Fethullah Hoca ve tecdid denemesi
Bugün gazetesinde Adem Yavuz Aslanla Ahmet Taşgetirenin Fethullah Hoca ile ilgili intibalarını okuyorum: Bu intibalardan ulaştığım sonuç, ilgili gazetecilerin, Hocaefendi ile yaptıkları sohbet sırasında herhangi bir soru sormamaları!..
İkindi sonrasında küçük bir cemaate Hocaefendi sohbet ediyor, onlar da öyle dinliyorlar!..
Fakat bu sohbetin enteresan tarafı, tam o sırada Başbakan Tayyip Erdoğanın Hocaefendiyi Türkiyeye davet ettiği konuşmasını yapıyor olmasıdır.
Hocaefendinin Türkiyeye dönmeme kararını ve ileri sürdüğü gerekçeleri hemen bütün gazeteler yayınladı, onları oradan okumuş olmalısınızdır. Onun için tekrara gerek duymuyorum. Fakat bu gerekçeler ne kadar geçerlidir? Bu gerekçelere kuşkusuz saygı duyulmalıdır. Fakat mutlaka iştirak de şart değildir. Nitekim Fethullah Hoca, Türkiyede hâlâ daha rövanşist duygular taşıyan sınıflar bulunduğuna işaret ediyor. İşte kendisinin yurda dönmesi halinde, hizmetin bundan zarar görebileceği endişesidir.
Bundan ayrı olarak yurda dönüşü için, böyle bir ihtimalin yüzde bir bile olsa mevcut olduğunu varsayıyor ve bunu bir engel olarak ileri sürüyor. Dolayısıyla bu yüzde birlik ihtimal ne zaman zâil olur? Onu ne Fethullah Hoca söylüyor, ne gazeteciler soruyor ne de okuduklarımızdan biz bir sonuç çıkarabiliyoruz.
Bu düşüncelerini şahsı adına bir endişe ile değil de, hareketin selâmeti gerekçesine dayandırarak ifade ettiğine göre, biz de o zaman ister istemez düşünmek durumunda kalıyoruz: Anayasa değişikliği yapıldıktan sonra mı? Yeni cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra mı? Yoksa hareketin bundan öte bazı beklentileri daha vardır da ondan sonra mı?
Fakat bütün bu sebeplerin, gene de çok dünyevî kaçtığını niçin ifade etmeyelim? Çünkü dünya hayatı bakımından ne şahsî ömürlerimizin, ne cemaat/hükümet/iktidar gibi dinî/beşerî kurumların yüzde yüzlük bir garantisi söz konusudur. Ömürlerin de, iktidarların da, hatta nice dinî-toplumsal yapıların da birer kaderi vardır, hepsi de ona tâbidirler. İkincisi de, hiçbir fikrin ve iktidarın muhalefeti, sıfıra müncer olmaz ki? Bunun aksini düşünmek, muhalefetsiz bir yeryüzü cenneti arzusudur ki, o da asla mümkün olamaz. Dolayısıyla aynen insan için geçerli olduğu gibi; dinî ve toplumsal yapıların da aczlerini idrak ile, Allaha sığınmaları ve bulundukları konum dolayısıyla asla mağrur olmamaları gerekir.
Fakat burada benim asıl işaret etmek istediğim, dinî ve tasavvufî hareketlerin çıkış noktaları ile, ulaştıkları son nokta arasındaki mahiyet farklılaşması olacaktır.
Bildiğiniz gibi Fethullah Hoca hareketi 1960 sonrasında, Türkiye Nurculuğunun aşırı siyasallaşmasına itiraz olarak doğmuş ve bu akımlardan kendini ayrıştırmak lüzumunu duymuştu. Bu yüzdendir ki hareket kendini hizmet olarak takdim eder, siyasete de fazlaca prim vermezdi. Seçimden seçime destekleri farklılaşsa bile, bunu siyasal bir dile dönüştürmezlerdi. Dahası hareket kendini okul, dersane ve sağlık hizmeti gibi çalışmaları ile takdim etmek isterdi.
İşte Fethullah Hoca hareketi bu yönüyle kendini, Türkiyedeki diğer dinî ve ideolojik hareketlerden büsbütün ayrıştırmış gözükürdü. Nedir bu fark derseniz, şifâhî tebliğle yetinmemek denilebilir buna!.. Hatta kamuoyuna dönük olarak şifâhî tebliği büsbütün askıya almak, onun yerine toplumsal hizmet mânâsında bir başarıyı, hizmeti öne çıkarmak gibi!.. Başarılı, ahlâklı öğrenciler yetiştirmek, olimpiyat kazanımları gibi!.. Sonra bunlara biliyorsunuz, yurtdışı okulları ve Türkçe öğretimleri eklendi.
İşte Fethullah Hoca hareketinde şifâhî/dinî tebliğin yerini, topluma veya insana dönük hizmetin almasıdır ki, buna Fethullah Hocanın tecdidi demek en doğrusudur. Bu buluş, Türkiyede dinî hareketlerin çiğneye çiğneye sakıza çevirdikleri özsüz konuşmaları büsbütün eskitmiş, eylem ve hizmetle birleşmeyen şifâhî konuşmanın artık fazla bir anlam taşımadığını ortaya koymuştur. Kuşkusuz Fethullah Hoca içtihadının ikinci bir boyutu daha vardır: O da redci söylemlere itibar etmemesi, o noktada da gene hizmeti öne çıkarmaktan geri kalmamasıdır.
Dolayısıyla Fethullah Hoca hareketini hurûfu aslîsine indirgemek gerekirse, orda ilk dikkatimizi çeken gayrı siyasal kalmak, herhangi bir siyasete angaje çalışmamak, dahası meslek olarak da siyaseti seçmemek başta gelir. Hareketin ikinci özelliği ise dışa dönük şifâhî tebliğ yerine; işi, hizmeti, eylemi, toplumsal faydayı öne çıkarmasıdır.
Nitekim hareketin ulaştığı sonuçlar da bunu ortaya koymuyor mu? Bilhassa çok partili dönemde Türkiyede söz/şifâhi tebliğ iyice çürümüş, tesirini yitirmiş, alelâde bir siyaset gibi muamele görmüştür. Dolayısıyla sözün/tebliğin bayağı çürüdüğü dönemlerde bu hizmet, sözlü tebliğden ziyade tesir hasıl etmiş, toplumun da lâftan ziyade işe ve hizmete ihtiyaç duyduğu alabildiğine kanıtlanmıştır.
Fakat geldiğimiz noktada Fethullah Hoca hareketinin; hizmetler devam ederken, hizmetten ziyade politik bir dile doğru hızla evrildiğine şahit olmaktayız. Dolayısıyla hareketin bu yanını ayrıca yazmak gerekebilecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.