İslâm Şartı Müslümanlığı
Belki bana kızacaksınız (çünkü ne zaman bu konuya girsem, üstüme alev okları yağıyor), ama Osmanlının son yüzyılından başlayıp tüm cumhuriyet dönemini kapsayan Müslümanlık anlayışıyla İslam Dininin çok örtüşmediğini düşünüyorum, sevgili dostlarım.
Eğitim sisteminin elbette bunda payı var, ancak en büyük pay, bizim duyarsızlığımızın, umursamazlığımızın ve niyetsizliğimizindir.
Bizim gerçek İslâmı ne anlamaya, ne de yaşamaya niyetimiz var.
Yaşadığımız Müslümanlığın ille de tanımlanması gerekirse İslâm Şartı Müslümanlığı olarak tanımlayabilirim.
Yani, şekil ve görüntü İslâmı!.. Bu da gele gele ya başörtüsüne ya da sarığa, cübbeye, sakala ve bıyık şekline dayanıyor!
Köy camiinde Oflu Hocadan ezberlediğim, savm (oruç), salât (namaz), hac, zekât, Kelime-i Şahadetden ibaret bir Müslümanlık...
Beş farzın kalıplarına sıkıştırılmış bu İslâm algısı, Müslümanı (kişiyi) belki Cennete götürebilir (Allaha ait bir tasarruf), ancak İslâma ve insana katkı yapmaz...
Yüzyıllardır hocalarımız (elbette bazıları müstesna) minberlerden ve kürsülerden ümmete işte böyle bir İslâmı telkin ediyor.
Döndüre döndüre bu kalıpların ayrıntılarını anlatıyorlar...
Mübarek gün ve geceler için bile günü oruçlu geçirmek, gecesinde çok namaz kılmak, Allahı çok anmak, Peygamber Efendimize çok salâvat getirmek dışında, hiçbir farklı önerileri yok...
Kuranın düşünmeye çağrısını okumamışlar, duymamışlar zannedersiniz.
Bu durum, aynı zamanda, Asr-ı Saâdet Müslümanı ile Çağın Müslümanı arasındaki farkı oluşturuyor.
Asr-ı Saadet Müslümanının Müslümanlığı beş farzla sınırlı bir Müslümanlık değildi, en belirleyici unsur olarak tüm hayatı kuşatıyor, en dinamik biçimde yaşanıyordu.
Dolayısıyla hayatın tüm evrelerine İslâmın hükmü hükmediyordu.
Ne ibadet bunun dışındaydı, ne siyaset, ne ticaret...
İslâm her türlü hamlenin (savaşlar ve fetihler dâhil), dinamizmin, gayretin kaynağı olduğu gibi, ferasetin, faziletin, merhametin, şefkatin, himmetin, infakın, hatta sevginin de kaynağını teşkil ediyordu.
Yani Müslüman, İslâmın ruhuyla ruhlanmıştı.
Elbette onlar da namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, zekât veriyor, bol bol da Kelime-i Şahadet getiriyorlardı...
Ama bunlar daha büyük bir amaç için, kısaca, İslâm inancının ruhuna yolculuk için yapılırdı...
Bedensel ibadetler kitlesel bilinçin, kitlesel bilinç, Yürek Müslümanlığının yolunu açar. Nihayet Müslümanı tefekkür ummanıyla buluşturur ve evrenselleştirir.
Bizim İslâm algımızda tefekkür yok... İçinde tefekkür olmayan ibadette lezzet olmaz. İşte bu yüzden, Cuma namazlarında bile sürekli çalan cep telefonları, Allahın huzurunda olduğum anlarda bile dünya doluyum mesajı veriyor.
Ne huşu, ne huzur: Sadece kalıplar ve kalıplaşmış Müslümanlar var!
Hacca gidişlerde Hacı unvanı alma sevdası, doksan dokuzluk tespih sallamalarda Çok iyi Müslümanım gösterisi, Umreye tatil muamelesi (beş yıldızlısı, yaldızlısı, hatta ekstrası bile var şükür), oruca zayıflama kürü muamelesi de bu yüzden yapılıyor...
İnsanca yaşamaya yönelik binlerce sünnete sırt çeviren ümmetin, sünnete bağlılığını, gömleğinin üst cebinde misvak taşıyarak göstermesi, ne kadar acıdır!
Kul kimliğine ve ümmet algısına az biraz tefekkür katabilseydik, görünür yerde misvak taşımanın da, herkesin gözlerinin önünde dişleri misvaklamanın da Peygamber Efendimizin nezahet (temizlik-incelik) ve nezaket (edeb-terbiye-zariflik) anlayışına taban tabana zıt olduğunu fark ederdik.
Kısacası dostlarım, Müslüman, İslâmın tefekkür manzumesinden kopmakla, esasen kendi yüreğinden koptu. Üç yüz yıldan beri İslâm Âleminin, insanlığa hiçbir katkı yapamadan savruluşunun hikmeti budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.