Padişahlara iftira atmak
Dünkü yazımın girişinde de söyledim ya, gazeteciden dişçi olmaz, ama dişçiden gazeteci oluyor!..
Gazeteciden doktor olmaz, ama doktordan gazeteci oluyor!..
Gazeteciden avukat olmaz, ama avukattan gazeteci oluyor!
Bu konuda hiçbir ön ve son eğitim almayan, sadece usta-çırak ilişkisi içinde yetişen gazeteciler, zaman içinde köşe sahibi olunca, her konuda ahkâm kesmeye başlıyorlar…
özellikle de tarih üzerine kalem oynatmaya bayılıyorlar.
İşleri o kadar kolay ki, yazdıklarının yanlışlığını ispat etseniz bile, “tarihçi değilim ki” diyerek işin içinden sıyrılıyorlar…
Biraz daha sıkıştırırsanız tarihi açıdan “kaynak” sayılmayan bir kitabı referans gösteriyorlar: “Telhisü Mehasini’l-adab” isimli kitapta okudum efendim” deyiveriyorlar.
Oysa bu kitap tarihçilerin itibar etmediği, belgeden saymadıkları bir kitaptır. Bu tür kitaplardan derledikleri malumatı, konuya hâkim olmayan okurlara “mutlak doğru” gibi sunuyorlar.
Bu derece büyük bir sorumsuzluğu değil tarih bilimi, gazetecilik mesleği dahi kaldıramaz!
Neden mi?..
1. Bir köşe yazarının, birkaç padişahın içki müptelâsı olduğuna dair iddiasını dayandırdığı eser (Taib Ahmet Efendinin “Telhisü Mehasini’l-adab” isimli kitabı) “belge” niteliği tarihçiler tarafından kabul edilen bir eser değildir.
2. Kaldı ki, Taib Ahmet Efendi, o hükme araştırmaları sonunda varmamış, Arap ilahiyatçı Cahiz’in (776-868) “Minhacü’s-süluk” isimli eseri ile Mustafa Ali Efendi’nin (1541-1600) “Mehasinü’l-âdab” isimli eserlerinden alıntılamıştır.
3. Ayrıca, Taib Ahmet Efendi (1660?-1724) tarihçi değil, devrin padişahı Sultan III. Ahmed tarafından “Reis-i Şâiran” (Şairler Reisi) unvanı verilen bir şairdir. Az biraz da kadılık yapmıştır.
“Şuara tezkireleri”ndeki (şair biyografileri) kayıtlara göre, “Huysuz, iğneleyici şakalar yapmayı seven, hiçbir ilmi kıstas kullanmadan sevdiğini göklere çıkarıp, sevmediğini yerin dibine batıran, övme ile sövme arasında türlü değişiklikler gösteren mizaçta biri” imiş.
Şiddetli hücumlarına hedef olanlar arasında şâir Nâbi, Sekban-başı Nemçe Hasan, Sivaslı Kadı, Müderris Ahmed, şair Sâkıb ve daha pek çok tanınmış isim var. Kayıtlara göre, “Dilini tutmadığı, önüne geleni hicvettiği ve huysuz bir kimse olduğu için çok düşman kazanmış, birkaç defa müderrislikten atılmış, rütbesi düşürülmüş, nihayet zehirlenerek öldürülmüş.”
Bazı padişahları içki düşkünü gösteren köşe yazarları, iddialarını işte böyle birinin çalakalem yazdıklarına dayandırıyorlar.
çünkü onlar için önemli olan “gerçeğe ulaşmak” değil, ideolojik saplantılarına uygun malzemelerle kafaları karıştırmak, gençliği Osmanlı asırlarından soğutmak, tarihin örnek insanlarını kirletip yetişme çağını süren çocuklarımızı örneksizliğe mahkûm etmektir.
Bir başka deyişle, birileri tarihin kuyusuna durmadan taş atıyor. Okuyucularım da benden, o taşları kuyudan çıkarmamı bekliyorlar…
Kaç gündür, “Neredesin ey Tarihi Sevdiren Adam, cevap versene!” yollu mesajlar alıyorum.
Buradayım dostlarım, ama zırva cevaba değmez ve de zırva tevil götürmez!
Bu mantıkla, öteden beri ecdat düşmanlığı tescilli çevrelerden gelen iftiralara çoğunlukla sessiz kalırım. “Onlar böyledir” diyerek susarım. Ne var ki, bu kez taarruz cephesine, farklı kulvarlardan aynı kıbleye yürüdüğümüz bir gazetenin köşe yazarı dostum da katıldı. İftiracı taifesine destek verir mahiyette, Yıldırım Bayezid, II. Selim, IV. Murad gibi padişahların şarap içtiğini yazdı. İşte o zaman bardak taştı: “Sen de mi Brütüs!” diye sormak zorunda kaldım.
Fatih’i tenzih ederken, Sultan II. Bayezid’e (ki lâkabı Veli Bayezit’dir) içki içirenler, koca Fatih’i ne hale getirdiklerini hiç mi fark etmiyorlar?
Evlâdını işgal edeceği makama uygun şekilde yetiştirememiş sorumsuz bir baba!
Bu yüzden bilinmelidir ki, bu tür yaklaşımlar ve ifadeler, hanedan içinde en dokunulamaz isimleri bile kirletir.
Sultan II. Abdülhamid’in şu sözü meşhurdur: “Dine en ilgisiz gözüken biraderim Sultan Reşat bile Kur’an-ı Kerim’e sarılarak can verdi.”
Bu hanedan işte böyle bir hanedandı.
Elbette padişahların hataları ve günahları da olmuştur. Ve her fani elbette kendinden sorumludur. Ancak söz konusu koskoca “hanedan” olursa, her mensubuna dikkatle yaklaşılmalı, zaten onlarca yıldır korkunç iftira ve saldırılara maruz kaldıkları unutulmamalıdır.
Ayrıca bu kapı bir kez açıldı mı, zaten yol gözleyen çevrelere gün doğar. “Kenarına bak, bezini al” türünden tekerlemelerle iftirayı “itiraf” kalıbına sokup, “İşte halife-padişahların içki içtiğini dindarlar da kabul ediyor” diye, içkiye fetva çıkarırlar.
En azından kafalar karışır, zihinler bulanır. Durup dururken buna ne gerek var?
Yarın “İçki ve padişah” konusunu somutlaştıralım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.