. Ebubekir kadar fedakâr, Hz. Ömer kadar âdil, Hz. Hamza kadar sert, ama mert; Hz. Osman kadar mülayim; Hz. Âli kadar cesur; Mevlâna kadar âşık; Yunus kadar karmaşık; Gazali kadar âlim; Bediüzzaman kadar minnetsiz; Evliya Çelebi kadar gezgin, Sadi kadar hayalperest, Nasreddin Hoca kadar komik olmak isterdim...
Olamayınca, çarnaçar yazıyorsunuz işte. Yani yaşayan yaşar, yaşayamayan yazar. Aslında yaşadıklarımızdan ziyade yaşayamadığımız için özlediklerimizi yazıyoruz. Çocukların böyle dertleri yok. Dolu dolu yaşıyorlar çünkü. Her anları farklı... Her gün bir sürpriz var hayatlarında. Her adım bir sırrı çözüyor.
Buna yeni şeyler öğrenmenin mutluluğunu da eklerseniz, neden herkesin kendi çocukluğunu özlediğini anlarsınız.
Hayat büyükler için rutin, büyükler açısından ne kadar çekilmezse, çocuklar açısından o kadar oyun, o kadar eğlencedir...
Belki de bu sebeple hepimiz zaman zaman çocukluğumuzu hasretle anarız. Eskiden diye başlayan cümlelerimizde hep bu hasret kokusu var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.