Ecevitin hastalığı... İsrail tezgâhı mı, İlâhî ceza mı?..
Öncelikle şunu ifade edelim... Bülent Ecevit, eğer o sözleri söylememiş olsaydı, bu kadar sahipsiz kalır mıydı?.. Onu alaşağı etmeye yönelik ayak oyunlarına, tezgâhlara ve Bizans entrikalarına bu millet, hiç bu kadar tepkisiz kalır mıydı?..
Ama, ne zaman ki O sözleri söyledi; önce oy olarak düştü, sonra da güçten, kuvvetten düştü ve birilerinin oyuncağı oldu!..
HADDİNİ BİLDİRİN!
O sözler malûm...
Ecevit, Mecliste yemin töreninin yapıldığı 2 Mayıs 1999da; Genel Kurul Salonuna başörtüsü ile gelen Merve Kavakçıyı hedef alarak diyordu ki;
... Burası hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir. Burası, devletin en yüce kurumudur... Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar... Burası, devlete meydan okunacak yer değildir... Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!..
Eline tutuşturulan kâğıttan bunları okuyan Ecevit, bir gün yalnız kalacağını bilseydi, acaba Merve Kavakçının şahsında başörtülü hanımları hedef alır mıydı?..
Elbette bilemem...
Zaten, şu an hesabını da veriyor, ya da Hesap Günü verecek olmalıdır!..
Ama o sözlerin bedelini ödedi!.. Merve Hanıma haddini bildirin derken, millet ona haddini bildirdi!..
1999 seçimlerinde yüzde 22.1 oy alıp Başbakan olan Ecevit, 2002 seçimlerinde yüzde 1.2 oy aldı ve bir daha da belini doğrultamadı!.. Gördü ki; Bu ülke, başörtüsüne meydan okunacak topraklar değildir!..
İSRAİLİ SOYKIRIMLA SUÇLAYINCA!
Ecevitin yerinden kalkamayan Başbakan olmasında; tek sebep, elbette İlâhî adalettir... Ecevit, Merve Kavakçının şahsında başörtülülere dil uzatmanın bedelini; yüzde 22den yüzde 1e düşmekle ödemiştir!..
Bugün, düşünmeden edemiyorum...
Bunda İsrailin de rolü var mıdır acaba?.. Bu da nereden çıktı? derseniz, derim ki;
Unutmuştum... Ben de DSP Genel Başkanı Masum Türker söyleyince hatırladım!
Efendim, birkaç gün önce Beyaz TVde Ecevitin hastalığı ve hastane serüveni tartışılıyordu... Programda, Ergenekon Dâvâsında tanık olarak dinlenen Ecevitin eski Koruma Amiri ve eski DSP Milletvekili Recai Birgün vardı...
Programa telefonla bağlanan DSP Genel Başkanı Masum Türker de; Mehmet Haberaldan Sinan Aygüne kadar birçok ismin Ecevite komploda rol aldıklarını söyledikten sonra, dedi ki;
İşin içinde İsrail de olabilir!.. Çünkü Ecevit, İsraile ağır suçlamalar yöneltmişti... Zaten, Ecevitin sağlığı da bu demeçten sonra bozuldu!
Ne yalan söyleyeyim;
Unutmuşum!..
Evet, Ecevitin İsrail aleyhinde söylediği sözleri unutmuşum.
Hafızamı yoklayınca, hatırladım.
Ecevit, gerçekten de 4 Nisan 2002de, DSP Grubundaki konuşmasında İsraili soykırım yapmakla suçlamış ve demişti ki;
Filistin devleti yok ediliyor... Arafat şimdi İsrail askerlerinin elinde tutsak durumda!.. Ya sürgüne gidecek ya da belki canından olacak. Yalnız Arafat değil, tümüyle Filistin devleti adım adım yok edilmekte... Filistin halkına karşı dünyanın gözleri önünde soykırım uygulanmakta... İsrail yönetimi BM Güvenlik Konseyi kararlarına da meydan okumakta.
Dediğim gibi;
Ecevitin 4 Nisan 2002de yaptığı bu konuşmayı unutmuşum.
Acaba, Masum Türkerin iddia ettiği gibi, Ecevitin başına gelenler bu konuşmadan sonra mı oldu?..
BİR AY SONRA HASTANEDE!
Bana sorarsanız;
Pek de yabana atılır bir iddia değil... Masum Türker, haksız sayılmaz.
Hele de tarihlere bakınca!..
Ecevitin; İsraili soykırım yapmakla suçladığı tarih, 4 Nisan 2002...
Lütfen dikkat;
4 Mayıs 2002de de, yani tam 1 ay sonra da, hastalık gerekçesiyle apar-topar hastaneye kaldırılıyor!..
Evet, Başkent Hastanesine!..
¥ Tarih 4 Temmuz 2002...
Dönemin ATO Başkanı Sinan Aygün, dönemin DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ile görüşmektedir... Sinan Aygün, makamında görüştüğü Süleyman Çelebiye demektedir ki; Başbakan Ecevitin vesayet altına alınması için yarın mahkemeye başvuracağım!
Tabiî, Çelebide tık yok!..
¥ Tarih, 5 Temmuz 2002...
Sinan Aygün, dediğini yapar...
Koltuğunun altına alır dosyayı, doğru mahkemeye!.. Bir ATO heyeti ile birlikte, dilekçesini mahkeme kalemine sunar... Sinan Aygünün dilekçesinde, özetle şu gerekçeler bulunmaktadır:
Başbakan Bülent Ecevit, 1982 Anayasası ile kendisine verilen görevleri yapmaktan, hatta kendi ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzaktır!.. Ecevitin sağlık durumu bozulmuştur!.. İki aydır makamına bile gelemiyor, Türkiyeyi yurtdışında temsil edemiyor!.. Hukuk düzenimizde ve idari yapımızda Başbakanın üstlendiği ağır görevler dikkate alındığında, Sayın Bülent Ecevitin sorumluluklarını yerine getirip getiremeyeceğinin tespitinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Dilekçesinde bunları yazan Sinan Aygün, talebini de şöyle dile getirir:
Türk Medeni Kanununun 405. ve ilgili maddeleri uyarınca Bülent Ecevit vesayet altına alınmalıdır!
Dahasını da der Aygün;
Sayın Bülent Ecevitin hastalığının faturası 3 milyar dolardır. Her gün faiz oranları yükselmekte, ekonomi kötüye gitmektedir. Artık sayın Ecevitin çekilmesi gerekiyor.
Bunu söyleyen, sadece Sinan Aygün de değildir... Aynı talep, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek tarafından da dile getirilmektedir...
O da şöyle demektedir:
Yürüyebilen bir Başbakana ihtiyacımız var!.. Ecevitle bu işler yürümez!
Ecevit, kendisine yönelik; Azledilsin taleplerine şöyle karşılık verir:
Ben gidersem kaos olur!
Aygün cevap verir:
Atatürk, İnönü, Özal gittiğinde kaos oldu mu ki, siz gidince olsun!
Uzatmayalım... Dâvâ dosyası 16. Sulh Hukuk Mahkemesine gelir...
Sizce de enteresan değil mi?..
Ecevit, 4 Nisan 2002de İsrailin, Filistinde soykırım uyguladığını söylüyor... 4 Mayıs 2002de, hastalık gerekçesiyle hastaneye kaldırılıyor, 4 Temmuz 2002de Sinan Aygün iş göremez raporu almak için nabız yokluyor, 5 Temmuz 2002de de vasi tayini için mahkemeye müracaat ediyor.
Tekrar edelim...
_ 4 Nisan 2002... İsraile suçlama!..
_ 4 Mayıs 2002... Hastaneye götürülüş..
_ 4 Temmuz 2002... Vasi girişimi...
DSPDEN İSTİFALAR
Peki, Haziranda neler oldu?..
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçelinin; 3 Kasımda erken seçime gidelim sözü üzerine DSPde deprem yaşandı.
_ Tarih 8 Temmuz 2002...
Rahşan-Bülent Ecevit çiftinin kaprisleri, hükümeti tam anlamıyla çökertti... Yıllardır Başbakan Ecevitin sağ kolu olan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ile DSPli Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Devlet Bakanı Recep Önal ile Mustafa Yılmaz peş peşe istifa ettiler...
Ardından, DSPli milletvekillerinin de istifaları yağmur gibi yağmaya başladı. Böylelikle; Apo sayesinde iktidara oturan DSP ve Anasol-M, saman alevi gibi birkaç saat içinde söndü!
_ Tarih 12 Temmuz 2002...
DSPdeki toplam istifalar 44e yükseldi ve partinin TBMMdeki sandalye sayısı 128den 84e, koalisyonun sandalye sayısı da 334den 290a düştü... Bağımsızların sayısı ise 57ye yükseldi. Böylelikle bağımsızlar, AK Parti ve SPnin sandalye sayısını geçerken DSP de 85 milletvekili olan DYPnin sandalye sayısının altına düştü... Muhalefet ve bağımsızların sayısı da DSPli istifacılar dahil 247ye yükselmiş bulunuyor. TBMMde 537 milletvekili var.
_ Tarih 22 Temmuz 2002...
DSPden istifa eden milletvekillerinin kurucuları arasında yer aldığı Yeni Türkiye Partisinin kuruluş dilekçesi, İstemihan Talay, Metin Bostancıoğlu ve DSPden istifa eden bir grup milletvekili tarafından İçişleri Bakanlığına verildi...
Hüsamettin Özkanın toplantılara katılmaması dikkat çekerken, geniş tabanı kapsayacak denilmesine rağmen kurucular arasında DSPden istifa eden milletvekillerinin dışında kimsenin bulunmadığı gözlendi.
Partinin kuruluş dilekçesinin verilişinin ardından TESK Otelde yapılan Kurucular Kurulu toplantısında İsmail Cem, toplantıya katılan 59 üyenin oybirliğiyle genel başkanlığa getirildi.
Uzatmayalım... Türkiye; Başkent Hastanesinde uygulanan tedavi(!) ile yerinden kalkamaz hâle getirilen Ecevitle 3 Kasım 2002de seçime gitti... 1999 seçimlerinde yüzde 22 olan DSPnin oyu yüzde 1e düştü...
Tabiî, düşen sadece DSP olmadı, Ecevit de güçten-kuvvetten düştü.
ÖDÜLLENDİRİLDİLER Mİ?
Bana sorarsanız;
Bu İlâhî bir cezadır!..
Ama, İlâhî cezaya inanmayanlar; 4 Nisan 2002de; İsrail, Filistinlilere soykırım uyguluyor diyen Ecevitin, tam 1 ay sonra 4 Mayıs 2002de hastaneye kaldırılmasına ve iş göremez hâle getirilmesine herhalde komplo teorisi demez!..
Buna komplo teorisi diyenler; Ecevitin sağlığını bozmakla suçlanan Mehmet Haberal ile, Ecevit hakkında vasi tayini talep eden Sinan Aygünün, bugün CHPden milletvekili olmalarını nasıl izah ederler acaba?..
Bu da mı komplo teorisi?
Yoksa, bir ödüllendirme mi?..
Ya da, ya da;
Mason dayanışması mı?!?..
Fatihin türbesine çelenk!
29 Mayıs günü yoğun bir programım olduğu için Fatih Caminin açılış törenine de katılamadım, açılışla ilgili haber ve görüntüleri de izleyemedim.
Daha sonra yaptığım görüşmelerde, öğrendim ki; restore çalışmalarını yürüten Yılmazlar firması, caminin bahçesindeki 5 çınar ağacını kesmiş!.. Oysa o çınarlar, caminin temelindeki suyu emme gibi bir fonksiyon icra ediyordu!.. Bakalım, bundan sonra camideki nemlenmeyi nasıl engelleyecekler?..
Yine öğrendim ki; ilk defa bu yıl, Fatih Sultan Mehmed Hanın türbesine çelenk konulmuş... Diyanet veya İstanbul Müftülüğü uyudu mu acaba?..
Öyle ya; mum yakılmayan, çaput bağlanmayan türbeye, hiç çelenk konulur mu?..
Bu, bir hurafe değil midir, bu eski köye yeni adet değil midir?.. Haa, illâ da çelenk koyacaksanız, gidin Fatih Anıtına koyun çelengi!.. Ama, türbeye çelenk koymak da nereden çıktı?..
Bazıları, Türkiyenin dindarlaştığını iddia ederken, türbeye çelenk koyarak; Korkmayın!.. Rahat olun! mesajı mı verilmek isteniyor?!?..
Yetkililer; kesilen çınarlar ve türbeye çelenk konusunda beni aydınlatırlarsa sevinirim.