Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mirası!? (3)

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mirası!? (3)

Bu yazı dizisinin başlığında her ne kadar “miras” kelimesini kullandıysak da aslında doğru olan kelime “emanet”tir. Ve bana göre rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'ndan geriye kalan 3 emanet vardır, sevenlerince önemsenmesi, özenle korunması gereken.

Birincisi elbette ki muhterem eşi ve sevgili evlatlarıdır; ikincisi kanıyla, canıyla, özüyle, sözüyle yetiştirdiği gençliktir; üçüncüsü ise bana göre, ölümüne sebep olan olaydaki gerçeğin ortaya çıkarıl(a)maması ve sorumlulardan hesap sorul(a)mamış olması dolayısıyla hala ortada duran cenazesidir… “Miras” kelimesini kullanmamın sebebi işte bu sonuncusudur. Belki bazılarına uygunsuz, abartılı ya da fazla ironik gelmiş olabilir ama niçinini biraz örtülü de olsa izah etmeye çalışacağım. Kimsenin alınmamasını diliyorum.

Her ne kadar “miras” kelimesi sözlüklerde, “ bir gerçek kişinin ölmesi veya gaipliğine karar verilmiş olması halinde, para ile ölçülebilen bütün hak ve borçlarının yani malvarlığının mukadderatını düzenleyen hukuk kurallarından ibarettir.” diye açıklanıyorsa da “miras” deyince sadece bu tanımdaki “mal varlığı” değildir söz konusu olan. Çok daha farklı değerler de girer bu kavramın içine: şan, şeref veya iyi intiba, kötü imajdan, kültürel mirasa oradan da siyasi mirasa kadar. Ve genellikle de miras kelimesinden, bunların olumlu olanları ya da varislerin istifade edebilecekleri, ettikleri şeyler anlaşılır. Bizim burada kastettiğimiz de diğerleri değil, O’nun bıraktığı siyasi mirastır.

Hiçbir bilgim yok ama eşi ve evlatlarına sahip çıkıldığından, el üstünde tutulduklarından, en azından yeterince hatırlarının sorulduğundan eminim. Çünkü O’nun çilekeş dava arkadaşları ve yetiştirdiği, örfüne, geleneklerine, değerlerine bağlı gençlik şüphesiz böyle güzelliklerin timsalidirler.

Partiyi emanetleri arasına almadım. Bunun yerine gençliği koydum. Zira gençlik varsa hareket vardır, dava vardır, parti vardır, gelecek vardır. Hayat gençliktedir çünkü. Gençlik yoksa bugün var olan bir partinin adının, cisminin yani var oluşunun fazla bir anlamı yoktur.

Gençliği, O’nun ölüm olayının önüne almamın sebebi ise rahmetlinin hayatı boyunca her yönüyle gerçek bir dava adamı olarak yaşamış olmasıdır. Dolayısıyla inanıyorum ki böyle bir değerlendirme yapmak durumunda kalsaydı O da kendi cenazesini ya da ilgili olayı veya ne kadar kıymetli olursa olsun şahsi herhangi bir varlığını gençliğin (ve hatta partisinin) önüne geçirmezdi.

Şimdi, bu yazıda asıl vurgulamak istediğim şey tam da bu noktadadır: Bugün, BBP sanki sadece O’nun ölümüne sebep olan olayla anılır duruma düşmüştür. Dahasını dile getirmek istemiyorum!.. Söyleyecek başka hiç bir sözü yokmuş gibi bir görüntü var ortada. En yukarıdaki idarecileri dahil hiç kimsenin kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum. Konjonktür öyledir, imkanlar yeterli değildir vs. Ama bu gerçeği değiştirmiyor.

Evet, BBP’nin bugünkü görüntüsü maalesef böyle. Bu aynı zamanda O’nun bıraktığı kutsal mirasın (bu kelimeyi saf bir dini terminoloji olarak algılamayalım lütfen. Kutsal miras kanımca O’nun yetiştirdiği gençliktir) hakkını vermemek anlamına da geliyor ki işin beni daha çok ilgilendiren tarafı bu. Milletimizin gençleri, ülkemizin asil çocukları… İşte O’nun davasına gönül vermiş olanların asıl sahip çıkması gereken, mayasını kattığı, hamurunu yoğurduğu, şeklini verdiği bu gençlerdir. Yani kurumsal siyasi miras değil gerçek emanetidir. Kanımca dava budur, bu olmalıdır.

Ben O’nun bu en büyük emanetini taşıyanlara, bu konuda bir kez daha düşünmelerini, konuyu açık yüreklilik ve cesaretle ele alarak siyasi mirasa değil bu emanete yoğunlaşmalarını ve yazı dizimizin başında belirttiğim yönlerde arayışlara girmelerini öneriyorum. Aksi bir durumun millet nezdinde, tarih önünde ve Hakk’ın huzurunda vebal altında kalmak olacağını düşünüyorum. Bu siyasi partinin parti olarak gelebileceği bir nokta yok maalesef (siyasi partilerin kuruluş amacı iktidara gelmektir unutmayalım) ama yetiştirdiği gençlerin varabileceği çok güzel yerler ve o yerlerde verebilecekleri büyük hizmetler var çünkü.

Son sözlerim:
O güzel insanın dava arkadaşlarına bıraktığı o üç emanetin dışında mutat bir vatandaş olarak bende bıraktığı iki emanet bir de iz var. İz, sadece birkaç milletvekiliyle bulundukları TBMM’de, Evliya Çelebi olsaydı belki “küffar” diyebileceği, benimse ancak “ağyar” diyeceğim güçlere karşı sergiledikleri o akılcı, cesur, vakur duruş.

Emanetlerine gelince… Birincisi, aslında çoğumuzun bir şekilde kullandığı ama O’nun gerçek anlamda vecizleştirdiği, varlığı hiçleştiren, onu yoklukla eşitleyen, hafsalayı zorlayan, dimağları durduran “Bir saniye sonrasının sahibi değiliz” cümlesi.

İkincisi ise Mamak zindanlarındaki yazdığı;
“Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum”
diye başlayan ve

“Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum...”
dizeleriyle biten şiiri.

Allah gani gani rahmet eylesin, ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi