Çok büyük bir “Türk Büyüğü”nün “elif”le “m
Soyadından çok, soyadının zıddının çağrıştırdığı mânâya daha yakışan biri, Risale-i Nur Külliyatı’nın (O, 14 koca ciltten oluşan Risale-i Nur Külliyatı’nı tek kitap sanıyor ve “Nur kitabı” diyor) Cemalettin Afgani’den alıntı olduğunu iddia etmesi, okurlarımı sinirlendirmiş…
Aradan şu kadar zaman geçmesine rağmen, bu iddialara neden cevap vermediğimi ısrarla soruyorlar. İyi ama bir iddianın cevaba değer olması, belge ve bilgiye dayalı olmasını gerektirir. Oysa bahis konusu yazıda “iddia” var, “müddei” (“İddia sahibi” demektir; çok büyük Türk Büyüğü anlamayacağından tercüme edeyim dedim) yok! Bazen “müddei” olur gibi oluyor, ancak çoğu “ölü” olduğu için sorgulanamıyor. çok büyük Türk büyüğü bütün bildiklerini ya dayısından, ya 5 yıldan beri “beraber yaşadığı”nı söylediği “nişanlısı”ndan veya futbol konuşmak için dayısını ziyarete gelen “dost”larından duyuyor. Dayısı arada bir celallenip, “..niye hiçbiri Nur kitabının bile aslında Afgani'nin eseri olduğunu itiraf etmiyorlar" diye hayıflanır ve "bir de gerçeği babama sorun bakalım" diye babalanınca “bizimki” kulak kesiliyor: “Vay şu dayım neler de bilirmiş!”
Ne “bilimsel” bir yaklaşım değil mi sevgili dostlarım? Kırk yıla varan yazarlık hayatımda bu derece kara bir cehalete ve cehaletin karalığından güç alan böylesine gözükara bir cesarete ilk kez rastlıyorum!
“Dayı”nın babası rahmetli Eşref Edip Fergan. Şu meşhur “Sebilürreşad Mecmuası”nın sahibi. Eşref Bey’in “Sebilürreşad” isimli mecmuasını yazılarıyla destekleyenler arasında Mehmed âkif ve Bediüzzaman gibi, yalnız kendi çağlarının değil, tüm çağların yüz akı isimleri de var.
Bediüzzaman’la görüşmek için gösterdiği çabanın sonunda görüşüp tavsiyeler alan ve o tavsiyeleri mecmuasında haftalar boyu yayınlayan, ayrıca her fırsatta hakperest davranıp Bediüzzaman ile talebelerini övücü yazılar yazan bu Eşref Edip Bey mi, Risali-i Nur Külliyatı’nın Afgani’den “alıntı” olduğunu söyleyecek? öyle bir izlenimi olsaydı Bediüzzaman’ın yazılarına yer verir miydi? Onu savunur muydu? Böyle bir tavır zaten ikiyüzlülük olurdu. Oysa tanıdığım, okuduğum kadarıyla Eşref Edip mert bir insandı. Torunu olduğunu iddia eden adam, dedesinin sadece inancına, itikadına, sevgi ve nefretine uzak değil, düşünce dünyasına da alabildiğine yabancı... İnşallah Eşref Bey’in kemikleri sızlamaz! “Külliyat”ın tek cümlesi “alıntı” olsaydı, daha Bediüzzaman’ın sağlığında yer yerinden oynardı. En çok da onun fikirlerini çürütmeye çalışanlar sevinirdi. çünkü eser orijinalliğini kaybeder, eser sahibi de, (Bediüzzaman) böylece etkisini yitirirdi. Böylece, onu etkisizleştirmek için para ve zaman harcayan “etkili” ve “yetkili” düşmanları, rahat bir nefes alırlardı.
Muhammed Abduh’u, Cemaleddin Afgani’yi ve Bediüzzaman’ı “teşehhüt miktarı” bilen biri olarak söylüyorum ki, asla böyle bir şey yoktur! Risale-i Nur’lar özgün eserlerdir.
Bir “yazar” ne zaman “zavallı” hale düşer bilir misiniz? Desteksiz atmaya başladığı, daldan dala koştuğu, iddialarını sağlam belgeye dayandıramadığı zaman...
İşte buyurun: Sözüm ona “yazar”ın “belge” sandığı şeye bakın: “Aile içindeki konuşmalardan duyduğum kadarı ile, sebebini tam olarak bilemediğim bir nedenden dolayı, bir şekilde Afgani adlı birisinin fikir ve görüşleri yazıya döktürülerek Said hoca'ya ithaf ediliyor... (Tam olarak bilemiyorum ama hatırımda kalan intibalardan sanki bir şekilde sarayın emriyle bu iş yapılmış gibi bir intiba hatırlıyorum, ama bu kısmını birebir duymadım, sadece geçmişte kulak kabarttığım konuşmalardan bir intiba )... (Kürt asıllı Said hocanın okuma yazmasının olmadığı söylenir)...”
Bu perişanlığın ben neresini düzelteyim bre hane harap! “Okuma yazmasının olmadığı söylenir” ne demek? Kim söylemiş? Kime söylemiş? Okuma-yazması var mı yok mu? Yoksa İslâmi temel eserlerden seksen kitabı nasıl ezberlemiş? Cezaevinde yanında hiç kitap yokken nasıl eser telif etmiş? Ciddi bir ortamda böyle bir iddia ortaya atılırsa, bu metinleri insanın suratına çarparlar!
Bırakalım ciddiyeti, çünkü bu işin ciddiyetle bağdaşır tarafı yok. Bırakalım da daldan dala dolaşsın:
“Şimdi sizlere anne tarafı aile efradımdan, dedemden ve de Kamil dayımdan duyduğum konuşmaları birebir anlatacağım... Bazen konuşmanın bir yerinde konu gelir siyasette din konusuna takılırdı ve Kamil dayım ‘amma adamlar, boş boş konuşuyorlar, gerçekleri söylemiyorlar, niye hiçbiri Nur kitabının bile aslında Afgani'nin eseri olduğunu itiraf etmiyorlar’ diye hayıflanırdı ve ‘bir de gerçeği babama [Notum: yani Eşref Edip Fergan’a] sorun bakalım’ diye çıkışlar yapardı... Din konularını bilmeyen biri olarak neden bahsedildiğini pek anlamazdım...”
“6-7 sene önce bir internet tartışmasında, ‘dedem hep Nur kitabının Afgani diye bir Afgan’lıdan [Notum: Türkçe perişan, gramer sıfır] alıntı olduğunu söylerdi’ diye yazınca, birisi ‘Afgani dediğin bir din adamıdır, adı Cemaleddin Afgani’ diye cevap verince, aslında Afgani'nin Osmanlı imparatorluğunda yaşayan birisi olduğunu farketmiştim... (Hala tam olarak nerede oturduğunu veya kim olduğunu bilmiyorum)... [Notum: Adresini sevabıma ben vereyim ey büyük Türk büyüğü, belki ziyaret etmek istersin! Ahirette oturuyor. ölümünden (9 Mart 1897) bu yana tam 111 sene geçti] Dedim ya, aslında ben din gibi hassas konularda ve uzman olmadığım konularda yorum yapmayı sevmeyen bir insanım ve 30 yıllık gazeteci olmama rağmen inatla bu konuyu daha fazla incelemekten kendimi menetmiştim...” Niye menetmiş biliyor musunuz? Buyurun okuyun: “çünkü incelersem, yorum yapmaya, görüş bildirmeye kalkardım...”
Bu mantığa bayılmaz mısınız? “Yorum yapmayayım” diye çok büyük Türk büyüğümüz hiçbir şey öğrenmiyor! “Nur kitabı Afgani'den ‘alıntı mı’ diye, araştırma yapmadım... çünkü belge ve bilgileri değerlendirmek benim işim değildi, ve belge ve bilgilere ulaşsam bile ne lisanını anlardım, ne de arasındaki farkı... Ayrıca bugüne kadar hiç Nur kitabı görmediğimi, okumadığımı veya merak etmediğimi de itiraf etmeliyim… Şimdi de Arapça Osmanlıca bilmediğim için kitabı görsem bile tek kelimesini anlamayacağımı biliyorum, onun için hiç ilgilenmedim...”
“Nur kitabı” görmedin, okumadın, Afgani’nin kim olduğunu, neler yazdığını bilmiyorsun, ama Risale-i Nurların Afgani’den alıntı olduğunu iddia ediyorsun! Söyler misin ey çok büyük Türk büyüğü, “elif” ile “mertek” arasında ne fark var?
“Yedi ceddi” de subaymış, artık ne ilgisi varsa: “Ben anne ve babam boşandığı için baba tarafımın ailesinde yetiştim... [Notum: Sorunun asıl kökeni parçalanmış ailede yetişmesi olmasın!] Benim dedemin babası Türk askeriydi, subaydı... Onun babası da Türk subayıydı... Dedemin 4 kardeşi de subaydı... Kardeşlerden üçü, 1900'lü yılların savaş cephelerinde şehit olmuşlar... [Notum: 1900’lü yılların neredeyse tamamı savaştır, ama acaba hangi savaş? “Allame”miz bunu da bilmediği için yuvarlıyor olmalı]
Yazısının son paragrafına hepten bayıldım: “...Hiç tarih bilmeden, hiç kitap okumadan, 100 yıl önceki Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı ve sonrası ile ilgili uydurulan safsataları ve hikayeleri duydukça insanın içi parçalanıyor... Etrafımız bilmeyen, okumayan ve öğrenmek için emek sarfetmeyen, ama ‘kendinden menkul bilginler ile’ dolmuş...”
Son cümlesi de perişan, ama kasdettiği mânâ itibariyle doğru: Gerçekten de “Etrafımız bilmeyen, okumayan ve öğrenmek için emek sarfetmeyen”lerle dolu.
“Yazmak” bu kadar ucuz mu sahi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.