Devrim ve Stockholm sendromu
Mısır gibi ülkelerde devrim çizgisinden gelen ve zamanla devrime yabancılaşanlar veya sapanlar Stockholm sendromu yaşıyorlar. Bunlar devr-i sabıka yani korsanlarına veya soykırımcılarına âşık olan talihsizler.
Cüzi doğrulardan yola çıkarak külli doğruları örtüyorlar veya çiğniyorlar. Ya da cüzi iç ihtilafları nedeniyle enaniyet ve bencillik göstererek içinden çıktıkları yapılara muhalefet etmek pahasına milletin başında boza pişiren yapılara arka ve sahip çıkıyorlar. Bunların en belirginlerinden birisi Mısırlı davetçi Amr Halittir. Uydu vaizlerinden (vuaz el fedaiyat) birisi olan Amr Halit, Mısır ve Arap gençliği üzerinde müessirdi. Yumuşak üslubuyla birlikte kitleleri teshir ediyor ve etkiliyordu. Mübarekin gelinlerinin bile ondan etkilendiği söyleniyordu. Sonra ne olduysa tutarsız tavırlar sergilemeye başladı. Hem de ne tutarsız!
Uydu vaizliğinden (Vuazul fedaiyat veya vuazul ahali) veya populist vaizlikten tekrar saltanat vaizliğine döndü. Adamın hevesi ilminden ileridir. Zamanla Stockholm sendromuna yakalandığı aşikâr. Mübarek ülkeye girişini yasaklamıştı ve o da İngilterede bir nevi sürgün hali ve hayatı yaşadı. Yıllarca. Yasak belki de şöhretini daha da artırmış olmalı. Bu açıdan bu yasaklamadan kim daha kazançlı çıktı, pek de belli değil. Belki de bu açıdan Amr Halit, hasmı Mübareke gizli bir şükran duygusuyla bağlı olduğu varsayılabilir. Bu ifademiz kimilerine mübalağa gelebilir. Lakin Amr Halitin kuralı veya prensibi değil, sadece çıkarları var. Neden? Çok basit. Mübarek rejimi tarafından yasaklanırken ve kovuşturulurken Mübarekin Yemen versiyonu olan Ali Abdullah Salih ve Kongre Partisi, Amr Haliti kiralayarak parti kampanyalarına veya festivallerine çağırıyor ve Amr Halit de bu çağrıları karşılıksız bırakmıyor, adeta ses sanatçıları gibi orada referans ve icra-yı sanat ediyordu. Kongre Partisi de onun üzerinden meşruiyet devşiriyordu. Buti gibi. Demek ki, Mübarekin tavrı tek yanlı bir tavır. Amr Halitin ona karşı asla olumsuz bir tavrı söz konusu değil. Ne hak ne de batıl adına!
¥
Bu gibi zevatın hakkı, hak için değil nefisleri ve zatları için sevdikleri söylenebilir. Bunlar süreçte dökülenlerdir. Devrim sürecinde cumhurbaşkanı olmak isteyen Amr Halit, devrim sonrası kalıntılara ve Mübarek rejiminin ortağı Ortodoks Kilisesine kur yapmaya başladı. İslâm davetçisi mi, Ortodoks davetçisi mi olduğu anlaşılmaz hale geldi! Atideki Mısır Partisinin kurucularından olan Amr Halit, Mısırda Muhammed Mürsi ile eski rejimin muhafızlarından olan Ahmet Şefik arasında cereyan eden ikinci tur seçimlerde taraflardan birisini desteklemediğini, zira bunun hak-batıl mücadelesi olmadığını ve dolayısıyla olayı kabından çıkarmamak gerektiğini savunmaktadır. Adam şahsi ikbali için bütün değerleri çiğniyor ve ayakları altına alıyor. Acili ecile yani geçici olanı kalıcı olana tercih ediyor. Bir de kendisini kurtarıcı olarak takdim ediyor ve Atideki Mısır Partisini kurarak insanların şaşkınlıklarına son vermek istediğini söylüyor. Kimse ayranım ekşi demez. Amr Halit de öyle. Amr Halitin sıcak baktığı, ama desteğini ilan etmediği Ahmet Şefik, Kilise tarafından şanımızı geri getirecek adam diye tebcil ediyor ve kutsanıyor. Ahmet Şefik, okul kitaplarında Kuran âyetleri olacaksa mutlaka İncilden de pasajlar olması gerektiğini savunmuştur. İslâm hukukunu tatbik etmeyeceğini de alenen duyurmuştur. Zira adam, İncil ile Kuran-ı Kerimin eşit olduğunu söylüyor. Halbuki, İncilin orijinali bulunmuyor, dolayısıyla Allah katından değil kul katından. Allah katından olanla beşer eli değmiş olan nasıl bir olabilir?
¥
Amr Halit pek şaşırtmadı, zira perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Ezher şehidi olan ve Baltacılar tarafından şehit edilen İmad İffetin cenazesinde ağlayan ve gözyaşı döken Mısır Müftüsü Ali Cuma bizi ikinci defa şaşırttı. Ezherin devrim şehidi olan İmad İffet, aynı zamanda Ali Cumanın talebelerinden birisiydi. Birinci şaşırtması, Kudüsü ziyaret etmesiydi, bunu farklı şekillerde tevil etti. İkincisi, ikinci turda Ezher öğrencilerinden tarafsız kalmasını istemiştir. Bu, Ahmet Şefik lehinde bir tarafsızlıktır. Daha çirkin bir laf ederek; Ahmet Şefikin Allaha Muhammed Mürsiden daha yakın olduğunu ileri sürmüştür. Bu manevi bir haldir, Allahtan başka kimse buna muttali olamaz. Allah adına laf etmek ve işine karışmak da Mısır Müftüsü de olsa kimsenin haddi değildir. Kim dinler Yalova kaymakamını! Kullar ise zahire bakarak karar verirler. Bu konuda Müftü yanılmıştır; sadece yanılmamış, ayrıca yanıltmıştır. Yanılan ve yanıltan (dallu adallu) durumuna düşmüştür. Karadavi ise, gençleri hakla beraber olmaya çağırmıştır. Son sıralarda İhvandan kopanlar diye bir grup türemiştir ve bunlar, kalıntıların saldırılarına öncülük ediyorlar. Adeta Mübarek rejiminin akıncıları. Ya da yanlışlarına odaklanarak eski cemaatlarinden intikam alıyorlar. Muhammed Habib, Kemal Helbavi, Servet Herbavi gibiler kişisel dürtüleriyle hareket ediyorlar, Mısırın ve halkının selâmetini dikkate almıyorlar. İhvandan kopanları iki kümede mütalaa etmek mümkündür. Hasan Bakuri gibi rejime yamananlar ve şahsi hesapları peşinde koşanlar. Lübnandan merhum Fethi Yeken ve Mısırdan anılan isimler bunlar arasındadır. Bir de gerçekten de İhvanla ters düşmüş, yollarını ayırmış, ama hakkaniyeti de elden bırakmayan isimler var. Bunlar Muhammed Gazali ve son dönemde ise Heysem Ebu Halil gibi isimlerdir. İhvan çatısı, elbette İslam çatısı kadar geniş değildir; ayrılanlar ve dökülenler olabilir. Bu tabii bir gelişmedir. Lakin bazıları İhvan çadırını terk etseler de kardeşlik hukukunun gereklerini terk etmemişlerdir. Elbette Muhammed Mürsi veya İhvan masum değil, lakin eski rejimin kalıntılarıyla da kıyas edilemez. İhvanın cüzi hatalarına mukabil karşı tarafın külli hatalarını makbul görmek ya hevaya ya da kriterlerdeki bulanıklığa işaret eder.
Denildiği gibi:
Leyse yesihhu fil ezhani şeyun iza ahtacen neharu ile delilin...
Gündüz delile ihtiyaç duysa; insanlar nezdinde sabit ve doğru bir şey kalmazdı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.