Yine... Yine... Yine...
Yine anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin, nişanlıların, yavukluların, yüreğine kor düştü: Çünkü dağlarda yine çocuklarımız öldü...
Yıllardır böyle oluyor, çocuklarımız böyle ölüyor! Terör başladığından beri kırk bin insanımızı kaybettik. Kaç Cumhurbaşkanı, kaç başbakan, kaç bakan geldi geçti. Kaç bitti bitiyor nutku dinledik. Kaç eve ateş düştü. Kaç ana yüreği yandı. Kaç baba gözyaşlarını içine akıta akıta kameralara vatan sağ olsun dedi.
Olsun elbet! Varlığım Türk varlığına armağan olsun andını içe içe büyüdük ne de olsa. Olsun ama, çocuklarımızla birlikte. Ölerek yaşatamazsınız. Şeyh Edebalinin, İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın sözünü hatırlayan var mı sahi? Vatanımızda kardeşçe yaşamanın bir yolu yok mu? Varsa kırk yıldır neden bulunamıyor? Sonuçta olan gencecik çocuklarımıza oluyor: Çocuklarımız ölüyor!
Cumhurbaşkanı yine başsağlığı mesajı yayınlayıp, Türkiye güçlüdür, terörle mücadelesini aralıksız sürdürüp üstesinden gelecektir diyor, artık kanıksadığımız bir mesajla yüreklerimizi serinletmeye çalışıyor...
Başbakan, yine başsağlığı diliyor, sabır diliyor, terörle mücadelenin her seviyede kararlı ve kesintisiz biçimde devam edeceği, er ya da geç kazanılacağı mesajını veriyor...
Terörden sorumlu Başbakan Yardımcısı Atalay, yine konuşuyor, yine bir şeyler söylüyor, ama ne dediği yine anlaşılmıyor... İçişleri Bakanı Şahin, yine Şehit kanları yerde kalmayacak türünden, duya duya gına getirdiğimiz klâsik beyanatlarından birini daha veriyor, hiç birimizi teselli etmiyor...
İkisi birlikte gazileri ziyaret için yine hastanelere koşuyorlar, kimi kolunu, kimi gözünü, kimi bacağını kaybetmiş gencecik çocuklarımızın yanaklarını okşuyorlar, kahraman filan diyorlar, ne var ki, yanak okşamayla kaybedilen uzuvlar yerine gelmiyor...
Genelkurmay Başkanı yine olay mahalline gidiyor, incelemelerde bulunuyor, Uluderedeki kaçakçı kafilesini fark edip her ihtimale karşı vururken, 2007deki benzer baskında tam 12 şehit veren Dağlıca Karakoluna yaklaşan terörist grubu fark etmeyen körlüğü anlamaya çalışıyor...
Uzmanlar yine televizyon televizyon dolaşıp zamanlamaya dikkat çekiyorlar:
Tam da teröre çözüm aranırken...
Tam da CHP çözüm üretmeye başlamışken...
Tam da Başbakan Obama ile görüşmeye gitmişken...
Tam da silah bırakma konusu tartışılırken...
Tam da çözüme yaklaşılmışken... diye ahkâm kesiyorlar.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yine Başbakana verip veriştiriyor, Sorunu biz çözeceğiz türünden sözler sarf ediyor...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli her zamanki gibi yine öfkeleniyor, yine kürsüleri yumrukluyor, bağırıp çağırıyor, çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatıp hükümeti suçluyor, kan edebiyatıyla taraftarlarını yine fethediyor, teröre ilişkin tüm görüşmelere kapılarının kapalı olduğunu ve asla açılmayacağını bir kez daha vurguluyor...
BDP sözcüleri yine barış diyor, kardeşlik diyor, operasyonların âcilen durdurulmasını istiyor, ama Dağlıcada sekiz evlâdımızı şehit eden canilerin kınanmasına ilişkin tek kelime etmiyor...
Yine birileri Onlardan da yirmisini öldürdük diye böbürleniyor, yine intikam hissi yüreklerimizi sarıyor, hepimizi kontrolüne alıyor... Kimse ölenin o değil, biz olduğumuzu anlamak istemiyor.
Yine yürekli bir anne, bir baba çıkıyor, acısını yutkuna yutkuna kameralara, Vatan sağolsun diyor, hepimizi gözyaşlarına boğuyor...
Ne olduğunu anlamakta zorlanan mini mini çocuklarımız yine babalarının tabutunu öpüyor, tabutun arkasından yine minnacık eller sallanıyor, biraz aklı erenler annelerine sarılıp Babamız niye öldü? diye soruyor yine, televizyonlar veda anını dakikalarca ekranda tutup duygu istismarında yine yarışıyorlar...
Ama bunların hiç biri sorunu çözmüyor, hiç biri derde deva olmuyor. Ateş düşen yürekleri soğutmuyor. Kısacası böyle olmuyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.