Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Bir Devrin Şairi Abdurrahim Karakoç

Bir Devrin Şairi Abdurrahim Karakoç

Şiirleriyle millî, yani İslâmî dâvası olan her hareket ve grubun yiğit sesiydi Abdurrahim Karakoç. Sülâlace şair olan Karakoç’un ilk şiirleri çocuk yaşta iken Elbistan Engizek Gazetesi’nde yayınlanır. İlkokuldan sonra okumak imkânı bulamadığı için askerlik çağına kadar marangozlukla iştigal eder ve askerden gelince memleketi Kahramanmaraş’ın Celâ (Ekinözü) ilçesi Belediyesi’nde muhasebe memurluğu yapar. Emekli olduğu l982 yılından sonra Ankara’ya yerleşir. Güçlü şiir damarının yanında günlük gazetelerde, millete düşman aydın ve idarecileri hicveden ivazsız yazılar yazar. Şiirleri gibi yazılarında da memleket meselelerinin kanayan yaralarına dokunduğu için sık sık mahkemeye çıkarılır. Fakat o bir şair olmanın yanında bir dâva adamı olarak tavizsiz yazılarına devam eder.

ŞİİRLERİ MİLLİYETÇİ VE İSLÂMCI KİTLELERİN DİLİNDE MARŞ GİBİ OKUNURDU

Abdurrahim Karakoç, 1960’lı yıllardan itibaren Anadolu’da üç kuşağa tesir edecek şiirlerini yayınlamaya başladığında Türkiye, 27 Mayıs Darbesi’nin millet düşmanı laikçi rejimi altında esirdi. Bürokratik devletin zulümlerini, sosyal dertleri ve millî meseleleri dile getiren şiirleriyle, darbecilerin baskıları altında ezilen milliyetçi ve dindar Anadolu insanının sesi olur. 1967’de İttihad Gazetesi’nde yayınlanan şiirleri 1973 yılına kadar İslâmcı ve milliyetçi kitlelerin dilinde âdeta bir marş heyecanıyla söylenir.

Meşreb olarak hem derviş, hem alperen olan Karakoç, yozlaşmayı hiciv tarzıyla işleyen
şiirlerinin yanında dâva ve sosyal şiirleriyle 1965 yılından itibaren çeyrek asırlık bir dönemde kendi şiir sahasında sembolleşmiştir. Şairliğiyle fikir adamlığını birleştirerek İslâm’ın içinde erimiş Hak yolda olan milliyetçi düşünceyi yiğitçe bir eda ile şiirleriyle temsil ettiğini bu satırların sahibi dahil, önceki iki kuşak onu bu vasıflarıyla bilirler.

“KÖR DÜNYANIN GÖBEĞİNE / HAK YOL İSLÂM YAZACAĞIZ”

O yılların “sağcı ve mukaddesatçı” veya “milliyetçi ve İslâmcı” diye adlandırılan siyasî ve fikrî grupların dilinde şiirleri ortak bir marş mesabesindeydi. “Kör dünyanın göbeğine / Hak yol İslâm yazacağız / Kuşların gözbebeğine / Hak yol İslâm yazacağız” ve “İslâm miraçtır, ülkü sancaktır” mısralarının yer aldığı şiirleri devrin İslâmcı ve ülkücü câmiasında yüz binlerce insan tarafından yürekten fışkıran bir dille söylediğini unutmak mümkün değil. Entel takılan sözde edebî otoriteler ve münekkitler o devirde Karakoç’un milletçe okunan bu tarz dâva ve sosyal şiirlerine güya “sanatlı şiir değil, siyasî bir söylem” diyorlardı. Bir devirdeki tesiri bakımından bakıldığında toplumun büyük bir kesimince kalben ve fikren kabul görmüş bu şiirleri kasıtlı olarak görmezlikten gelenler milletle bütünleşemeyen ağyar aydınlardı.

“İSYANLI SÜKÛT”: BÜROKRATİK ZULMÜ MANZUMLAŞTIRAN ŞİİR

Abdurrahim Karakoç, şiirlerinde köylüydü, kasabalıydı, şehirli milliyetçi ve İslâmcı münevverdi, yani cümle milletti, milletine aidiyet hissetmeyen grupların ve entel aydınların şairi değildi.

“İsyanlı Sükût” şiiri, bu ülkede köylüden şehirliye, İslâmcısından milliyetçisine, Alevî ve Kürt kardeşlerimizden sosyalistine, çayhânecisinden meyhânede kafa çeken” yerli berduşuna kadar ezbere ve yürekten okunurdu.

“Gitmişti makama arz-ı hal için / ‘Bey’ dedi, utkundu, eğdi başını / Bir azar yedi ki oldu o biçim / ‘Şey’ dedi, yutkundu eğdi başını / Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı / Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı / Bir baktı konağa alttan yukarı / ‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.”

Bu şiir tek başına, Türkiye’deki bürokratik zulmü, yöneticilerin tepeden bakışını ve menfaatsiz iş yapmayan bürokrasinin Anadolu insanına yaptığı eziyetleri anlatmaktadır. Bu şiirin hakkını ve Anadolu’daki tesirini o devri idrak edenler verebilir ancak.

GÜNÜMÜZ HECE VEZNİNİN EN USTA ŞAİRİ

Tarihte Anadolu şiirinin ustalarını sayarken Karacaoğlan, Emrah, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Aşık Veysel ve benzeri çizgiyi sayıp günümüze geldiğimizde bu tarzın sazsız şairi olarak modern zamanların içtimaî meselelerine, problemlerine, gurbet, sevda ve aşk temaları üstüne hecenin ve kafiyenin en çaplı ustalığıyla şiirler yazan şair Abdurrahim Karakoç’tur. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Serbest ve kapalı sanat şiirinin dışında geleneğe bağlı Türk şiirinin en usta şairidir.

Onun şiir gücünü anlamak için mısraın unsurları olan ahenk, aliterasyon, musiki ve güçlü kafiyenin şiirde nasıl meczedildiğini bilmek gerek. Bütün şiirlerinde yerli fikrin yanında, şiirde musikinin unsurları olan aliterasyon, asonans (şiir içinde aynı seslilerin tekrarına dayanan ses oyunu), güçlü kafiye ve rediflerden mürekkep mısralarıyla yüksek bir ahenk oluşturur. Şiirlerinde vuzuh, açıklık, sarahat esastır. Gelenekli hece şiirini aşan, bol mecaz, mazmun, cinas ve edebî sanatlar şiirlerinde çokça yer alır.

Şiirlerini dinî-hamasî şiirler; aşk ve gurbet tabiat şiirleri, sosyal ve hiciv şiirleri başlığında üç kategoriye ayırabiliriz. Hicivlerinde hükümetler, yöneticiler, bürokrasi ve aydınların vatandaşa ettiği zulümleri, tepeden bakmaları keskin bir şekilde yer alır. Şiirinde yapmacık ve dışarıdan biri değildir. Köylünün ve kasabalının içinde kendisi de vardır. Heybetli bir dille meydan okuyan bir üslûbu vardır. Prof. Dr. S. Kemal Tural’ın ifadesiyle “Onun psikolojik yapısında Nef’î’ce bir erkek ses vardır.” Bu “erkek ses” milletin meselelerine, dertlerine ve dâvalarına tercüman olur.

“BU DÂVA DEDEMDEN KALDI HÂKİM BEĞ”

Yedi şiirden oluşan “Vatandaş Türküsü” başlı başına günümüz Türk hiciv şiirinin bir şaheseridir. “Hakim Beğ” şiiri bu halkanın başında yer alır:

“Gene tehir etme üç ay öteye / Bu dâva dedemden kaldı hakim beğ / Otuz yılda babam düştü peşine / Siz sağolun o da öldü hakim beğ.”

“Tohdur Beğ” şiiri de, yoksul ve gariban köylünün derdinin devası için binbir müşkülatla geldiği şehirde
doktorun karşısında hem maddî, hem de eziklik duygularını dile getirir: “Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç / Keyf için gelmedik bura tohdur beğ / Fukara harcından yaz da bir ilaç / Olsun derdimize çare tohdur beğ.”

Vatandaş Türküsü’nun halkaları uzun. Bu halkanın üçüncüsü olan “Mebus Beğ” şiirini okurken Tek Parti döneminden başlayıp yakın yıllara kadar sürüp gelen milletvekilliği müessesindeki çarpıklık bir bir gözümüzün önüne gelir: “Vallahi sıtkımı sıyırdım senden / Tiksintimi naz belleme mebus beğ / Yoksulluktan yanan kara bağrımı / Isınacak köz belleme mebus beğ.”

KÖYLÜ, ŞEHİRLİ ESNAF VE MÜTEDEYYİN İNSANLAR BİRKAÇ ŞİİRİNİ EZBERE OKURLARDI

Her devrin kendi şartlarında fonksiyonel olan şair ve sanat erbabının hakkını dönemindeki tesir ve yankılarıyla değerlendirmek gerek. Bu satırların sahibinin babası ve dedesinin kuşakları, alt ve orta sınıf köylü, şehirli esnaf ve sosyal gruplar 1960’lı yılların ortasından bu yana Abdurrahim Karakoç ismine âşina olduğu gibi en az birkaç şiirini ezbere okurlardı. O yıllarda Anadolu’yu ölçü aldığımızda toplumuyla bu kadar bütünleşen ve tesir bırakan bir şairin sayısı kanaatimce bir elin parmaklarının sayısını geçmez.

Kendi devirlerinde toplumla bütünleşen ve toplumun hafızasında millî bir vicdan olarak yer eden şairlerdendir Abdurrahim Karakoç. 1970’li yılların “sağ-sol” kavgası ortamında en fanatik solcuların onun birçok şiirini vecd ve heyecan içerisinde ezbere okuduklarına âcizane şahitliğim çoktur. Farklı grupların onun şiirlerinde ortak dertlerini ve ezilmişliklerini bulduklarına dair yüzlerce anekdot aktarmak mümkün. İdeolojik bölünmelere rağmen insanımız onun şiirlerinde kendi özünden bir ses, bir haykırış, bir itiraz damarı buluyordu.

BU ÜLKENİN EHL-İ KÂMİLİNDEN SARHOŞUNA KADAR HERKES “MİHRİBAN” I BİLİR

“…Yâr, deyince kalem elden düşüyor / Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor / Lâmbamda titreyen alev üşüyor / Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban” mısralarının yer aldığı altı dörtlükten oluşan “Mihriban” şiirini bu ülkede sağcı-solcu, dahası hiçbir fikrî ve siyasî rengi olmayan lümpen ve yerli sarhoşlar dahi âdeta huşû ile ezbere okuyup kendinden geçerlerdi.

Bununla kalmayıp, “Sen Varsın” şiirinin ilk dörtlüğü olan “Gönül tezgâhımda şiir dokudum / İplik iplik nakışında sen varsın / Aşk yolunun kanunu okudum / Madde madde yokuşunda sen varsın” mısralarını en kâmil insandan berduş gençlere kadar vecdle okunduğunu 70’li yılların nesli gayet iyi bilir.

“Nöbetçinin Vukuatı”şiirinin ilk dörtlüğü, sayısı milyonları geçen iki kuşak ve onlarca tertip asker tarafından askerlik hatıra defterlerine aynen yazılıp sıla hasretlerine niyet olarak okunmuş, askerî kışlaların duvarlarına yazılmış ve hattâ intihal yapılarak taklit edilmiştir: “Yüzbaşım, garajda nöbet tutarken / Hatırıma sıla düştü bu gece / Güngören’in horozları öterken / Gönül kalktı yola düştü bu gece...”

Karakoç’un gelenekli şiirinin dayandığı temaların siklet merkezi olan vatandaşın derdini en iyi şair bilir ve vatandaş adına yöneticilere seslenir: “Evimizde pencere yok, ışık yok / Çocuk doğar, beleyecek beşik yok / Pilava yağ, tarhanaya kaşık yok / Öte yandan çoluk çocuk dokuz baş.”

“EZANLAR BUZ TUTMUŞ MİNARELERDE”

Şu şiirindeki zengin çağrışım ve fikirler hangi modern şiirde bulunur dersiniz?: “Ezanlar buz tutmuş minarelerde / Yaylalarımız dermiş ki: Töremiz nerde? / Yolların hasretle bittiği yerde / Her dağ yamacında bir mezar üşür.”

Medeniyet coğrafyamızdaki milletdaşların istiklâl mücadelesini çarpıcı ve beyinleri kıvrandırıcı şu mısralarla dile getirir: “Yürü: duvar beton, otur yer beton / Tavana bakarsın ‘bakma’ der beton / -Yağmur kokan toprakların nerede? / Ne çiçekler açar, ne kuşlar öter / Yoların on adım ötede biter / -Serbest gezen ayakların nerede?”

Böylesine arı duru bir dille ve “darası alınmış kelimelerle” bir mevzu bundan daha şiiriyetli nasıl anlatılabilir? Gurbet acısı çekenler, manevî gurbeti yaşayanlar onun mısralarında duygularını bulurlar: “Hava gurbet, toprak gurbet, su gurbet / Alev alev sardı beni bu gurbet.”

Hakk’a uçan, dünya gurbetinden kurtulup asıl vatanına giden Abdurrahim ağabeye Allah’tan rahmet dilerim.

NOT: Salı gününe; “Hasan’a Mektuplar ve Vatandaş Türküsü’den Suları Islatamadım” a başlıklı yazımızla
Karakoç ağabeyin yürekli şiirlerinin etrafında tâlim etmeye devam edeceğiz.

-----------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Savaş Kıyak hoca; din ü millete aidiyeti derin, ziyadesiyle nüktedan ve zarfçı bir güzel insan. Fikir ve Gönül Dükkân’ı ehlinin Kulağı Kutlu Câmii buluşmalarının ileri geleni. Bir Hocam, onun hakkında tasavvufâne bir dille “müthiş bir dolandırıcı” diyor. Dostlarını cuma günü câmi çıkışından sonra önüne düşürür, şehrin dahilindeki âşina ve ârif ahbapların işyerlerini yaya olarak ziyaret ettirir. Bu arada dünyalık işlerden olan banka, maliye ve eczane gibi işlerini de yanındakilerle birlikte aradan çıkarır. Tabiî ki yanında gezdirdiği dostların ikindi sonrasına dek ayaklarına karasular iner, “ana hâliyle” kalırlar. Dünyaya meyli olmayan bu derviş meşrep insanın “dolandırıcılığı” meğerse buymuş. Onun bu “dolandırıcılığından” dolayı fakîr, Kulağı Kutlu Câmii’ne gitmeye korkar olmuştur. Sağlık sebebiyle bildirdiğim âli mazeretimi dahi en âla bir nükteye dönüştürüp, eşe dosta “cumaları evde kıldığımı” söylemeye başlamış. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi