Hemşerim Abdürrahim Karakoç
Bir dava şairi, kalemini kılıç gibi kullanan bir mücadele insanı, hemşerim Abdürrahim Karakoç yakın zamanda hakka yürüdü. Arkasından günlerce yazılar yazıldı. Biz de yazdık, ama az bekledik, yayınlar biterse devreye girsin, yad-ı cemili biraz daha gündemde kalsın, kolay unutulmayacağı anlaşılsın istedik.
Merhumun kardeşi Bahaddin Beyi tanırım. Maraş’ta komşumuzdur. Sık seyehatinden dolayı Kahramanmaraş’ta pek durmaz biliyorum. Maşallah dünyayı dolaşır, şiir okur, sanat konuşur, seyahat eder ve bunlardan beslendiklerini yeni şiirler olarak sürekli üretir. Velud bir şairdir. Diğer bir kardeşi Nafiz beyi de yakın zamanda tanıdım. O da şair.
Abdürrahim Karakoç’u hiç görmedim. Aramızda bir hayli yaş farkı var. Her yerde bulabileceğiniz biyografisinde şunlar yazılı: 1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş ili, Ekinözü ilçesinde dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. Ben gençliğe adım atarken “Hasana Mektuplar”ını gördüm arkadaşların elinde. “Mektup yazdım Hasan’a / Ha Hasana ha sana” çok hoşumuza gitmişti. Sonra “Vur Emri” ve “Kan Yazısı” kitaplarını aldım. Sonra bizim düşünce dünyamız ve edebi heveslerimiz de değişti. Bir kopukluk oldu arada. Ta o Vakit Gazetesinde yazana kadar.
Kendi memleketinde küçük bir memurdur önceleri. Öfkesi vardır, uzun ve çok soğuk kış geceleri geçmez, o da şiirle doldurmaya çalışır. 1985 yılından beri gazetecilik yapmaktadır. Bir ara siyasete girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı:
“Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım”.
“Yürüyen, konuşan, yiyen doymayan
Kaç put sevdik, kaç put seçtik sayamam.
Toprakları kanımızla suladık.
Kaç kuyuda ekin biçtik sayamam.”
“Hangi yaşta kaç slogan söyledik
Kaç mantara alkışçılık eyledik
Kaç dönemde kaç zindanı boyladık
Kaç sırtlana kucak açtık sayamam.
Nutukta büyüttü kurnazlar bizi
Ayakta uyuttu cambazlar bizi
Batıya peyledi papazlar bizi
Kaç kürsüden yalan içtik sayamam.”
Sanırım siyasi düşüncelerimiz ayrılınca biz de ayrıldık farkında olmadan. O ülkücü milliyetçi bir çizgide idi. O günün şartlarında sıradan insanlar başka ne olurdu ki? O garip günlerde ne olduğundan önce ne olmadığın önemliydi. Bizi birleştiren ölçü Müslüman olmak değil, komünizme karşı olmaktı o günlerde. Sonra saflar bölündü, din yoğun olarak gündeme geldi, laiklik siyasete akış açısını farklılaştırdı, derken işler iyice karıştı, kavgalar kızıştı. Savrulduk her birimiz bir yerlere…
“Kaç cehennem yaptık, kaç cennet yıktık
Gönül sarayına kaç maymun tıktık
Kendi göğsümüze kaç kurşun sıktık
Kaç tezata konup göçtük sayamam.
Kuruyan umutlar, sönen hayaller
Kurtlar sof rasında yenen hayaller
Acıya, hüsrana dönen hayaller
Kaç dağda denize uçtuk sayamam.”
Resmine bakıyorum. Bir hüzün var hepsinde. Bir gariplik, ezilmişlik, horlanmışlık, dışlanmışlık var. Anadolu’nun coğrafî haritası gibidir suratı. Dağları, vadileri, ırmakları seyret yüzünde. Tevekkülü, imanı ve huzuru görmeye çalış. Aldatılmışlık, ihanet ve kadir kıymet bilmezlik vardır çizgi çizgi. Aşk vardır, çile vardır, hastalık ve ölüm vardır. Tıpkı sınırlarımız gibi değişmeyen bir yüz.
“Devletliler çıkıp devlete kondu
Büyük putlar büyük servete kondu
Hak, hukuk, insanlık sepete kondu
Kaç meslekten (!) korkup kaçtık sayamam.”
Bir yerde şairliğin arka planını şöyle anlatır: “Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.”
Mücadeleci şiirlerinin çokluğu şartlardan kaynaklanmaktadır. 27 Mayıs Darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar hiciv şiirlerini besledi. 30'a yakın mahkemeye verildi, hepsinden beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla barışık olmadı.
“Uymadı bir türlü başlar bedene
Yanaşmadık "Niçin?" ile "Neden?"e
Ne söyleyim, çok sürü var güdene
Kaç berzaha girip geçtik sayamam.”
2012 yılında ciğerlerindeki enfeksiyon nedeniyle bir süre tedavi gördü. Dostları, sevenleri, okuyucu ve siyasetçiler akın akın ziyaretine gittiler. Yazdığı gazete ve Habervaktim internet sitesi doğrusu takdire şayan vefa gösterdi. 7 Haziran 2012 tarihinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakımda iken hayatını kaybetti.
Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, orada hepimizi birleştirsin inşallah
Amin!