Doktor'un izniyle (2)
Evet, bugün de köşeyi Prof. Dr. İsmet Turanlı'nın doğumlara müdahale tartışmalarına ilişkin görüşlerini anlattığı uzun e-mail'e ayırıyorum.
Dün Doktor'un sezaryenle ilgili deneyimlerini aktardım. Bugün sıra kürtajda...
***
"Uzun yılların tecrübesine dayanarak, sezaryende olduğu gibi kürtajda da son kararı annelerin vermesi gerektiği görüşündeyim. Ben hayatım boyunca çocuğunu aldırmaya gelen hastalarla uzun uzun konuşup lüzumsuz kürtajları önlemeye çalıştım. Fakat kadınların bir bölümü her ne nedenle olursa olsun, benim ikna söylemlerime rağmen başka bir meslektaşa giderek, hatta yurtdışına çıkarak kürtaj yaptırdılar.
Genç bir kimyager hanım evlenmek üzereydi ve hamile kalmış, onu aldırtmak istiyordu. Üç defa ameliyat masasından kalkmış, vazgeçmişti. Sonunda 'Mongoloid' (Down sendromlu), sakat bir çocuk doğurmuştu. Onu fikrinden caydırmak için gösterdiğim çabalardan pişmanlık duymuştum. Bu olayı, hekimler için de kürtaj konusunun ne derece zor bir karar olduğunu belirtmek için anlatıyorum.
Bir başka anım: Hemşire, kürtaj odasında çok kanaması olan bir hasta olduğunu ve hemen müdahale etmemi rica etti. Kürtaja başlamadan narkoz yapılmış ve hasta uyumuştu. Kürtajı yapıp kanamayı durdurdum, fakat genç kadın bir daha uyanmadı. Bütün gayretlerimize rağmen vefat etti. Savcılık soruşturma açtı. Otopsi raporlarında anlaşıldı ki, genç kadın gebeliğine son vermek için bir ebeye rahmine sabunlu su sıktırmıştı. Bu da 'hemoliz'e (kanın zehirlenmesi) yol açmış ve böbrekleri iflas etmişti. O zamanlar Türkiye'de ve Almanya'da bu tekniklere başvurup hayatını kaybeden çok anne vardı. Kürtaj yasağı kalktıktan sonra bile uygun olmayan metotlara gizlice başvuranlar var.
Çocuğunun dünyaya gelmesini istemeyen bir kadın, doğum olunca koluma tekme atarak bebeğin elimden düşüp ölmesini sağlamak istemişti. Çocuğu bacaklarından çok sıkı tuttuğum için bu tehlikeyi önlemiş, fakat çok öfkelenip kadının bacağına bir tokat atmıştım. Dikkatli olmasaydım katil olacaktım. Sonradan öğrendim ki, kadın evli değildi ve çocuğun babasının kim olduğunu da bilmiyordu. Genç meslektaşlarımın ibret almalarını düşündüğüm için bu olayları dile getirdim.
Almanya'da kürtaj kanunu çıktığında Türkiye'de Diyanet İşleri'nden İslami yorum hakkında görüş istemiştim. Bana ilahiyat fakültesinden doçentlik çalışması gönderdiler. Onda deniyordu ki; 'Hazreti Ali'ye göre çocuk 3 aylık olunca ona hayat üflenir...' Yani 15'inci haftaya kadar hayat başlamaz. Bugün ultrasonla 5'inci haftada kalp atışlarını gözlemleyebiliyoruz. Eski bir Diyanet İşleri yetkilisi de Kuran'da böyle üflemeye ilişkin bir sure olmadığını televizyondaki tartışmada dile getirdi.
Erkeklerin durumu da karar vermede pek etkili olamıyor. Kadın gebe kalmak istemiyorsa, kocasının arzusu hilafına gizlice korunma hapı alıyor, kocası gebe kalmasını istemiyorsa korunma hapını unutuyor, yahut unuttuğunu iddia ediyor. Demek ki karar mercii annelerin kendileri. Son çıkan kanuna göre kadının arzusu hilafına kocası tarafından cinsel temasa zorlanmasıyla gebe kaldığını iddia ederek eşini tecavüzden mahkemeye vermek hakkı doğmuş oluyor. İspatı zor olan böyle bir durumda yargıçların nasıl karar verebildiklerini merak ediyorum.
Vatikan değil kürtajı, korunma haplarının alınmasını bile yasakladı. Luzern, Katolikler'in çoğunlukta olduğu bir İsviçre şehri. Orada Vatikan'ın yasaklamasından sonra korunma haplarının satışında çok artma olmuş!
Erkeklerin, hele hele siyasilerin kadınların yaşamına ilişkin kararlar, yasaklar düşünmeleri ataerkil bir toplum olduğumuzun göstergesi. 'Kadının adı yok' diyor Asena. Ben daha ileri giderek jinekologların meslek eğitiminde kadının ruhu yok diyorum. Erkekler kürtaj ve doğum esnasında kadının ruh haline empati kurmaları mümkün olmadığı için kolayca ahkâm kesiyorlar.
Son söz: Türkiye'de mali durumu zayıf olanlara korunma imkânları sağlanabilirse, kürtajlar da, sezaryenler de azalır..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.