“Ey İslâmbol Halkı!..”
Cumhuriyetin ilanından bu yana 85 sene geçti. Bu yaşadığımız hadiseler işte bu 85 uzun yılın en önemli krizidir.
Devrim çapındadır bu yaşadıklarımız.
Geçen gün de yazmıştım, filmin başındayız. Bundan sonra ne olacak, kriz veya hadiseler nasıl gelişecek, kesin bir şey diyemeyiz. Ancak birtakım tahminlerde, kehânetlerde bulunabiliriz.
Bugünkü büyük siyasî kriz sadece hukukla, demokrasi ile, sivil irade ve iktidar ile halledilemez.
Herkes iyi bilmelidir ki, Türkiye temiz ve şeffaf bir ülke haline gelmedikçe hiçbir problemini, krizini kesin şekilde halledemeyecektir.
Yaşadığımız hadiselerin iki veçhesi bulunmaktadır.
Birincisi: Beşerî iradeler veçhesi.
İkincisi: Bu iradelerin üzerinde bulunan Mutlak İrade, kader meselesi.
Uzun bir liste haline sayacağım şu kötülükler, pislikler, günahlar, haksızlıklar, zulümler ortadan kaldırılmadıkça Türkiye’nin geleceği parlak değildir. Liste şudur:
Genel kokuşma.
Beytülmalin (devlet ve belediye bütçelerinin, millî servetin, millî gelirin) haydutça, eşkıya metodlarıyla yağmalanması, hortumlanması.
Saçı bitmedik yetimlerin, dulların, sıkıntı içinde kıvranan fakir halkın haklarının yenmesi.
Genelleşmiş bir haram yeme.
Riba, tefecilik, faiz.
Sosyal adalet olmaması.
Din sömürüsü, din ticareti, mukaddesat istismar ve istihdamı.
300 milyar dolar kara para birikimi.
İhalelere fesat karıştırılması.
Nepotizm.
Her sahada israf, savurganlık, sefahat.
Seks konusunda aşırı serbestlik; namussuzluğun, iffetsizliğin, ahlâksızlığın teşvik edilmesi.
Binanın, zinanın, cinayetlerin, adam öldürmelerin, suç patlamasının son haddine varmış olması.
Her türlü şehvetin yaygın hale gelmesi.
Son otuz yıl içinde 5-6 bin faili meçhul cinayet işlenmiştir.
Son otuz yıl içinde on binlerce türedi zengin peydahlanmıştır.
Politika akıl almaz, vicdan kabul etmez şekilde kirlenmiş ve seviye kaybetmiştir.
Dinsizlik, isyan korkunç boyutlara ulaşmıştır.
Altın Buzağı dini yaygınlaşmış, insanlar paraya taparcasına bağlanmıştır.
Müslümanlar, emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker farizasını terk etmişlerdir. Bunun sonu azaptır. Bir kısım Müslümanlar ve İslâmcılar zındıklık komiteleriyle işbirliği yapıyorlar ve onların saptırıcı propagandalarıyla ülkede yaygın ve yoğun bir irtidat hareketi başlamıştır.
Tâife-i nisanın bir kısmı yoldan çıkmıştır, maalesef sözde tesettürlü, alaca bulaca birtakım karılar da bunlara dahildir.
Halkın büyük bir kısmı beş vakit namazı ve cemaati terk etmiş, “Onlar namazı terk ettiler, şehvetlerine uydular” ilahî tehdidinin dairesi içine girmişlerdir.
Gıybet (arkadan konuşma), nemîme (laf taşıma) ve diğer lisan âfetleri dehşetli şekilde artmış, yaygın hale gelmiştir.
Dine ve Kur’an’a hizmet perdesi ardında din tahripçiliği yapılmaktadır.
Allah’ın tek bir ümmet yaptığı Müslümanlar, insî şeytanların fitne ve fesatlarıyla binlerce birbirinden kopuk cemaate, gruba, zümreye ayrılmış olup bunların bir kısmı çekişip tepişmektedir.
Şu 72 milyonluk büyük ülkede Müslüman halk yığınlarına yeteri kadar ve tesirli nasihat edilmemektedir. Halk nasihatsiz kalmıştır.
Şu anlatacağım rüyayı dikkatle mütalaa buyurmanızı istirham ediyorum.
Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş meşâyihten muhterem bir zatın yine sâlih bir zat olan oğlu bundan bir yıl kadar önce şöyle bir rüya görmüş:
Cennetmekân Firdevs-âşiyan Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri ordu-yi hümayunu ile İstanbul’u çepeçevre muhasara etmiş (kuşatmış), her tarafa, namlularının içine adamlar sığacak büyüklükte muazzam toplar yerleştirmiş ve şehri bombardımana hazırlanıyor. O zat ve mahdumu Padişaha çok yalvarmışlar, ne olur yapmayın demişler. Fatih dinlememiş, vaz geçmemiş, “Şu şehrin haline bakınız” demiş...
Elbette rüyalar bağlamaz ama akıl ve vicdan sahipleri için böyle rüyalarda uyarılar vardır.
18’inci asırda İstanbul’da günah, isyan, fitne fesat, hedonizm çoğalmış. Tabiî ki, bugünkü kadar değil. O zamanın meşhur şairlerinden Veysî şehir halkına hitaben “Elâ ey kavm-i İslâmbol bilin tahkik olun agâh / İrişir nâgehan bir gün size hışm ile kahrullah” başlığı ile ağır bir şiir yazmış. Vaktiyle merhum üstad Necip Fazıl bu şiiri Büyükdoğu dergisinin bir nüshasında basmıştı. Bendeniz yıllarca önce merhum Cevat İzgi’den, manzumenin sağlam ve musahhah bir metnini hazırlamasını rica etmiştim. Hazırladı, verdi, zaman ve zemin müsait olmadı, hayatın gaileleri basımını geciktirdi. Şimdi de nereye koyduğumu hatırlamıyorum. O manzumenin basılmasının tam zamanıdır.
Acaba Fatih Sultan Mehmed’in, namluları şehre dönük dev topları yaklaşan zelzeleyi mi işaret ediyor?