Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Nasreddin Hoca gibi, hayatınıza maya çalın!

Nasreddin Hoca gibi, hayatınıza maya çalın!

Hayatın dayatmaları yüzünden, hayatınızda değişiklik yapacak takati kendinizde bulamazsınız.
Yeni başlangıçlar için geç kaldığınızı düşünür, isteksiz davranırsınız.
Oysa Nasreddin Hoca, Akşehir Gölü’ne maya çalmak gibi, en akıl almaz denemesini yaparken, 60'ın üzerindeydi. “Ya tutarsa!” dedi ve gölü mayaladı.
Tutmadı, ama ya tutsaydı?
Diyeceğim şu: Hayatı fark ederek yaşamak için, hayatınızda değişiklikler yapmaktan korkmayın!

Dünkü yazımızı, “Bir maya çalın yüreğinize: Belki sizinki tutar” diyerek noktalamıştık...
Tutar mı, tutmaz mı bilemeyiz, ama yeni başlangıçlar yapmanın hayattan lezzet almak için son derece önemli olduğunu, insan yüreğini tazeleyip güçlendirdiğini hepimiz biliriz.
çünkü her yeni başlangıç, “ya bu defa tutarsa” umudunu besler.
Her yaşta hayatın her ayrıntısını fark edebilecek, yeniden yaşayabilecek, hayatı tekrar tekrar deneyebilecek gücü bulmak, şükür içinde yaşamak anlamındadır aslında.
Hayatta var olan güzellikleri fark etmek, şükrü davet eder.
Yaratılandan Yaradan’a ulaştırır.

Büyük başarılar küçük adımların eseridir.
“Olmazmış” gibi gözüken yeni başlangıçlar ve deneyler, hayatı fark etmemizi sağlar.
Göle maya çalmanın bendeki yankısı budur.
Nasreddin Hoca’nın hamlesi tutmamıştır, ama mesela Edison’un hamlesi tutmuştur.
Edison, ampulü yakıncaya kadar, bir rivayete göre 20 bin deney yaptı.
Onun yaptığı da bir anlamda Hoca’mızın göle maya çalması gibiydi. Bıkmadan, usanmadan denedi... Ampul, bu deneylerden, bu yeniden başlangıçlardan birinin sonucu olarak yanıverdi.
Edison’unki de, bir başka anlamda “Ya tutarsa!” hesabıdır.
Siyasette, ticarette ve sosyal hayatta “Ya tutarsa!” demeyi unutmamak lâzım.

Mimar Koca Sinan, en muhteşem eseri Selimiye’yi 80 küsür yaşında yapmıştı.
Kuşkusuz işini çok seviyordu…
Hayatı çok seviyordu…
Ve adım gibi biliyorum ki; Selimiye’yi yaparken, yüreği müthiş eğleniyordu.
Bu yüzden hiç ihtiyarlamadı, hep gencecik kalmayı başardı...
Herkes zaman içinde yaşlanır…
Ama sadece yeni atılımlar, denemeler, taze başlangıçlar yapma gücünü yitirenler ihtiyarlar!

Şimdi dün bıraktığım yerden devam ediyorum…
Yan masada tamı tamına Türk standartlarına uygun orta yaşlı karı-koca hâlâ oturuyor..
Oturuşları geleneksel standartlara o kadar uygundur ki; boyunlarında sadece “TSE” (Türk Standartları Enstitüsü) damgası eksik.
Konuşsalar bile sonsuz suskun, bakışsalar sonsuz boşluk...
O yaşa gelene kadar yapılması gereken her şeyi yapmışlar, söylenmesi gereken her sözü söylemişler sanki...
Birbirleriyle konuşmaları gereken her şeyi konuşmuşlar da bitirmişler gibi.. Bitirmişler ve bitmişler galiba!
Oysa dünyada konuşulacak öyle çok şey var ki; seven çiftler açısından söz hiçbir zaman bitmez, konuların köküne asla kıran girmez.
Sormak isterdim, “Yüreğinizden ne haber? Birbirinizi hâlâ da sevdiğinizden emin misiniz?” diye…
Sanırım değiller.
Aşk önce alışkanlığa dönüşür, sonra da bitermiş…
Bunlarınki çoktan bitmiş, ama el aleme karşı “devam ediyormuş gibi” yapıyorlar.
Birbirlerini hâlâ sevseydiler, gülümsemeyi unuturlar mıydı?..
Konuşmayı unuturlar mıydı?..
Eğlenmeyi unuturlar mıydı?..
Tek soru: Yaşamayı unuturlar mıydı?
Şimdiki halde bir aradayken bile yalnızlar.

Suskun çiftleri gördükçe, “Konu çok, hadi konuşsanıza!” diye bağırmak istiyorum.
Bağırmak istiyorum, çünkü biliyorum ki; evliliğin gerçekten bitmesi (kâğıt üzerinde devam etse de) konuşacak konuların bitmesi anlamına geliyor.
Zira, öz bitmeden, söz bitmez!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi