Vuslat Muştusu
Vuslat; erişmek, varmak, ulaşmak ve sevgiliye kavuşmak demektir. Vuslat; hicran, firkat, firak, fasl, infisal ve inkıta perdelerini yırtıp, “Dost” ile buluşmak mânâsına gelir.
Bu hafta tanıtmaya çalışacağım eserimiz “Vuslat Muştusu” adını taşıyor. Yüce Yaratıcı'nın huzuruna nasıl ve ne şekilde varmamız gerektiğini ve bu gerekliliğin şartlarını oluşturabilmek için ne gibi vazifelerimiz olduğunu anlatıyor.
Günlük hayatımıza dair sorular ve cevaplardan müteşekkil olan kitap, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan çıkmış. Kitabın müellifi ise M. Fethullah Gülen Hocaefendi. Günümüz meseleleri hakkında hemen herkesin aklına takılan sorulara; Kur’an ve Sünnet ışığında cevapların verildiği eser, “Vuslat Muştusu” anlamında mükemmel bir kitap.
Hakiki bir Mü’min asla kendini beğenmemeli ve yeterli bulmamalı; Müslümanlığın tevazu, mahviyet ve hacaletten ibaret olduğunu kabul ederek, sade kulluğu her türlü payenin üstünde saymalıdır.
Hz. Mevlana gibi “Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar azad olunca şâd olur; ben sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum” demeli; Kitap ve Sünnet'in emirlerini kılı kırk yararcasına yerine getirmelidir.
Bununla beraber, himmetini her zaman ali tutmalı, Allah’ın izni ve inayetiyle hep yüksek uçmaya çalışmalı, sürekli tekamül peşinde olmalı; fakat büyüklük iddialarına katiyen kalkışmamalıdır.
Hususiyle adanmış bir ruh, “Nefis cümleden edna, vazife her şeyden ala” hakikatine yapışmalıdır. Kendisini aczü fakr içindeki sıradan bir insan olarak görmenin yanı sıra, iman hizmetini dünyevi hiçbir bedelle değiştirilmeyecek yüce bir lütûf ile kabul etmelidir.
Mazhar olduğu en küçük muvaffakiyeti dahi kendisinden bilmemeli; “Ben böyle uçamazdım, bu çıtayı bu kadar yüksek tutamazdım, maratonda bu kadar hızlı koşamazdım, ipi önde göğüsleyemezdim, bütün bu başarıları lütfeden o!” diyerek tahdis-i nimette bulunmalı ve bu ihsanların daha sonrakiler için birer referans olduğunu düşünerek hizmet yolunda daha bir şevkle koşmalıdır.
Mazisini, kimliğini, inancını ve hemen her şeyini kaybeden bir neslin, buhranlar anaforundan kurtulup yitirdiği Cennete kavuşması, adeta bir mahiyet deformasyonu geçiren günümüzün derbeder insanının içinde bulunduğu girdaptan sıyrılıp, karanlıklardan aydınlığa, yerin derinliklerinden göklerin enginliğine ve kölelikten hürriyete ulaşması.
Topyekûn bir milletin dününü bugünle, bugününü de yarınla bir arada değerlendirip, asırların birikimi olan kültür menşuruyla ayıklanacakları çıkarıp atmak ve geride kalanlara da sımsıkı sarılmak suretiyle özüne dönmesi ve nihayet, bütün cihanın Muhammedî ruhla tanışması. Onun nuruyla aydınlanması.. Evet, bütün bunlar da farklı derinlikleriyle vuslatın mefkure yörüngeli buudlarıdır.
İmanla ötelere gidenler için ahiret, dünya menzillerini de içeren uzun bir yolculuğun ebedi istirahatgâhıdır; ölüm, bir vuslat vesilesi, vefat gecesi de “şeb-i arus”tur. çünkü, İki Cihanın Güneşi (s.a.v) Efendimiz, kabir kapısıyla girilen ukba sarayında ümmetini beklemektedir.
İmam Ebu Hanife, İmam Şafii, Hasan Basri, Şah-ı Geylani, Şah-ı Nakşibend, İmam Şazili, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Hazreti Bediüzzaman gibi milyonlarca münevver zatla muhat olarak Cennet gülşeninde sakindir. Dolayısıyla, vuslatın daha derincesi, o kutlular meclisine girip, o güzide Hakk erleriyle diz dize, omuz omuza verebilmektir.
Visale ermenin zirve noktası ise Mevlayı müteal’in huzuruyla şereflenmektir. Zira meftun ve müştak olunan bütün mecazi mahbupların ve topyekûn varlıkların güzellikleri, O’nun cemalinin bir tecellisi ve hüsnü esmasının bir nevi gölgesidir.
Cennet, bütün letafetiyle, O’nun rahmetinin bir cilvesidir; bütün muhabbetler, iştiyaklar, incizaplar ve cazibeler, O’nun münezzeh muhabbetinin bir lem’asıdır. Bundan dolayıdır ki; kara sevdayı dahi en yüce bir paye kılan vuslat da O’na vasıl olmaktır.
Eser hakkında bilgi için: (0212) 232 17 10
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.