Bu kıyasıya mücadele, kurumlar arası çatışmaya da varır mı?
Anayasa Mahk. Başk. Vekili Osman Paksüt, anlaşılan söz ve davranışlarıyla kamuoyunda tartışılmaktan, ilgi odağı olmaktan ve hattâ derin sarsıntı ve çalkantılar meydana getirmekten zevk alan birisi..
Hele de, Anayasa Mahk. üyesi olarak, AK Parti’nin kapatılması davasında etkili bir duruma gelmesinden sonra, iktidar gücüne temas etmenin dayanılmaz hafifliğiyle hareket etmekte, kimse kendisiyle yarışamayacak gibi.. önce, kendisinin takib edildiği, dinlenildiği iddialarıyla ortalığı velveleye verdi.. Sonra, -kapatılması için dâva açılan- iktidar partisine en aykırı isimlerle‚ bilmem ne kulübünde, ‘tesadüfen’ bir araya geldi.. Arkasından, hanımı ve çocuğu, son ‘Ergenekon gözaltıları’ cümlesinden olmak üzere, Cum. gazetesine giderek, suçlananlara destek verenlere destek verdi.. Bu da yetmedi, mahkemeleri, ‘Benim istediğim gibi karar vermezseniz, ülkeyi iç çatışma zeminine sürüklersiniz’ gibi tehdidlerle etkilemeye çalışan Baykal’la geçtiğimiz günlerde, bir kokteylde aynı karede gözükmekten çekinmedi..
Yani, çok tarafsız bir yargıç.. Son olarak da, ‘AK Parti’nin kapatılması davasından her ne şekilde bir karar çıkarsa çıksın, kıyamet kopacak!.’ diye, ‘felâket tellallığı’ yaptı..
Adeta, Roma’yı ateşe verdirdikten sonra, suçu ‘İsevî’lerin üzerine atıp, kendisi de bir kule’den yükselen alevleri seyrederek, ‘lyr’ çalan ve ‘Benden sonra, Roma’yı isterse alevler yutsun..’ diye çılgınca şarkılar söyleyen Neron’un ruh halini hatırlatan bir tavır.. Anayasa Mahkemesi’nde tarafsız yargıçlık böyle oluyormuş, zâhir..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tabiatiyle, olup bitenlerin normal kanunî prosedür içinde geliştiğini vurgulayarak, sukûnet ve itidal havası vermeye ve temennilerini gerçek imiş gibi dile getirmeye çalışıyor, ama, ülkenin durumu hiç de, öyle değil..
TC’deki sosyo-politik yapı, neredeyse, kıyamete çeyrek kala bir yerlerde.. Daha bir kaç sene öncesinde, Jand. Gen. K. olarak ülkenin yönetimi üzerinde derin kararlar alan MGK.’da da üye olan bir em. org. ve keza, I. Ordu’nun eski komutanı olan bir diğer em. org., -günlerce süren savcılık sorgulamalarını takiben- darbe hazırlığı yaptıkları veya terör örgütü kurdukları gibi iddiaların ciddî delillerine ulaşıldığından, mahkemece tutuklanmış bulunuyorlar.. Dahası, Jandarma İstihbaratı’nın başında bulunmuş olan bir em. general’in de, operasyonu hisseder etmez, kafesten kaçtığı, Moskova’ya uçtuğu anlaşılıyor..
Bunlar, bir siyasî hareketi yüzde 47 ile desteklemiş olan bir milletin cezalandırılması mânasına gelecek şekilde ve o seçim üzerinden henüz 6-7 ay geçmekteyken, iktidar partisinin kapatılması için dâva açılmasından daha önemsiz sayılmıyacak müthiş gelişmeler.. (Bu tutuklama ve yargılamada, Hükûmet’in, tarafsız yargıya bir dahlinin olmadığını/olamayacağını da ayrıca ve bilhassa hatırlamalıyız.. ) Yani, bu durumda bir kurumlar arası iç çatışmaya doğru gidilmesi ihtimali bile ortaya çıkabilir..
DAHA DA ACI OLAN ŞU Kİ…
Evet, daha da acı olan şu ki, geçenlerde, Avrupa Parlamentosu’ndaki tartışmalarda, ‘Türkiye’de sadece gayrimuslimlerin değil, büyük çoğunluk olan müslümanların da temel hak ve özgürlükler konusunda problemlerinin olduğunu’ dile getiren Dışişl. Bak. Ali Babacan, müslüman camiaya yayın yapan bir yayın organı olan (M.G.)’de, (H.ü) imzasıyla ağır şekilde eleştirilip, Türkiye’de müslümanlara asla bir baskının olmadığından dem vurabilirken; yine aynı gazetede (A.I) isimli bir muharrire de, 4 Temmuz günü, ‘Şener veya Hurşit Paşa’nın ümraniye’de bir evde bomba sakladığını düşünün bir kere yahut Sinan Aygün’ün yahut Turhan çömez’in... Gülünç oluyorsunuz beyler. Fikirlerini sevip sevmemek size kalmış bir şeydir ama Cumhuriyet mitingleri düzenlemek, Sinan Aygün gibi Atatürk kitapları bastırmak (…) Vatan sevgisini göstermenin yollarından biridir. Onlar öyle yetişmişlerdir ve Atatürkçüdürler. Böyle suç olur mu? (…) şimdi bu adamları katiller, caniler gibi evlerini basarak, bilgisayarlarını, kitaplarını toplayarak küçük düşürme teşebbüsünde bulunamazsınız, zaten küçük düşmezler. Olan size oluyor’ diye yazabiliyordu..
Evet, kıyasıya bir mücadele ve hattâ, kurumlar arası çatışmaya doğru gidilirken; bir de, büyük kitleyi şaşırtmak taktikleri mi devreye sürülüyor, yoksa..
*’ölümün iftar sofrası’na oturan bir dost daha kaydı dünya semâmızdan..
Erdem Beyazıt.. Dost bir sima, fâni dünyamızın sonundaki‚ ‘ölümün iftar sofrası’na oturup, beka âlemine geçti. ‘Dostlar, yaşayıp gidiyorduk yahu/Ne vardı acele edecek!/Diyecekler/Biliyorum yaklaşıyoruz her an,/Biliyorum oruçlu doğar insan,/ölümün iftar sofrasına’ diye..
Şiirlerini kendisinden önce tanımıştım.. Sınırlı ve mesafeli bir aşinâlığımız vardı, önceleri..
25 yıl öncelerde, bir film çalışması yapmak üzere, Afganistan’a giderken, Yücel çakmaklı, Şenol Demiröz, (kardeşi) Ahmed Beyazıt ve çekim ekibinden diğerleriyle güzergâhda, yol üzerinde, bir kaç gün birlikte olmuş ve daha derinlikli sohbetler yapmıştık.. Sonra, araya bir m. vekilliği girdi, 87-91 arasında, Turgut özal’ın partisinden.. Ama, aktif siyasette yer almak, tefekkür ve duygu adamlarına pek iyi gelmiyor galiba.. Hele de lider durumunda olmazlarsa.. çünkü, o zaman, partinin kararlarına otomatik olarak el kaldırıp indiren kimse durumuna düşüyorlar. Merhûm M. âkif’in, Ankara Meclisi’ndeki ilk dönemde, 3-4 yıllık meb’usluğu esnâsında hemen hemen hiç konuşmaması ve Meclis zabıtlarında sadece bir yerde, bir kanun maddesi yazılırken, ‘oraya bir virgül konulacak..’ diye bir imlâ hatırlatması yapması dışında hiç bir sözüne rastlanmaması gibi bir durum.. Bana göre, Erdem ağabey de siyasette verimsizdi.. Bunu bir eleştiri olarak değil; tefekkür ve duygu adamları ile aktif politika arasında bir doku uyuşmazlığı olduğunu anlatmak için söylüyorum.. Onunla son olarak, 10 yıl öncelerde Hicaz’da karşılaşmıştık ve uzuuun sohbetlerimiz olmuştu.. Bir dahaki görüşmemiz artık, perdenin öbür tarafına kaldı.. -Hat çalışmalarını dergilerimizde zevkle yayınladığımız- merhûm hattat Yûsuf Erzincanî’nin hâtırasına ithafen yazdığı bir şiirinin son mısraları, ‘Hayatında güzeldin../ölümünde güzelsin../öldün../Bir daha ölmeyeceksin..’ şeklindeydi..
Onu, aslî yurduna çıktığı bu son yolculuğuna, rahmet niyazıyla ve ailesine/sevdiklerine, dostlarına başsağlığı dileklerimle uğurlarken, onun geride kalanlara, ‘Vedâ’ şiirindeki mısralarını okuduğunu duyuyor gibiyim: ‘Bu şehirden gidiyorum/Gözleri kör olmuş; kırlangıçlar gibi/Gururu yıkılmış soy atlar gibi,/Bu şehirden gidiyorum../İnsanlar taş gibi bana yabancı,Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda,/Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa/O ışıksız pencereden/Ben onu, bile bile duymuyor gibiyim./Bu şehirden gidiyorum/Gömerek geceyi içime/Sabahın hüznünü beklemeden,/Gidiyorum bu şehirden..’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.