Ergenekon'dan denklik oyunlarıyla çıkmak
Ergenekon operasyonu Türkiye'de içinde bir nebze adalet, demokrasi, şeffaf devlet ve temiz toplum değerleri kalmış olan hiçbir insanın itiraz edemeyeceği bir olaydır. Bunu herhangi bir “intikam”, “rövanş”, “koz” gibi kavramlar eşliğinde düşünmek Türkiye'nin adalet, demokrasi ve hukuk devleti olma yolundaki açılımlarına karşı en hafifinden bir gaflet ve dalaletin sonucudur.
Ergenekon'u kapatma davası ile denkleştiren aklın kime hizmet ettiği ortada. Sözüm ona nerede çelişen, çatışan veya tartışan iki taraf bulsa hemen ikisinin arasında veya dışında ama mutlaka her ikisinin üstünde beşinci sınıf ukala hakemlik tripleriyle kurulanların despotizmi de artık gına getirdi. Bu hariçten gazel okuyan tuzu kuru hakemlerin sağduyu kavramının cılkını çıkartmaları da ayrı bir hikâye tabi.
Kapatma davası ile Ergenekon soruşturması nasıl yan yana anılabilir? Ergenekon operasyonu her şeyden önce sıcağı sıcağına bir dizi bombalama, cinayet (örn. Danıştay cinayeti), darbe ortamı hazırlamak üzere ülkenin kaos ortamına sürüklenmesi, bu uğurda bir dizi cinayetin işlenmesi, masum insanların hayatlarının söndürülmesi gibi bir örgütlü faaliyetin “en azından” soruşturulmasıdır. Ortada bu derecede korkunç bir yapılanmanın sadece dedikodusu bile varsa, bir hükümete düşen öncelikli iş bunun aydınlatılmasından başka ne olabilir ki?.
Dünyanın neresinde görülmüş, bir dedikodu bile olsa cinayet şebekelerinin üstüne gitmeyi bir hükümetin kendi kişisel işi olarak değerlendirmek? Kaldı ki Ergenekon'da şimdiye kadar ortaya dökülen bilgiler bu ilişkiler ağının hiç de dedikodu olmadığını yeterince göstermişken.
Bu karşılaştırmayı yapanlara bu operasyon ile kapatma davası arasındaki kronolojik sırayı hatırlatmak nasılsa bir işe yaramıyor.
O halde tespitimizi yapalım: Bu denkleştirmede ucuz ama sonuç vereceği umulan bir demagoji çalıştırılıyor. Pişkince yapılan denkleştirme elde bir. Ergenekon operasyonunun verileri ve delilleri ne kadar sağlam ise kapatma davasının verilerinin o kadar çürük olması sadece daha güçlü deliller bulunamaması veya başsavcının muhakeme zayıflığından ileri gelmiyor. Aksine Operasyonun gerekçeleri ve delillerinin gücü bu denkleştirmenin yan etkileri yoluyla kapatma davasının delillerinin komikliğiyle sulandırılmış oluyor.
Bu tabii ki ucuz bir numara ama zaten Türkiye'de darbe süreçlerinin, büyük pahaya mal olsa da, son derece ucuz taktiklerle kotarıldığını unutmayalım. çok ucuz ödüllere tav olabilen siyasetçi, gazeteci veya işadamı işbirlikçileri bulabildikçe daha pahalı taktiklere ihtiyaç duyulmamış, böylece darbecilerimiz kendilerini aşmak, kendilerini geliştirmek için hiçbir zemin bulamamışlardır.
Diğer yandan Ergenekon operasyonunun sivil siyaset ile asker arasındaki ezeli bir rekabetin bir evresi olarak görülmesi de operasyonun talihsizliklerinden biridir. Belki birilerinin böyle bir beklentisi olabilir, ama unutmamak lazım ki, darbe çok nadiren TSK'nin oybirliği ile kalkıştığı bir iş olmuştur. Kesinlikle aşağılık bir organize suç olan darbeyi askere mal etmek çok yanlıştır. Darbelerin asker içinde işbirlikçileri olur, ama askerin münhasıran ve topyekun darbe eylemiyle özdeşleştirilmesi darbe sosyolojisinin doğrulayamayacağı bir varsayımdır. Dahası, bütün darbeler her şeyden önce ordu içindeki hiyerarşiye karşı da bir darbe niteliği taşır.
Darbenin sivil ayağı sivil kanattaki meşruiyet hiyerarşisini, asker kanadı ise asker içindeki hiyerarşiyi devirmeyi üstlenir, ekonomik ayağında da haksız rekabet şartları yaratan bir el koyma süreci yaşanır. Bunun toplamına birden darbe denir. O yüzden darbe ile asker özdeşleştirmesi Türkiye'deki darbe hastalığının tedavisini engelleyen basitçe bir yanlış teşhis veya ezberdir.
Taraf gazetesinin yayınlamaya başladığı darbe günlüklerinden de açıkça göründüğü gibi, darbeye kalkışan asker kesimi öncelikle ordu içinde sınırlarını fazlasıyla aşarak, kendi silah arkadaşlarına karşı akla hayale gelmeyecek iftira, fişleme ve tasfiye kampanyaları uygulamakla işe başlıyorlar. Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarının her ikisinde AKP hükümeti kadar bizzat Org. Büyükanıt ve Başbuğ'un da bir “hasım” olarak kurulduğu görülüyor.
Org. Büyükanıt hakkında iki yıl önce Genelkurmay başkanı olmasının arefesinde başlatılmış olan kampanyanın tam da bu darbe planlarının bir türevi olduğu anlaşılıyor. Aynı kampanyanın şimdi Org. İlker Başbuğ hakkında da işletilmiş olduğunu izliyoruz. Her iki kampanyada da “Yahudilik” veya Sabataylık temasının işletilmiş olması Müslüman kamuoyunu avlamaya dönük yine ucuz ve basit bir taktiktir. Bu taktiği uygulayanların İslam'a zerre kadar saygıları olmadığı halde bu yola tevessül etmeleri iktidar için harcayamayacakları hiçbir değerlerinin olmadığının da en açık göstergesidir.
Olayı sivil ve askeri kanadın hesaplaşması olarak göremeyeceğimiz kadar mesele dal budak salmıştır. Ergenekon yapılanması TSK için de en büyük tehdit haline gelmiştir. Son zamanlarda TSK'yı zor durumda bırakan ne varsa, onu yanlışa sürükleyen ne varsa bu yapılanmanın altından çıkmaktadır.
O yüzden Ergenekon operasyonunun TSK'yı rahatsız etmek şöyle dursun bir hayli rahatlattığını bile söyleyebiliriz.